1974 sonrası Türkiye bize cömert davranmaya çalışıyordu. “Merak etmeyin biz size zeytininizi de yollarız, sizin birşey yapmanıza gerek yok, sizin paranız da bizden” diyordu. Bu bizim liderlere amansız heyecan ve coşku vermekte, sıkıştıkları zaman hemen Türkiye’nin kapısını çalma cesareti vermekteydi. Sıkışınca Türkiye’ye gidiliyor ve oradan yardım alınıyordu. Bütçeye ek katkı yapılıyordu. 1977’li yıllarda ise Türkiye, artık elini kısmaya ve gönderilen paraları azaltmaya başlamıştı. Ama gözle görülen bir durum da yavaş yavaş iş, su paralarını, elektrik paralarını artırma ve daha da ileri gidince vergileri artırmaya kadar varıyordu. Anlaşılan taşıma suyla değirmen döndürülmeye çalışılıyordu ama belli ki Türkiye o koskoca yapısına rağmen, birçok sorunuyla bu Kıbrıs’a yardım işini pek fazla da devam ettiremeyecekti. Önceki icraatlar içinde “eşdeğer – eşdeğer” diyerek Güney’de mal bırakanların mallarının eşdeğeri denilerek buraya taşıdıkları nüfuslara, bir şekilde Kıbrıslırum topraklarını dağıtmakla başladılar. Partizanlar, bürokratlar ve de TC’yi de bu soruna katmak için TC’li-UBP’li (Sonra da DP’li) nüfusa toprak dağıtımı yapılarak, bir şekilde ilk buhranı yarattılar (Bu daha sonra bazı muhalefet partilerini de kapsadı). Sonra sıra Kıbrıs paralarını bir şekilde içetmeye geldi onu da başardılar. Ticaret ve ekonomi ile hiç alakası olmayan planlar yaptılar. Üretimden kopuk önce “Bavul Turizmi” dediler, vergisiz İspanyol halıları ile pyrexlerin parasını cebe indirme şampiyonluğuyla, suni gelişen ve kazanan bir Tüccar sınıfı yarattılar. Sonra TC, kendisi de bavul turizmi için gereken malları üretmeye başlamış ve buradakileri artık pazarsız bırakmıştı. 1990’larda artık Türkiye kendi bavul turizmini yaratmıştı Rusya ile. Rusya Türkiye için büyük pazardı. Hem beyaz kadın pazarlama hem de bavul turizmi için bitmez sonsuz bir kaynaktı. Turizm kapısı da açılacaktı sonraları. Önceleri Kıbrıs’la bavul turizmi olarak açılan kapı daha sonra sıkışan Türkiye ekonomisi için düşük ücretli köleliğe veya işçiliğe varacak, yavaş yavaş iş işgücü sömürüsüne ve Türkiye’den gelecek ucuz işgücüne dayanacaktı. Hem aslında amaç da derin devlet için burasını nüfuslaştırma ve nüfusu artırarak adanın kuzeyini Türkiye’ye bağlamaktı. Bavul turizmi kapanırken artık iş buradaki çıkan sesleri susturmak olacağı için, gene devlet kapıları açılacak ve sırf iktidarda olan sağcı-milliyetçi kesim kazanıp Türkiye devletinin borusu ötsün diye memur sayısını şişirmeye varmıştı. Sağ kesim 1981 seçimlerini kazansın diye binlerce memur alınmıştı kadrolara veya dairelere. Buna rağmen gene de zor geçirilmişti, 28 Haziran 1981 seçimleri. Az kalsın Başbuğ da, iktidardaki UBP de seçimleri kaybediyordu. Dahası iktidar partisi içinde de çatırdamalar olmaktaydı. O sıralar 12 Eylül olmuş, sol Türkiye’de bastırılmış, ithal ikameci ekonomiler değişmeye doğru yüz tutarken, Freidmancı ve Monetarist politikalar yürürlüğe konmuştu. Emek daha da sömürülecek, emeğin hakkını koruyan sendikalar ve sol partilerle sol fraksiyonlar ortadan kaldırılacaktı. Emekçiler, sol partiler ve sendikalar baskı altına alınmazsa, işadamları veya sermaye kar edemeyecekti. Böyle susturdular Türkiye’yi de Kuzey Kıbrıs’ı da.
12 eylül sonrası devam edecek durağanlık içinde bütçeye katkılar ve bavul turizmi devam edecek ama daha sonra bu defa da bütçeye katkıların kısıtlanması ve holdinglerin kapanmasına sıra gelecekti. Halkın ağzı fazla memurluk ve herkesin memur yapılmasıyla kapatılacak , bankalar gene yüksek faizle köşeyi dönecek, daha sonraları da, bilhassa CTP döneminde gelen bileşik faiz uygulamaları ve İskan yasaları ile halktan memur alımları gene sürecekti. 1990 yılında artık dönem parti bombalamaları, konuşanı tehdit etme ve resmi ideolojili 12 Eylül uygulamaları gayrı-hukuki dönemdir. Daha sonra Asil Nadir vakası yaşanacak, halk gene bir darbe yiyecek, gene sonra bankalar iflas edecek, halkın parasına el konulacak orada da birçok kayıplar olacaktı. Güya halkın parası geri verilince ama verilen para faize ve dövize çevrildikten sonra kaybedecekti halk. Birçok bankada örgütsel-kurumsal birikimler de kaybolacaktı. Herneyse bu olaylardan sonra şimdi de TL’nin döviz karşısında değer yitirmesiyle gene kayıplar olacak, son zamanlarda ardı ardınca gelen artçı depremleri gibi, pahalılık, döviz hatta elektrik zamları şokları, bayağı halkın belini bükecek, zavallı halk farkında olmadan sabah kalktığında cebindeki paranın en az %70’ini kaybedecekti. Bu durum hala daha devam ediyor aslında. İşte bu süreç içinde TC’den yardım alınan ve memurlarla şişirilen belediyeler açık vermeye ve iflas etmeye başlarken, devlet de aslında zor durumlara düşecek ve Ankara yoluna düşmeler sıklaşacaktı. Ankara Kuzey Kıbrıs’ta taksime karşı olan muhalefet kazanmasın, çözüm olmasın diye Denktaş Bey’in dönemlerine kadar para pompalamaya devam edecekti ama artık Ankara’nın da para pompalayacak hali kalmamıştı. Hele hele son zamanlarda Recep Bey’in döneminde girişilen Tek Adamlık Rejim modeli de krizlerle doluydu ve bu krizler, siyaseti de içine alacak, para kanallarını da kapatacaktı. Belediyelerin durumu da KKTC’yi andırmaktaydı. Artık onlara da para pompalanamıyordu. Belli ki Ankara içine girdiği kriz ve bunalımdan çıkamamış, durmadan fire vermekteydi .Son zamanlarda yaşanan kriz ve buhranlar artık iflas noktasını da gösterecekti. Tek adam rejimi, demokrasiyi, hukuku, insan haklarını hiçe saymalar, Dışta ve içte halkla, incir çekirdeğini doldurmaz, diğer devletlerle gereksiz boğuşmalar-dalaşmalar-cebelleşmeler, sorunlara çözüm getirememeler maalesef bir de darbeyi getirecek, Türkiye’nin istikrarı bir o kadar daha bozulacaktı. Kriz yok deniliyordu ama kriz vardı. Piyango hangi sektörü vuruyorsa orada patlıyordu. KTHY’nin iflası ve arkasından Lefkoşa Belediyesi’nin iflası da geneldeki, krizin bölgelerde yansımasıydı ama buhran aslında geneldi. Şu anda Mağusa Belediyesi’nde konuşulmakta kriz. Bu belediye borçlarını gene borçalanarak ödemeye çalışıyordu. Belli ki başa çıkamamıştı birçok sorunla. Belli ki seçim öncesinde başlayan şişirme hareketleri ve aynen UBP’nin 1981 seçimleri öncesindeki alışılagelen devlet kadrolarını veya dairelerini şişirme politikaları, Erenköy ve Lefkoşa Belediyelerinin iflasını getirmişken, aynı politika ve adet bu defa gene aynı yanlışlarla Mağusa Belediyesini de yeyip bitirmişti.
Aslında yaşananlar artık 1974 yılından beri alışılagelenlerin, davranışların ve yanlış politikaların artık kayalara tosladığını, bir iflası gösteriyor. Bundaki gizem de Kıbrıs sorununun bir çözüme kavuşturulması, adanın birleştirilmesidir. Taksim eşyanın tabiyatına aykırıydı. Türkiye de bu yüzden derin kuyulara düşmüştü. Aklı başında, rasyonalist bir şekilde, artık Kıbrıs sorununun çözülmesine sıra geldi. 1974 öncesi ve sonrası devam eden ideolojik mantıksızlıklar ve politikalar artık iflas etmiştir, bunu bilelim…