Doğrusu konu seçmekte hiç de yorulmuyorum. Daha ielri gidecek olursam; onca fazla konu nedeniyle de zaman zaman bunların kısa özetleri ile bir yazı yazdığım da oluyor. Son ülkesel güncelemeler öylesine çarpıcı ki hepsi ayrı bir makalenin konusu! Fakat, tam tersi olan da karşılığında ayni duruşla sorgulayan kamuoyu da pek yoktur. Konuları kendi dar gözleri ile alıp, anlık tepkielrle şimdilik Sosyal medya ile tatmin olmanın da ötesine gidilemiyor. Böylesi genel yaşamsal güncel kavrayış çelişkisi etkindir. Ayrıca, kurgusal oluşum, yaşanan olayın niteliği olmadan, anlık refleksel veya çıkar hesaplı tutumlar da yaygındır. Böylelikle yaşanan gerçeğin de anlaşılmayarak, saman alevi gibi sonlanması da oluyor. Ne “nerden nreye geldik” sorusuna yanıtla konu ele alınıyor, nede bütünsel kavrayışla kendini de sorgulatıp yarına hedefleme kurgulaması da yapılıyor. Tümden gelen ret sonucu, olay anlaşılmadan sonlandırılıyor. Ayrıca önemli konularda klasik Kıbrıslı kültürleşmesi de karşımıza geliyor: Öyle geliyor ki karşı olan olguyu eğer sistemsel özü varsa söylemeyip, hat ta karşı olunanı sırf hesap nedeniyle savunma çelişkisi yaşanırken, birden kendinin söylemediği ve savunamadığı olgunun karşıtın savunmasına umut göndermektedir. Kıbrıs sorununda isteyip de söyleyemediği ve gerektiğinde savunmadığını savunma duruşuna geçerken, umudu hep Rumların kabulenmemesi adına “zaten Rumlar ret edecek” beklentisine geliniyor. Birçok barışçı kesim neyazık ki bu tutumla hiçeleşiyor. Kendi içinde çelişkilerle yuvarlanıp gidiyor. İnanırlık kaybedip, etkin olma özelliğini de yok etmektedir. Sadece Kıbrıs sorunu değil, birçok konuda özellikle kendine “muhalif” diyen kesimelr böylesi tutarsızlıkları yaşamaya devam etmektedirler. Yüzeysel olarak da sistemi savunan kesimler olarak karşı oldukları yapının yedek lastikleri haline de geliyorlar…..
Hemen güncel gelişmelerle bunları somutlayalım: Örneğin, yükseklerden başlayarak konuya girelim.Malum ya pratikte gelişme olarak gündemde olmsa da politik kısırlıkta ve imaj oynunda Kıbrıs konusu yine kamuoyu önüne konuldu. Ayrıca, yedek konu olarak da kapı açılması da eklendi… Şu basit çelişki geçişine bakın! Mustafa Akıncı, dün “B.M. parametlreleri artık önemini kaybedip, yeni bir yol bulunması gerek” diye haykırdı. Sesi dahai yükselip kendinin elinden geleni yapıp, Rumlardan karşılık almadığını ezber tekerlemesine ekledi! Birden ayni lider bu defa sanki eski yüksek frekanslı siyaseti kendi dememiş gibi “B.M. parametlerelri çerçevesinde” deyup, Kıbrıs sorunu çözümünü söyledi. Yine kendinin elinden geleni yaptığını da katmayı unutmadı. Aş, yalan tuzundan mahrum kalacaktı! Ayni anda Türkiye Dışişleri bakanı Mevlut bey de tam aksi demeçle parametlelerin artık sözkonusu olmadığını kesin dil ile ifade etti. Bunların anlık toplamında, birbiribi tutmayan, ama ortak paydaşla “elden geleni yapma” sözlerle sonlandırma bitirişi, adeta peşpeşe söylenenin aslında doğru değil yalanın başka yalanla devamından olduğunu göstermektedir. Tabi, Akıncı ve Çavuşoğlu meşur sözlerindeki “elinden geleni yapmanın” ne olduğunun açılımı da yoktur. Koydukları uluslararası belgeler veya parametrelerin de kendileri etrafta yok. Kesin bilgi olmayınca ve takınılan tutumlar söylemedikçe, devamında hangi sözcükler olursa olsun, kendilerinin haklı ve gerekeni yapma sözleri ile başarılı kılma algısında dolaşıp duruyorlar. Halbuki o gerekeni yapmanın neleri içerdiği veya parametrelerin içeriği açıklansa, insanlar bilerek tarafaar olup tartışacaklar. Tabi, karşıt kamuoyunun da bunalrla Kıbrıs oyunu oyuncaklarla barışçılık oynayarak bedelsiz devam etmenin de tadını çıkarmaktadırlar….
Ayni senaryo meşur kapıların açılmasında oluyor. Mağusa insiyatifi ısrarla Derinya kapısı açılsın derken, özellikle de altını ticaret özle doldurup, geçiktirmeleri sorgularken, nedense nelerin engel olduğunu söylememesi ve söyleyenlerin de yanına yaklaşmaması da baştan çelişkileri etrafa saçmaktadır. Üstelik, Akıncı gibi kişilere de sıkılmadan “gerekeni yaptık” deyip her zaman kendilerinin de haklı olduğunu söyleme olanağını da veriyorlar. Hem insani konu olması gerekeni metalaştırp karlaştırma, hem de gecikmenin Türkiye gerçeğini örterek, dokunmadan talep etme yüzeyseliği Mağusa kapısının açılmasında da yaşanıyor. Her konuşulan veya ayni koltukcu cepeden her konuşanın başka algı parıltdattığı Derinya kapısı süreci de yaşıyoruz…..
Bunları artırmak güncel gelişmelerle mümkündür! Örnek, ünüversite açılışında Tufahın ders verme duruşuyla söyledikleri, birçok olaydaki yaklaşımlar olanı değil de yüzeyselik le ezberli algılarla donatılmaktadır. Elbet bunun nedeni genel sistemin varlığının örtülmesinin temel katgısı olduğunu da unutmamakla konu kavranma şansı vardır.***
Bu denli kolay hem de birbirini tutmayan laflarla yapılan günceleşmeler karşıtın dilediği atışı yapmasıyla gerçekleşmiyor! Bunu alıp kabulenecek kitlesel güç de bulduğu için normal hale geliyor. Söylenen net yalana dahi tepki vermeden umut veya eleştiri olarak algılayıp güncel yaşama sokuldukça, kandırılmalar ve söylemler ayni kısır döngüde devam edip sürecektir. Tıpkı, karşıtların da ayni benzerlikte kendi kültürleşmelerini oluşturması gibi. Bu kısır yapıda öğrendik ki savunulan gerçekelr değil, biryerlere gelmenin kültürel önceliği ile hareket edilip, koltukalra geliniyor ve geldikçe ona benzeyip taklitle devamını üretmektedir. Birçok günümüz yöneticisi için şu gerçek kesindir: “Birşeyleri değiştirmek öncelik değildir* Amaç, biryerlere gelmek amaç birincilik ilkesi haline geldi”! Sonuçta da o yere gelmek için de gereken davranışla benzeyerek gelinmektedir. Bundandır ki ahali arasında belki en doğru değim “kim gelirse gelsin aynidir” sonucunun kabul görmesidir.*****
Bu tutumlar sadece koltuk yolunda işbirlikleşme teslimiyet kültürüylesınırlıdır. Yukarda belirtiğim ilkeden birisi olan “nerden nereye gelindi” kuralı önemlidir. Değişmeleri gözden kaçırma ile kendi söyleyemediğinin başkasından bekleme duygusu, oldukça yanlış duygusal sonuçlara sıradan veya kendine muhalif diyen insanları da getirmektedir. Bunu enson, Seldanın konseri sonrası Sosyal medya tartışmasında yaşadık. Merak edenler Ratyo Mayıs prokramındaki Perşenbe günkü yayındaki son dakikalardaki yorumumu da dinleme şansı vardır….
Konsere giden kişiler ne Seldanın son durumunu, ne Türkiyeli sanatcı olup, burada söyleyeceklerinin Türkiye dönüşündeki gerçeği, kendilerinin de nereye geldiklerine bakmaksızın konserdeki Seldanın durumunu keskin eleştirenler oldu. Bu eleştirenlerden bazıları neyazık ki kendi kontrolundaki örgütlerde devrimci şarkı söylemesine karşı olanların da olduğu, bazılarının Akıncı çizgisinde olup zaten Devrimcilere bakışın oldukça ters oluşu, kendilerinin söylemekten kaçıp korktukları olguların örtüsü ile Seldaya veriştirdiler. Elbet Seldanın geldiği çizgi veya olduğu çizgiyi gözetmeden, kendi gemledikleri eski duyguları tatmin etmek isteyenlerin kalemleri daha bir kan damlatıyordu.
Elbet, Selda gerçeğin, Türkiyedeki koşulları bilen kimse fazla şaşırmazdı. Ama, kafada kendinin söyleyemediği veya eski nostaji arayanlar bunu Selda şarkısında bulmak isteyince işler karıştı. Ayrıca, Selda olayında genel Kıbrıs Türkiye ilerici kesimlerin birbirinden nedenli yabancılaştığının da resmini gördük. Sadece Türkiye solunu suçlamak gerekmiyor! Örneğin, Türkiye referandumlarında kendine Kıbrıslı barışçıl diyen kesimlerin önemli kısmı anayasal evet le Kıbrıs çözümünü özdeşleştirmedilermi?
Kısaca, hem Türkiye hem de Kıbrıs solunda oldukça farklılıklar, resmi idolojilere bakışa dek uzaklaşmaktadırlar. Tersinden söyleyelim: Selda Kıbrısta konser verip birielri duygusal kırıklık yaşarken, örneğin yıllardır Kıbrıstaki duruma işkal diyen, Kıbrıs sorununda uyuşturucu özü de koyan Altan kardeşler önemli ağır hapis cezası aldılar. Acaba, son döneme dek, K. Kıbrısa bunları getirip Kıbrıs sorunu anlatıranlar, sivil örgüt dersleri alanlar, kendilerine yakın gösterenler, bir söz yazıp olayı kınadılarmı? Burada Altanları savunma veya yerme amacım yoktur. Kendi içsel kaypaklaşmanın nasıl düşünsel değer olup kültürleştiğinin kıyası için Selda örnekle birlikte verdim…..
Tabi unutmadan; K. Kıbrısta artık halk veya toplum ölçeğinde ortak değerler kalmadı. Dahası, son araştırma ile eğer ilkokula giden öğrencilerin Y.58 sadece TC kökenli oluyorsa, ozaman ortak paydaşların olması da güç. Ama, Altanlar ve Selda olayında karmakarışık muhalefet ekseninin yaşamla duygularının da nasıl çeliştiğinin acı kanıtıdır. Bunlar hep bizim memleketin manzaralarının dışa vurduklarının genelden sokağa varan renkleridir. Bu yapıyla gerçeklerden uzak ve hep kendi içinde çelişen özleriyle olurken, iç dinamikle nasıl Kıbrıs birleşecek? Yanıtı ise yine istediği yere gelmek için gerekenleri yapan Mustafa Akıncı verdi! “Sığınacak son liman, Türkiyedir”!