1950’li yıllar ve kıbrıslıtürk toplumunun kaderi – Ulus Irkad

615

Şu anda Özker Yaşın’ın Nevzat ve Ben adlı üç ciltlik eserinin İkinci cildini okumaktayım. Rahmetli Özker Yaşın bize hamaset dışında gayr-ı resmi bir şekilde anılarını,yaşadıklarını bu kitaplarda objektif bir gözle sunmaktadır. Eleştirel gözle olmasaydı aslında Kıbrıslıtürklerin geçmişi hakkında sadece tek bir ağızdan gerçek dışı yazılan bir tarih anlayışıyla geçmişi öğrenecektik. Rahmetli Özker Yaşın’ın anılarını anlatan bu kitaplarda Özker Yaşın Milliyetçi, Atatürkçü resmi görüşe yalkın olmalarına rağmen,Kıbrıslıtürkler arasında, o dönemlerde sosyalist bildiğimiz sendikacı Kıbrıslıtürklerin dışında, taksime karşı olan insanların da varlığını yazmaktadır ve bu insanlar Kıbrıslıtürk liderliğine de bayağı karşıdırlar. Kıbıslıtürk toplumunun demokratikleşmesine ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de yaşamasından yanadırlar. Bu durum daha sonra ortadan kalmış ve bir şekilde bu kesimler sessizleşmiştir ama 1950’li yıllarda bu tip kesimlerin bayağı aktif oldukları görülmektedir. Aslında Dr İhsan Ali’nin Türkiye’de dayandığı sol kemalist veya sosyal demokrat gruplar bunlardandır ve Dr İhsan Ali’yi de bu muhalif kesimler bayağı yüreklendirmektedirler. Özker Yaşın’ın bu konularda bize verdiği bilgiler arasında aşağıdaki paragraf da bayağı açıklayıcıdır:

“Kıbrıs Türklerinin siyasi tarihi saptırılmadan, tüm hizmet edenlere hakları verilerek yazılmalıdır. Hani Vehbi Zeki Serter’in yazdıkları ile bu iş yürümez!..

Örneğin şimdiki ve gelecek kuşaklar Lefkoşa’da 23 Nisan 1962 Pazartesi gecesi yatağında uyurken öldürülen Ayhan M. Hikmet’in Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Genel Sekreterlik görevini yıllarca “meccanen” yaptığını bilmelidir. Yine aynı Ayhan M. Hikmet’in Atatürk Enstitüsü kurucularından ve ilk öğretmenlerinden biri olarak “meccanen” ders verdiği de bilinmelidir. Sizden önceki Kıbrıs Türk  Kurumları Federasyonu Başkanı Faiz Kaymak’ın siz yerine gelene kadar “meccanen” çalıştığı da bilinmelidir” (Yaşın, 1997,sf.541, 2. Cilt, Denktaş’a gönderdiği mektuplardan)

Özker Yaşın’ın kitabında (sf.569) arkadaşı Türkiye’de avukatlık yapan Nevzat Karagil’in Dr Küçük’e karşı muhalif olduğunu belirtilir. 1957 yılında Kıbrıs’a gidip köylerde Kıbrıslıtürk liderliği aleyhinde konuşmalar yapınca ,5 Eylül 1957 tarihinde Ankara’ya uçakla döner ama polis tarafından sorgulanmak üzere tutuklanır. Tutukluluğu hakkında bizlere bilgiler veren Yaşın bu tutukluluk sırasında Karagil’in polislerle şu diyaloğunun geçtiğini de belirtir kitabında:

“İkinci gün yapılan sorgulamada, Kemal Aygün (Ankara Polis Komiseri, u.ı) masasının üstüne koyduğu daktilo edilmiş bir kağıda bakarak, Kıbrıs’ta dolaştığı köylerde söylediği bazı cümleleri okudu. Köylülere bunları söylemesinin amacını sordu. Nevzat bu sorulara bazen mantıklı bazen mantıksız yanıtlar Verdi. Sonuç olarak Türkiye’nin “şayet Kıbrıs adası İngiltere tarafından terkedilecekse eski sahibi Türkiye’ye verilmelidir.” Şeklindeki politikasının doğru olduğunu açıkladı. Bu politikanın değiştirilip, Kıbrıs’ın “taksim” edilmesini istemenin yanlış olduğunu düşündüğünü vurguladı…”(sf.569).

1950’li yılların başlarında Kıbrıs’a getirilen ve Kıbrıslı Türk Gençlik Teşkilatı’nı kuran adam, Celal Hordan, maalesef bizim liderliğin de hoşgörüsüyle toplumu köylerinden şehirlerine kadar mafiya ilişkileriyle teslim almış, toplum parasını, yumurtasını ve arpasını bu kaba ve güç ve şiddetten yana teşkilata teslim etmiş durumdadır. İnsanlar Kıbrıslırumlardan alışveriş yaptılar diye baskı görmekte, dayak yemektedirler. Bu arada tabi ki usülsüz para toplamalar, toplum liderlerinin adları verilerek sahte makbuzlar basılmakta ve bu durumdan  Dr Fazıl Küçük’ün bile isyan ederek şikayet etmeye başladığı kitabın ikinci cildinde belirtilir. Bu arada Hordan ve teşkilatı artık gemi azıya almış, aşk -maşk işlerine bile el atmakta Kıbrıslıtürk gençlerinin Kıbrıslırum kızlarıyla flört etmesine bile karışmaktadır (Bk aynı kitap, 2.cilt, sf. 480-498). Adeta toplumun üzerinde bir terör estirilmektedir ve toplum nereden geldiğine pişman edilmektedir. Nihayet Dr Fazıl Küçük de bu işe karşı çıktığı için Hordan Türkiye’ye gönderilerek rahat bir nefes de alınır ama daha sonra teşkilat kurulunca maalesef aynı terör gene toplumun başında estirilir. Rahmetli Özker Yaşın’ın anlattığına göre birçok insan bu dönemlerde sırf bu baskılar yüzünden göçetmek mecburiyetinde kalır. 1974 sonrasındaki anıları okursak Kıbrıslıtürk toplumu gene baskı altındadır ve her bakımdan terörize edilmektedir. Belli ki aynı toplum liderliği gettolar döneminde de baskılarını devam ettirir ve toplum bir o kadar daha beniletilir.

Aslında Kıbrıslıtürklerin başına gelen tüm baskı ve empoze olayları Türkiye’deki istikrarsızlığın da buraya yansımasıdır. 1980, 12 Eylül darbesiyle aynı terör ve korkutma dalgası bu defa bir başka şekilde bilhassa 1989 yılından sonra toplumun başına gelir. Bu korku dalgası ve beniletme, Kutlu Adalı’nın vurulmasına hatta miting alanlarının bombalanma planlarına kadar ulaşır.

1974 sonrası da resmi ideoloji delinmediği müddetçe baskı yoktur ama resmi ideoloji delinmeye başlar başlamaz ve de Türkiye’deki yönetimler de Kıbrıslıtürk liderliğinin ideolojik yandaşlığına gelince, sorun kalmaz ve gene Kıbrslıtürkler baskı altına alınırlar. 1989 yılında YKP’nin kuruluşuyla adına “Kıbrıs Türk Halk Hareketi” diyen bir yeraltı grubu, öncelikle YKP’yi bombalamakla başlar faaliyetlerine ve arkası da gelir. Bu bombalama eylemleri 1996 yılında rahmetli Kutlu Adalı’nın katledilmesine kadar devam eder.

Şimdi yeni bir versiyon vizyona konulmuştur. Kıbrıs Türk Halk Hareketi değil ama onun ülküsünde olduğu belli bir güç ve AKP-MHP ülküsüne uygun olarak aynı yöntemlerle öncelikle linç versiyonuyla Afrika Gazetesi’ne saldırı başlattı. Eğer o gün son anda sağ duyu hakim olmasaydı, Afrika Gazetesi içinde bulunan insanlar katledilecek ve aynısını Sıvas’ın Madımak Oteli’nde gördüğümüz bir linç veya katledilme olayına şahit olacaktı Kıbrıslıtürk toplumu. Hoşgörü ve demokrasi anlayışından mahrum bir kitle burada Türkiye’de, AKP’nin başkanı ve Cumhurbaşkanı olan tek adamdan linç emri alarak planını yürürlüğe koyarak, gelecek olan faşizmin Kıbrıslıtürkleri cezalandıracağı mesajı Verdi.

Bunun değerlendirilmesine bakarsak, aslında tehlikenin büyüklüğü sırıtıyor ve eğer Kıbrıslıtürk toplumunun  sol güçleri birleşik bir cephe oluşturmazsa bundan sonra tehlikenin de çok büyük olduğu görülmekte, barış ve görüşme girişimleri bu tehlike tarafından yokedilebilir mesajını doruklara yükseltmek lazım. Eğer Kıbrıslıtürklerin dinamik güçleri bu tehlikeyi, “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” modeliyle kovamaz ve Güney’deki Kıbrıs Cumhuriyeti ile bir uzlaşma ve birleşme sağlanamazsa, tehlike bundan sonra tüm Kıbrıs adası için de olacaktır.

Afrika Olayı ne isterse olsun artık tüm değer yargılarını değiştirip Kıbrıslıtürklerin varolmasının, hem ülke hem de bölge barışı için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Sorumluluk duygusu ile hareket edilmezse, bundan sonra Kıbrıslıtürklerin hiçbir yerde varlığı da söz konusu olmayacaktır…