Zaman zaman konuyu ve özellikle Kıbrısla alakalı makale seçkisi yaparken, mutlaka kendimi de sorguluoorum. Kıbrıs konusunda normal gündemli ve amaçsız olup salt gündem doldurma veya algı operasyonlu tetikleme provakasyonlu eksene pek takılmak istemem. Bundandır ki yerel konuda önemli durum olmadıkça, pek yazmak istemem. Hele de ayni nakaratlı döngüdeki sırf birilerine yaranma veya gündemde kalma adına yalanla süslü koşullara pek takılmak istemem. Fakat, dönüp de baktıpımda, direk yaşadığım ve tanıklıklarla yeni belgelerle iyice birikim sağladığım dönemi hala olmamış gibi sırf güncel idolojik faydacılıkla kurgulu tarih yazma resmi tavır sonucu, ben de yeri geldikçe kaçınılmaz olarak bu birikimi doğruları aktarma adına kulanmaktan kaçamam* Yine, direk gerçekler varken, yazılı belgelerden, anlaşılmış kararlara dek belgeler uçuşurken, sıkılmadan hala yanlışlarla gündem yaratıp saptırmalar sürüyorsa, bununla toplumsal potansiyel yanına akademik eksenden de karşılık gelince, istemesem de olanları aktarmak zorunda kalıyorum! Çünkü, gerçekten siyasal yapılanışla tamamlanan bu yanlışlar sonuçta olanı değil, kendince “kurtaranla” yeni kamuoyu oluşturuluyor. Kaldı ki başta onca yerleşime karşın Türkiyede dahi Kıbrıs konusu olanlarla değil yasaklı tabusal idolojik çizgielrle hala devam olarak sürdürülmektedir.Bundandır ki hem yakın tarih, hem günümüz yaşananlar üzerinden enazından gerçekleri kendimce aktarma adına koyduğunm ilkeleri bazen kırarak böylesi makaleler yazıyorum. Yazıyorum, çünkü gerçekten yanlış yalanlarla epey yerleşip siyasal kültürleşen gerçek karşımda dimdik duruyor. Diyeceksiniz, “Bu neyi değiştirir”! Değiştirmese de ilerde çok acıtarak çıkacak gerçekler karşısında, bu dönemde olan duruşların da doğru sorgulanmasına kaynak olsun bulunacaktır. Gerçekler örtülemez* Geciktirilebilinir; fakat, geciken her gerçek, ilerde daha çok acıtarak yaşanacağı da kesindir. Dünya bunun direk kanıtıyla yaşadığımız gezegenin kendisidir.
****
Budenli girişle aslında benim yazarken dahi, tartışacak insan karşımda olmasa da, konuyu başlarken kafamda zaman zaman bu karmaşa yaşanıyor. Nitekim, ben bu yazıya başlamadan, okuduğum birçok makale oldu. “KKTC” ilanı özellikle Türkiyede pek raslamadım. Hat ta, açılan iki kapı veya Akıncının yağcılıkla bezenen demeciyle Türkiye mesajı da duyulmadı. Bunlar bizim gerçeğimiz. T 24 sitesinde sadece bir iki kapıyla alakalı makale okudum. Oda, şöylesine başlayıp, yerleşen güncel politik algıların esirliğine düşerek garip “Kıbrıslı Türk” veya kavram fetişizimleştirilen federal sıkışmasında söndü. Dönüp özellikle Derinya kapısındaki Türkiye tutumuna damla koymazken, Anastasiyadise göderme resmiyesinde de yazıyı tamamladı. Bu makale, aslında yazıp yazmama içerikli yazımın yazılmasına yönelmeği de getirdi. Neden biraz da bu makale ile tırmandı. ***
Çok fazla değil. Benim gençliğimin en iyi döneminde 1983 yılına dek geriliyorum. Kasımın başından itibaren nedense her konuşulan duyarlı yerlerde “acaba ilan yapılacak mı” kuşkuları biraz da endişe ile konuşuluyordu. Garip ayrışmalar da oluyordu. Görünüşte TKP, CTP ve bazı sol kesimler bu ilana karşı duruyordu. Garipti, Öğretmenler sendikası ulusal bağımsızlık adına Denktaş ekseninin savunduğu duruma destek veriyordu. Sağ partiler de zaten seksen başından bu probagandaya başladılar.
Taplonun özü bu. Türkiyeden de gelen rüzgarlar aynen ilanın yapılacağı mesajlıydı. Oysa, bazıları, Türkiye üzerinden aynen şimdilerde yapılan ezberle “uluslar arası koşullar” denilip aldatmaca ile gelmekte olan süreci ötelendirip duyarlılığı kırmaya çalıştılar. Ama, gerçekten ne zaman saray yemek çağrısı olunca herkes ilanın olacağına da inanıyordu. Nitekim, saray yemeğine gitmeden önce, CTP ve TKP vekileri Saray Önünden kuğulu parka taktıkları vekil madalyolarıyla, konuya karşı oldukları ve federal Kıbrıs talepleriyle yürüdüler. Nedense, Öğretmenler sendikası bu tip karşı çıkışlara hep başka telden yanıtlar veriyordu.
Bu durumlar kimilerinde “belki kabulenmezler, çoğunlukla ilan edilir” beklentiler şüpelerle seslendirenler de oluyordu. Sonuçta, Saraya gidip yemek yendikten sonra konu gündeme geldi. CTp ve TKP öncelikle Türkiyenin tutumunu sorup olaydaki tamamlayıcı merkezin de onayını duydular. CTP yine de parti meclisini toplayıp ayni gece oylayıp 2 oy farkla kabulendi. TKP ise meclisinden korkarak “çünkü sol kanat güçlüydü” parti meclisine dahi sormadan teslimiyeti çekti. Ertesi gün de Denktaş geceden öteki güçlerin de katgısıyla meclis önünde ahaliyi toplatıp “KKTC” ilanını yaptı. Böylesi basit gelecek adımlarla ilan yapıldı. Tabi günümüze gelince, zamanında ilanla olacaklrı söyleyip karşı olanların da hemen tüm söyledikleri sonuçlar da günümüzde yaşanmaktadır. Bir farkla, o zaman karşı çıkan çoğu kesim kolayca teslim olup bu günü savunur çizgiye de geldiler….
Bu konuda değişen TKP ve CTP değildi, Öüretmen sendikası lideri Arif hoca da bağımnsızlık olmadığını anlayarak, KKTC yapısının bağımlılığın üst derecesi olduğunu savunan küçük sol kesimin yanına geldi……
Aslında 74 Sonrrası iki önemli süreç vardır. İşkal ile başlayıp, ganimet paylaşımlı yapılanma ile genişleyen Kuzey Kıbrısta, teşkilat kesimi yönetimli sivil sıçrama ile direk Türkiye bağları paradan nifus taşımakla sürdürülürken, oluşan boşlukla yeni filizlenen sol da muhalefet ekseninde dalgalı şekilde yerini bulmaya çalıştı. Bunun ilk kırılma tarihi 1981 seçimleri oldu. Çıkan rakamsal taplolara müdahale edildi. Denktaaş kazanfdırılırken, itirazın yapılmaması için de Anayasa başkanı kayıplara karıştı. Hükümet ekseninde de benzer müdahalelerle adeta Türkiye siyasal baskı ile yerel işbirlikci bağları yapısal olarak önemli bir adım atılar. Hele de TKP provakasyonlarla da hükümet baskısından vekil kopartma girişimleri de karşılık buldu.
Bu koşullara ek olarak Türkiyedeki 12 Cuntasının adaya yansıması ile cılız solun dağılma veya bir kısmı TKP içi mücadele kayışı ile sol bu tarihle yükselme çizgisini aslında kaybetmekteydi! Bu konuda hem 81 seçimleri ile gelinen aşama veya 83 başında gelemkte olan KKTC ilanı tehklikesi adıyla geniş iki derlemem o dönemlerde yazıldı. Şimdi dönüp okuduğumda tüm öngörülerim neyazık ki acı ve basit şekilde gerçekleştirildi.
****
“KKTC ilanıyla, aslında K. Kıbrıs bağımsız değil daha da Türkiyeleşme yapılanışa hız verdi. TKP özellikle hızla sağa kayarken, CTP de Sovyetlerin artık dağılma aşamasında, teslim olup koltuklarla sistemin daha yumuşak teslimiyetine hizmete geçti.. Bu darbe, aslında sol sloganların dahi artımla kısırlığına dek gelindi. Nitekim, bir örnek verelim: KTAMS seçimlerinden birinde 86 yılında Demokrat memur hareketinin “emperyalizme bağlı” ifadesine baştaCTP ve TKP sağ kanadı direk linç derecede karşı çıktılardı. Bu her şeyi anlatır….
Demek ki KKTC ilanı bildik bağımsız ülke olayı ile alakası yok. Bazı sol gösterip aslında teslimiyetle çıkar sağlayan “akademisyen ve politikacılar” sıkılmadan bağımsızlık ilanının Türkiyeden bağımsız olduğunu, Özala Evrenin ateş topu olduğunu söylediler. Breket versin, İlter Türkmen ve inal Batu bunun gerçek yüzüyle Türkiyesiz olmadığını açıkladılar da bu yalakalı teslimiyetci “sol aydınların” konuşmalarını fazla sürdürmesine de engel olundu.
*****
Ayni rakam 15 Kasımla 1967 yılına da uzanırsak, eski adı Köfünye veya yeni adıyla Geçitkale olaylarına raslarız. Bu sadece “Rum saldırıları ile öelenler” noktasında brakılır. Bir de deşince kimileri bu konuyla birlikte oluşan diplomatik hamleler sonucu Kıbrısta kapalı olan yolların açılıp, normaleşmenin başlanma tarihinin de olduğu akla gelir. Ayrıca, adada bulunan ve Türkiyenin de onayı ile gelip sola karşı savaşacağı söylenen Grivasın Yunan askerleri ile birlikte adadan ayrılma sonucu getirdiği de görüldü!
Dileyen Rumlardaki Grivas Makariyos ayrımı dedi, dileyen ikisi ayni idiler denildi…. Arada Türkiyenin de askeri müdahale hamlesi ile ABD diplomasisinin sonucunda Kıbrısta normaleşme başladı. Türk Rum halkı normaleşmesi sürerken de başka bir çelişki Yunanistan Kıbrıs yolunda tırmanmaya da başladı….
Bunlar şöylesine böylesine konuşuldu. Hat ta, yazanların seçkisine göre de kulanıldı. Şovenizim de kolayca damıtıldı. Politik kazançlar çıkarıldı. Fakat, Köfünye veya Geçitkale olaylarının tümü yine bilgilerde kulanılmadı. kKöfünye olayının nedenleri fazla irdelenmedi. Örneğin Köfünyede olaylar öncesi “Deli Çetin” lakaplı bölge komutanının yaptıkları hiç söylenmez. Hele de saldırı alevlendiricisi “Papazlar” olayına kimse söz kondurtmaz. Hele de Köfünye paşalarından birinin öldürülmesi ile nedenleri yanına gelen sonuçları da pek söylenmez. Özellikle Paşa ölümüyle yaşanan gelişmeler ile katılanların sonradan gelişen genel bazı durumlar bilinirse, çokca sorgulanacak genel sistemsel noktalarına genilecektir. Hele bir isim vardır ki!
******
Bakın, önce yazıp yazmama sorgusuyla başladığım yakın tarih makalesi neleri geliştirdi. Daha bilinip ve unturulmak istenip konuşturulmayanlar eklenince, konuşulanların nedenli yavan olduğu da anlaşılacaktır. Zaten, “KKTC ilanı” ve sonsuza dek bağınsızlık nutukları atılırken, Kıbrıs sorunu konuşulması ve masada türkiyenin etkin tutumu yaşandıkça, olayın kendi özünün de aynası olmaktadır. Dileyen hala istenenin kısgacında kalsın.