Bilmem ama bana Girne’deki felaket pek de sürpriz gelmedi. Neden mi? Açıkça yazayım; pek başkaları gibi öyle ideolojik analizlere de girmek istemiyorum. Daha basitçe iki sene önceki bulgularımın neden olumsuz olduğunu belirteyim; İki sene önceydi, sanırım kızımın isteği ile onu Girne’ye götürdüm. Lefkoşa’da Fransızca sınavına girmiş ve rahatlaması için benden onu Girne’ye götürmemi istemişti.42 yıl önce Girne’de yaşadım. Daha orayı terkeden Kıbrıslırumların bıraktıkları duruyordu ve Girne sadece huzurlu bir kasaba olarak görünüyordu.Girne’nin o zamanki yapısı Kıbrıslırum sakinlerin kurdukları, sessiz,düzenli bir kasaba yapısıydı, huzurluydu, yağmur suları yağdığında kolayca denize ulaşıyordu. Orada üç-dört katlı Polidamas apartmanlarının dışında yüksek binalar yoktu. Her mahalleden muhakkak bir evlek geçerek, yukarı Girne’den dağlardan akan seller, bu evlekler ve kanallar vasıtasıyle denize akmaktaydı. Ben bir sene 1976-77 yıllarında Boğaz yolunda, iki sene de Dorona Otel’in arkasında yaşadım. Oralardan Öğretmen Kolleji’ne gittim çünkü o zamanlar Öğretmen Kolleji Girne’deydi. Altan İmamzade’nin dükkanı, Kale Kumaş Mağazası ve Ordu Pazarı’nın bulunduğu dört yol kavşağında büyük bir evleğin olduğu ve bu evleklerden akan suyun düzenli bir şekilde denize aktığını çok iyi hatırlamaktayım. Bunun yanında 40 yıllık turist rehberliğim de vardır ve rehberliğim sırasında da devamlı Girne’ye gittim. Orada çok saatlerim ve günlerim geçti. Ne yazık ki kızımın da isteği üzerine iki sene önce gittiğim Girne artık bildiğim Girne değildi. Her taraf beton arme evlerle dolmuştu. İnşaatlar arasında zorlukla Çatalköy’ün yolunu bulmak isterken mahalle aralarında da yüzlerce inşaat alanına düştüm ve binbir zorlukla ancak labirent gibi yerlerden geçerek, Çatalköy yolunu ancak bulabildim. Bulabilmişsem de maalesef tesadüf eseri buldum.
Daha sonra bir lokantada yemek yemek için oturduk ama oturmaz olaydık. Etrafımızda inşaatlar vardı ve tozdan boğuluyorduk. Hatta yemeği bitirdikten sonra da bir arkadaşın pastahanesine gitmek için arabamı döndürmeye bile yer bulamadım, mecburen büyük limana giderek tekrar geri döndüm çünkü oturduğumuz andan itibaren, yanımızdan yüzlerce beton kamyonu geçerek, zaten rahatımızı bozdu. Herneyse tekrar yola koyularak binbir güçlükle arkadaşımın pastahanesini bulduk ama öğleden sonra çatalköy yolu üstünde aynen benzerini İstanbul’da gördüğümüz bir trafik sıkışmasına uğradık, oradan çıkabilmek için akla karayı seçtik. Bu geziden sonra da artık Girne’ye girmenin çok zor olacağını ve Girne’ye gitmeye artık gönlümün istemediğini aileme de söyledim. Zaten Girne hiçbir ziyaretçinin de beğenemeyeceği toz duman ve çimento tozları arasında bir kent durumundaydı. Ben bir turist olsam artık Girne’ye uğramazdım, zaten şu anda duyduğumuz haberler oranın artık bir beton yığını haline gelmesinden sonra pek turistler sevmiyorlar. Yontulan dağlardan, yokolan ormanlardan,zeytin ağaçlarından, hatta harup ağaçlarından ve de Girne içinde ortaya çıkan beton dağlarından artık hiçkimse memnun değil. Halil Paşa arkadaş ise yazdığı bir yazıda Girne’deki insanların denize giremedikleri için Karpaz ve Mağusa Bölgesi’ne akın ettiklerini yazmıştı. Geçen hafta ortasında 15 dakikalık bir yağmurun yağması, dere ağızlarına ve su yollarına yapılan yanlış inşaatlardan dolayı Girne’de 1974 yılından sonra yaratılan yapı iflas etti. Girne adeta bir felaket yaşadı ve bu arada dere yatağının üzerine yol yapılmasından ötürü dört gencimizi de bu felakete kurban verdik.
Yatırımcılar şu anda Girne’yi mahvettikleri gibi bol alanları bulunan Mağusa’ya da gözlerini çevirdiler. Zaten dere yatakları dolmaya başladı. Mağusa’da da Girne’deki felaket yaşanacak gibi görünüyor. Eğer söylenenler doğruysa ve hükümet de bu adamlarla uyuşmaya girmişse, Mağusa da beyaz bayrağı çekecek ve esas felaket turizm alanında, tarihi yerlere yapılacak tahribatlarla yükselen, yüksek binalarla olacak.
Girne’deki felaketten sonra aynı acı ve üzüntüleri yaşamak yetmedi mi? Hala daha bu tahribata seyirci mi kalacağız? 44 Yıldır uygulanan yanlış politikaların, hukuk ve insan hakları tanımaz umursamazlığının, tüm kötü yanlışları bu defa da doğayı katletmemizden ötürü doğal felaket olarak bizi cezalandırıyor. Kuzey Kıbrıs’ta şu anda her bakımdan iflas etmiş bir yapı var. Bu yapıyı yaratanların bir şekilde artık yargılanması veya cezalandırılması gerektiği bir gerçek…