Öyle ekran karşısında krevatını düzelterek değil, elinizdeki belgeye bakarak konuşmak hiç değil; Koltukoltuk gücüne, elinizdeki militarist yapıdan kendine hukuk diyen kurumlara dayanarak değil, şu karşınızda gerçekleşenlerle yüzleşmeğe hazırmısınız? Konuşturulmayıp, aslında ülke yapısını net etkileyen ve sizin de inanılmaz katgısı olan olguları sorgulamaya hazırmısınız…. Yok, bunları da ayni sis perdeli, nemle örtülmüş duvar örülmeleriyle kendinizi koruyarak savuşturma sözlerine yeniden sarılıcak, bunlardan yine ötelenerek kurtulma noktasına mı bakacaksınız…. Galiba ben de sözcük yazacam diye, net gerçeklerle gelişim yapmayı erteleme moduna girmiş gibiyim….
Hiç uzağa gitmeyelim. Bazısı yaşanarak kendini direk hisetiren, bazısı da hala sansürle örtülüp yazılmayan gerçekler, K. Kıbrısta uçuşmaya devam ediyor. Daha önceleri, öngörülerle uyarılan tehlikeler birer birer yaşama sert şekilde vurarak gerçekleştirilmektedir. Daha acısı, çoğu acı gerçek, hala ülkenin geleceği için umut diye yuturulan politikaların da sonucu. Birileri cepleri doldurup bünün üzerinden zefk sefa yaşarken, oluşan yıkımlar doğadan hukuğa varan her yanda yoğun sonuçlarla yaşanmaktadır. Direk görüleni konuşup da neden sonuç ilişkisinden koparıp tam da inançlı gericiliğin kuluğuna düşünürken, Suriyeli kadın gibi hukukta da neyin nezaman nasıl yapılacağı kuşkularının da karşılığı oluyor. Bu arada sıkıştırılan Maronitlerin olayında da Karpaz Rumlarının kazandığı AİHM kararına da atıfta bulunmadan kendi başarılı hamle gibi de yuturalım…
Senelerdir söylendi, defalarca uyarılarla yeri geldikçe yazıldı… Seksenlerden beri dünyada o çok küçümseyip yerilip sağla teslim edilmek istenen dünya sol bilimciler ısrarla uyardılar: “Beyler, sermaye efendileri, zavalı ahali, iklimler bozuluyor”… Önceleri Küresel ısınma denilip, konu sanki normal ısı artışı algı gibi de saptırılırken,konunun daha iyi kavranması ve tehlikelerinin önemi anlatılma adına “iklim bozulması” ifadesi kulanıldı. Bunlardan birisi de yağışların veya sıcakların dengesizleşip doğal olayların da daha sert ve sık sık yaşanacağı da söylendi. Fakat,sermayenin milnoyonluk dolarları ve satılıp bunları örtme akademisyenler sayesinde senelerdir gizlendi….
Neyse, birielri diyecek ki “bizi pek ailgilendirmez”! Derken, K. Kıbrıs genelindeki yapısal eleştiriler ve ilerdeki tehlikeler de uyarıldı. Uyaranlar, dıştalandı, satın alınıp surturuldu, bolca makamlaştırılıp çıkarsal işbirlikci çizgiye çekildiler. Öyle çekildiler ki derelerin doldurulması, kapasite üstü nifus yığılması ve kalabalık yerleşimlerle, etrafın betonlaştırıldığı yerleşim alanlar oluştu. Sıkılmadan da “yasal yasaklar da” konulması işin cabası oldu. Hep söylendi; enn ufak yağış, selleri devat edecek. Ediyordu da kimse tınmıyordu. Zarar görenler dahi tam nedenleriyle yüzleşmiyordu. İklimler alemgalem edilip, yerleşimler acayip binalar ve alt yapısız gelişirken, bu birikim, artık daha sert mesajlar verdi. İklim bozulmaları dünyada olduğu gibi burada da kendini gösterdi. Akdenizcilikten Tropikaleşme veya kuraklaşma süreçelri artık Kıbrısta hisetmenin ötesinde direk normal yaşamın akışkanlığı haline geldi. Yağmurların sel tipi ve yoğunluğu kadar, artık mevsimler dengesine de ters düşen doğa olayları da normaleşti. Fakat; burada alışılan ganimet tipi düşünce ile rant hırsı aşkına bolca nifus ve faydacılık da eklenince, hem defakto bozuldu, hem de bilinmezlikler adeta normal şekle sokuldu. Nifusu hhem geneli, hem de kentler düzeyinde bilinmeyen bir kalabalık ülke haline sokulduk. Derelerinin bina dolduğu, orman arazilerinin imara açıldığı, hat da buna şanlı yargının da katgısı olduğu süreç de hızla yaşandı.
Sonrası mı: buyurun son günlerin yağışları ve yaşamın olduğu yerlerin haritası…. Üstelik de 20 derecede sıcaklık varken bu yağışlar kısa zamanlı yaşanarak bu hale geliniyor. Öyle ise birileri ekrana çıkıyor, krevatını düzelterek kararları açıklıyor! Hukukcuymuş, bakanmış, yetkiliymiş, mesleki oda temsilcisiymiş, yurtaşın sesiymiş ve sayre! Dileyen son Mağusa imar olayının da kısa zaman öncesi olan tartışmasındaki rollere de bakıp birlikte ele alma bütünlüğü ile konuyu daha da rahat anlar….
Hep gelinen nokta övülüyor. KKTC başarıları anlatılıyor. Nifus çoğaltma ile Rumlara karşı korku kulanılıyor. İşkalin kuralı, rantın aşkı ve işbirlikciliğin teslimiyet türküsünü okumaya pek de cesareti de olan yok. Bunalr hep göstere gösere oldu ve olacaklarının da konuşturulmaması için de tüm silahlar kulanıldı. “Baskılar, çıkar sağlama ve satın alma” yöntemleri artık torpil ve yandaş içerikle doldurulması ta başından yapıldı… Bilinmezler, yanlışlar ve rant aşkı iste bizi şu güncel yaşadığımız yağmur yağış gerçeğine dek getirdi. Ötesi boş. Yol halleri, evlerin yeri veya insanların konuya bakışı, hepsi sistemimizin şanlı birikim abidelerinden örneklemleridir….
İklim bozulması, KKTC yaıüpılanma gerçekleri sadece yağmurun yağmasıyla ortaya serilmiyor! Bazen de konuşturulmayan bazı acı bireysel gelişmelerde de gerçekleşiyor. Son günlerde yargıda yaşanan ve pek de ses çıkarılmayan Suriyeli kadın olayı herkese yüce denilen yargıdaki acı sızıntının da hikayesidir. Güneyden Kuzeye geçmekte olan Suriyeli kadına, sırf Güneydeki bir gösteriye katılıp Erdoğanın resmine karşı gösterdiği tavır nedeniyle mahkemeye çıakrılması da en basitiyle “utançtır”! Şener Levent boşuna yazmadı: Güneydeki katiler Kuzeye kaçarken, bunların katilikleri sorguya dahi alınmazken, bir Suriyeli kadının Erdoğanın resmine karşı yaptığı tavır gerekçesiyle yargılanması hukukun aynasına yeterli yansıma vermeğe yetiyor….
Tıpkı Afrikanın karikatür ve Erdoğan buyruklu afrin işkal davaları nasıl ki emsal dava haline geliyorsa, Bu Suriyeli ama Kıbrıs Cumhuriyeti yurtaşı insanın da Kıbrıs Cumhurieytinde suç olmayan hareketinin orda gerçekleşmesi sonucu burada yargılanma biçimi de önemli işarettir. Aynapalı veya Uyuşturucu suçlular Kuzeye gelince dokunulmazken, Elmasın katileri burada sığınırken, Güneydeki eylemi nedeniyle hem de bura Yurtaşı olmayan kadının yargılanması ibretdir. Savcılık, yargıç artık bunun ilerdeki simgesel anımsatılması belli…
Yeri gelmişken, burada Afrin işkal cümlesi yazıldı diye davalar okunurken, kimse Afrinde olanları konuşmuyor. Böylelikle bilinmezliklerle birlikte bir Afrin davası da burada yaşanıyor. Şu Afrin ilerde tarihi bakımdan Suriye olaylarında hem işkal hem de bazı yargı yapılanışlar nedeniyle oldukça önemsenecektir. Diyenler olacak; “Afrin bizi ilgilendirmez”! Böylesi hukuk olaylarıyla yaşarken de arada bir “yargıya dokunmayın* Güvenelim” sözlerinin de duyarlı kesimdeki karşılığı da artık normal olmayacak derecelere dek taşındı….
Garip ne mi: kendine hukukcu deyip de bununla övülen, yeri geldiğinde bizi dahi “hukuk bilmemekle” suçlayan simgeler, şimdi yönetim koltuklarında! Hala hukukculuk lafları ediliyor. Evinde kitap olup yargılananlar, kendi dönemlerinde yasal kitap dağıtanlara resmen polis saldırısıyla engel olunup tutuklanmalar, Meclise bayrak çekenler ve Afrika linç hareketinde olanların aranır görünüp tututuklanmamaları ve şimdi Güneyden gelen Suriyeli kadına orada yasal şekilde yapılan eylemine burada dava okunması gibi çok tuhaf ama buraya uygun davaların veya hukuki olayların yaşanması siz ce ilginç gelmiyor mu? Hele de hala yasalık denmelerine ne demeli….
Şu Maronitler olayına bir tamamlayıcı nokta koyalım: K. Kıbrıs 74 Sonrasından beridir yapılanıyor. Burada Maronitler de vardı. Bunlar Güneye de göç ediyorlardı. Maronitlerin köylerine dönme olayı Maronitler tarafından zaman zaman talep edilmelerine rağmen, bbu karşılık bulmuyordu. Buraya dikat: Yapılan özellikle Viyana anlaşmalarıyla parçalanan Kıbrısta Kuzeyde kalacak kesimlerle alakalı ilkeler de konuldu. Fakat, her zaman olduğu gibi; Türkiye ve bizim işbirlikciler buna uymadılar. Örneğin, Maronitlere benzer kurallar konulan Karpaz Rumlarına böyle davranmadılar. Benim yaşadığım köy de “Erenköy” de bu anlaşma sonrası Rumları da kaçırma amacıyla yalısaya yerleştirildi! Dip Karpaza da Türkiyeden nifus taşınıp bu baskılanma oluşturuldu….
Kısa zaman önce 2014 Yılında Karpaz Rumları AİHM kararıyla bir dava kazanırlar. Bu karıştırılmasın; 74 öncesi değil sonrasıyla alakalı oluşan anlaşmalar sonucu kazanıldı. Yaklaşık 60 milyon dolar deniliyor. Bu kararla, Maronitler de bu anlaşmaya ve kazanılan dava nedeniyle ayni taleple AİHM gitme yasalığı oluştu. Bence, bu konu biraz da buna bağlıdır. BNasıl ki Ahmet Cavitin seyahat nedeniyle kazandığı dava sonrası kapıların açılmasındaki etkenlerden biri olduysa, Karpaz Rumlarının kazandığı ulusararası davayla, Maronitlerin de kazanma şansı çıktı. Bunu azaltma ve erteleme çabası da olma olasılığı ben ce var…
Hani ikidebir bizim koltukcular ve siyasiler derler ya: “Uluslar arası hukuk” işte bu hukuğa bakınca pek de öyle olmadığı da ortada….
Makale kısa, fakat yazacak çok gelişme var. Analiz de ekleyince, kitaplar yetmez. Buna bir de durmadan atılan yanlışlı algılar da eklenince, gerçekten işimiz zor. Bu yanlışlarla da senelerdir birileri büyüyüp yaşıyorsa, potansiyel kitlesel destek de buluyorsa, o zaman gerçeklere kaçı lütfedip bakar, ben de bilmem. Ama, bilmemek de çare olmuyor. Yanlışa sarılmak da sonsuza dek kurtuluş olmuyor. İnanmayanlar, şu yağmurla yaşatılana baksın. Yine kimse nedeni konuşmasa da olumsuz etkilenmemeden kurtulamıyor. En iyisimi ben yazıyı burada şimdilik noktalayım.