Gene de insan hakları ve uluslararası hukuk önemli – Ulus Irkad

1700

Suriye’deki iç savaş başladı başlayalı Türkiye yanlış adımlar ve yanlış politikalarla Suriye sorununa baktı. Aslında Suriye gerçeklerini çok tersten ve geç okudukları ama TC’nin hukuk ve insan hakları boşluğundan olayları okuyarak yanlışa yanlışla gittikleri veya  Türkiye’nin anti-demokratik yapısından  mütevellit okumalar yaptıkları da bir gerçekti. Örneğin Suriye’deki Kürt toplumuna karşı da geleneksel telaşları ve orada bir demokratikleşme olursa Türkiye’nin demokratikleşmesini de getireceği, şimdiki evrenselliğe ters yapısını değiştireceği telaşı ağır basmaktaydı. Türkiye, ta başından, uluslararası hukuk ve insan hakları ihlalleriyle yönetilmekteydi ve İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş dönemi içinde bu bariz bir biçimde gözlemlenmekteydi. Önceleri ISİD, Kuzey Suriye’de etkinlik sağlarken, rahatça hareket eden Türkiye, Kuzey Suriye Kürtleri bölgeden onları püskürtüp etkinlik kazandık sonra rahatsızlanmaya başladı. İlk başlarda Isid’lilere karşı büyük tolerans gösterildi, Sincan’daki Yezidi toplumuna karşı tecavüz ve soykırımlara sessiz kalmakla başlandı. Isid’lilere silah verilmesi söylentileriyle bu sessizlik ayyuka çıktı. Çoğu ulusalcı ve AKP’li yazar, olaylara yüzeysel bakarak, bu rahatsızlığı Kürtlerin Kuzey Suriye’de bağımsızlık kazanıp, bunu Türkiye için bir tehlike olacağına yordu. Genelde bunlar resmi ideoloji çerçevesinde yazan yazarlardı fakat zaman ilerledikçe bunun doğru olmadığını da görmeye başladık çünkü Davutoğlu ve mensup olduğu hükümet, Emevi Camisi’nde namaz kılma hayaline kadar işi vardırmışlardı. Türkiye olaya stratejik derinlik veya menfaatler olarak bakıyordu ve maalesef bu öngörüsüz , çevre Arap halklarının menfaatlerini veya huzurlarını öngörmeyen görüş, yavaş yavaş Kuzey Afrika’dan hatta Mısır’dan itibaren Türkiye’ye katbettirmeye başladı. Milyonlarca Suriyeli göçmenin savaşın şidetlenmesiyle Türkiye’ye yığılması ise ayrı bir sorun oldu ama galiba Türk yetkililer bu konuyu önceleri düşünememişlerdi. 2002 yılında, bilhassa Kuzey Afrika’da, AKP ve sembolü ampülü örnek alan benzer ülküde partiler, yavaş yavaş ya kaybetmeye, ya güç yitirmeye, ya da zayıflamaya veya devrilmeye başladı. Tunus, Libya gibi ülkeler örnek teşkil ederken, Mısır’da resmen müttefik olan Mursi, tez zamanda su koyverdi ve bir darbe ile iktidardan uzaklaştırıldı. Sunni İhvan politikalaları burada da  iflas etti. Türkiye’de de politik ve ekonomik yıkımlar başgösterince, AKP çareyi rejim değiştirmede ve daha fazla baskı politikalarında buldu. Güneydoğu’da şiddet öncelik olurken, ortaya çıkan nereye bağlı olduğu ve içsel nedenlerinin ne olup olmadığı hala daha bilinmeyen bir darbe ile, yüzbinlerce insan tutuklandı, yaklaşık bine yakın insan da bu darbe sırasında öldürüldü. Arkasından daha da baskıcı rejim ve tek adamlık onay aldı. Daha da acımasız ve insan haklarıyla hukuka ters yaptırımlar sıklaştı. Yüzbinlerce insan hapislere dolduruldu. Hala daha AKP ile FETÖ arasındaki menfaat çatışmasıyla farklılıkları nedir sorusu sorulur olurken, darbenin siyasi ayağı hiç ortaya çıkmadı. Türkiye, rahatını da kaçıran ve artık Suriye’nin içlerine kadar girme aktif politikasını benimsemeye yönelten olaylar, aslında Rojava ile artık Isid’in darbe yemesi oldu ve Türkiye o bölgede Isid’i tüketmeye çalışan güçlerle hareket ederim derken, aslında Kürtlere karşı, Isid gibi karşı harekete geçti. Dıştan bakıldığında Isid’i koruyan ve kollayan bir politika olduğu hep sırıttı. Batı ülkeleri tehlikenin Isid’den dolayı kendilerine yönelmiş olduğunu görünce, Kürtlere dayandılar. Kürtlerin Rojava’da hemen hemen hiç yardım almadan Isid’lilere karşı mücadele vermeleri, onlara dünyada bir takdir kazandırdı ve ABD de onlara yardımcı olmak mecburiyetinde kaldı. ABD’nin aynen Türkiye gibi ilk önceleri Isid’lileri kullanma taktiği ile hareket ettiği gözleniyordu ama Isid namlularını Batı’ya da çevirince, ABD Kürtleri de bir koz ve denge politikaları içine aldı. Kürtlerin kazandıkları %33 toprak içinde onlar da bir hayatiyet kazanmak istediler. Onlar da kendi politikalarını dayattılar ama Rojava Kürtleri veya PYD ve PYJ de mevcut dengeleri  kullanarak kontrol kazandılar, bu dengede ABD de yer aldı. Aslında Özyönetim olarak Suriye içinde kalmayı isteyen Kürtler, taktik veya strateji gereği, ABD bölgeden ayrılayım derken, gene ellerindeki başka bir alternatifi,pek fazla istemeseler bile (Çünkü Şam Rejimi de onlara geçmişte çok baskıcı ve anlayışsız davrandı) kullandılar ve Şam’a yaklaştılar. Türkiye, ABD’nin boş bıraktığı alanlara girmiş olsaydı, aynen ISİD’in bıraktığı şiddet politikasını devam ettirecekti. Bu iki seçenek arasında kalan Kürtler, Şam seçeneğini bir taktik alternatif olarak kullandılar, ABD de bu yüzden bölgeden ayrılmasını biraz daha ertelemek mecburiyetinde kaldı. Afrin’deki olaylar gün be gün dünya medyası tarafından izleniyor ve orada Kürtlere Isid’den bozma ÖSO’cuların  neler yaptığı biliniyor. ABD bu şah-mat oyununda attığı adımı geri aldı ve tekrar bölgeye geldi çünkü bu durumun kendi menfaatlerine çalışmayacağını gördü. Tabi bu arada Türkiye de Rojava’ya saldırı hazırlığındaydı. Bu tehlike hala daha vardır ama  Kürtler de bölge içinde kendi kartlarını kullanarak bu kaos içinde kendi varlıklarının idamesini sağlıyorlar. Eğer ABD’den yardım almışlarsa bile bu akıllı politikalarının bir yansımasıdır.

Son zamanlarda Arap ülkelerinin de gittik sonra hem ISid hem de Türkiye’nin aktif politikalarıyla Orta Doğu’da Irak ve Suriye’ye devamlı harekatlar yapmasından rahatsız oldukları ve bunun sona ermesi için uğraştıkları da görülmekte.

Türkiye bilhassa Suriye’de kalmaya devam edecekse, belli ki şartlar ve durumlar devamlı olarak hep aleyhinde olacak. Devamlı olarak da bu saldırgan politikalarıyla dış dünya ülkerinin baskısı altında kalacak. Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi talepleri, yakında devamlı duyacağımız talepler olacağa benziyor.