Vicdan reddederken karışan akıllar – Murat Kanatlı

5185

Ülke gündeminde bir kez daha vicdani ret tartışması hâkim. Gene ortalık toz duman. Bir sürü ama’lı destekler gibi gözükenlerin yazdıkları, kafaların karışması, yasalar, uluslararası dokümanlar, anayasa ve maalesef konuşup konuşup, unutup yeniden başa dönen bir coğrafya!

Konunun neresinden başlasak bilinmez!

Önce herhalde vicdan nasıl reddeder kısmını konuşmak gerek… Kafalar karışık dedik ya, aniden birileri çıkıyor ve diyor ki “vicdani ret hak olabilir AMA onlar askere gitti” yani karşıyım diyemiyor, demiyor ama karşı! Uzun uzun vicdan nedir yazmak var ama yazının sınırları belli!

Örneğin kimse doğuştan vejetaryen ya da vegan doğmaz! Toplumun sana çizdiği yaşam tarzı ile hayata başlangıç yaparsın, bir süre geçer vicdanın da kimi zaman devreye girer, gelişir, şekillenir ve karar verin! İki yönde de olur, vegan olarak hayatını sürdürmektesin, bazı okudukların yazdıkların seni farklı etkiler et yemek ile fikrin değişir, hayvansal ürünleri kullanmakla ilgili yaklaşımların farklılaşır. Yaşam durağan değil, vicdanın gelişimi de…

Dini bir topluluğun içine doğan, Quaker, Yahova Şahidi bir çevredesin, öyle büyün, o değerler içinde yaşarken zorunlu askerlik kapına geldiğinde vicdani reddini kullanın… Ya da Muhammed Ali’sin, hayatın boksla geçer, savaşın acılarını, yaşananları görün, inancın ve dünya görüşün değişir, Vietnam Savaşı için kapına dayanan Amerikan ordusuna katılmayı vicdanen reddeden! Ya da Fransa’dasın zorunlu askerliğini yaptın ama Cezayir iç savaşı nedeniyle Fransa ordusu kapına dayanır, vicdanen reddeden, gitmen! Bu coğrafyada olsa hakkı olduğunu söyleyen çok kişi olur ancak cümle ortasına kocaman bir “AMA” koyup sana, Yahova Şahidi’nin reddinin tam da anti-militarist olmadığını, Muhammed Ali’nin boksör olduğu için vicdani reddinin uygun olmadığını, Fransız pasifistlerin zorunlu askerliğini yaptığı için Cezayir iç savaşını reddedemeyeceğini anlatırlar. Arada 50 koca yıl geçmiş biz hala seferberlik yani reservistlerin vicdani ret hakkı var mı yok mu kısmını konuşuruz ancak 50 sene önce Fransa konuşup bitirmiş konuyu. Kimin vicdani reddi tamamdır, değildiri on yıllar önce birçok ülke çözmüş, bizim için dert değil, Amerika’yı keşfe yeniden çıkarız, usanmadan…

1916 yılında ilk kez İngiltere yasal mevzuat içine alıyor vicdani ret hakkını, son olarak da Güney Kore anayasa mahkemesi vicdani ret hakkını tanıyor, yüzlerce vicdani retçi serbest kalarak dünya üzerinde vicdani ret süreçleri yeni bir aşamaya geliyor. İsrail böyle bir hakkı kısmen tanımasına rağmen, seçici davranıyor, her yıl onlarca genç İsrail’in işgal politikasını kabül etmediklerini beyan edip, vicdani retlerini açıklıyor, İsrail siyasi olarak beyanları tanımıyor, reddediyor, hapse atıyor ama direniş sürüyor. Özellikle Durzilerin vicdani reddini eğer dini düzeyde gelirse İsrail kabül etmekte, onun dışında her İsrailli asker doğar diyor, vicdani ret hakkını tanımasına rağmen uygulamıyor. Finlandiya vicdani ret hakkını tanımasına, etkin bir alternatif kamu hizmeti de olmasına rağmen total retçileri tanımıyor, devletin zorunlu hizmetini reddedenleri hapse onlar da atıyor… Buna rağmen savaş karşıtı mücadele durmuyor. En kötü durum Eritre’de, sistematik şekilde vicdani retçilere dava okunmakta, hapse atılmakta, konunun tartışılması bile imkânsız! Eritre’yle beraber vicdani retçilerin sistematik askere mahkemeye gittiği diğer coğrafya Kıbrıs’ın kuzeyi! Türkiye hakkı tanımıyor ama zorla getirmeyi de pratikte kaldırdığı için vicdani retçilere dava daha çok “askerden soğutmaktan” açılıyor, orda insan haklarına saldırı başka bir cepheden sürmekte… Türkiye Avrupa Konseyi’ndeki tek ülke ki vicdani ret hakkını tanımıyor! Avrupa Konseyi mahkemesi olan AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) Kıbrıs’ın kuzeyinde uygulanmasından Türkiye’yi sorumlu tuttuğunu çeşitli kararlarda ortaya koymuştu. Türkiye vicdani ret konusunda hem dini hem de ideolojik 3 davada AİHM’de AİHS’in 9. Maddesini ihlalden mahkûm oldu. Bir de vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin süreci sürüyor, orda da sivil ölüm ile Türkiye mahkûm oldu ama hâlâ Osman’ın peşindeler! Tüm bunlara rağmen yasal mevzuatını henüz AİHS ile uyumlaştırmadı… Türkiye’ye karşı benim ve Haluk Selam Tufanlı’nın da vicdani ret ile ilgili birer davası var. Türkiye’nin AİHM karnesi de hiç iç açıcı değil! AİHM 07 Temmuz 2011 tarihli Bayatyan – Ermenistan kararı ile vicdani ret hakkını AİHS’in 9. Maddesi ile bağdaştırmakta, vicdani ret hakkının tanınmamasını da bunun ihlali olarak görmekte…

Yalnız Avrupa Konseyi değil, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve Konseyi de vicdani reddi tanıdığını açıkça ortaya koyup, ülkelerin rutin raporlanmasında takip ettiği başlıkları altına alıp, tavsiyeler yayınlamaya başladı. Türkiye burda da mahkûm oldu!

Peki dünyada onca şey yaşanırken biz ne yapıyoruz?! El yordamı ile yol alma çabası deylim…

2009 yılında seferberlik çağrısı geldiğinde benim açımdan süreç yeni bir aşamaya gelmişti. Zorunlu askerlikte geçirdiğim bir yıl, 1990’lardan beri ilgilendiğim vicdani ret hakkının bu coğrafyada uygulanması için bir İnisiyatifin kurulması, Vicdani Ret İnisiyatifi’nin Vicdani Ret için Avrupa Bürosu’na (EBCO) katılması, orda tüm dünyadaki vicdani retçilerle dayanışma etkinliklerine dahil olmamız, adada ise yeni geçiş noktalarının açılması ile artık silahla bu sorunun çözülmeyeceğin net şekilde önümüzde olması ama tam da ayni zamanda devletin savaşın hazırlıklarına katılmam için beni seferi etmesinin daveti! Bu artık yaşamımda aşamayacağım bir çelişkiyi ortaya çıkarmıştı. Bir yandan vicdani reddin bu coğrafyada hak olarak tanınması için mücadele ederken, başka coğrafyadaki vicdani retçilerle dayanışma eylemlerine katılırken, diğer yandan bir gün de olsa savaşın hazırlıklarına dahil olmak aşılamayacak bir çelişki idi… Bu koşullarda 2009’da gelen savaşın hazırlıkları katılma davetini reddettim ve başka bir süreç başladı…

Ülkenin ilk vicdani retçisi değildim, 1993 yılında Salih Askeroğlu vicdani reddini açıklamıştı, onun yazdıklarından da ilham alarak yolculuk başladı…

Haziran 2011 yılında Askeri Mahkeme’deki ilk duruşma gününde tavrımı açıklayıp, vicdani reddimi kamusal olarak da kamuoyu ile paylaştım. Avukatımız Öncel Polili davanın Anayasa’nın düşünce ve vicdani özgürlüğü maddeleri ile çelişkisi olduğunu belirtip, Anayasa Mahkemesine havalesini talep etti. Elbette bir ay sonra AİHM’in vereceği karardan haberdar değildik! Aralık 2011 yılında Askeri Mahkeme davanın Anayasa Mahkemesine havalesine karar verdi. 10 Ekim 2013 tarihinde ise Anayasa Mahkemesi kararını okudu.

Anayasa Mahkemesi bizi haklı bulmadı ama karar çok önemliydi. Tuhaf bir cümle oldu, farkındayım ama gerçek durum bu. Haklı bulmadı çünkü zorunlu askerliğin de kaynağını anayasadan aldığını söyledi, çelişki yok dedi. Karar önemli çünkü vicdani ret hakkının tanınmasına çağrı içeriyor, bunun için de yasa koyucuyu göreve çağırıyordu. Aslında 5 sene sonra Güney Kore’de benzer bir süreç oldu, Anayasa Mahkemesi bir karar üretti ve ordaki idare de buna uygun işlem yaptı. Kıbrıs’ın kuzeyinde ise Anayasa Mahkemesi kararını 5 yıl sonra, bir başka vicdani retçinin hapse girme ihtimali olduğu zamanda konuşup, çözüm bulmaya çalışıyoruz!

Anayasa Mahkemesi tam 5 yıl önce uyarmıştı:

“Vicdani retçi statüsünün ve bu statüye kabulle ilgili esas ve usullerin Askerlik Yasası’nda veya başka bir yasada düzenlenmemiş olması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından bir eksiklik, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf devletin Sözleşme altındaki yükümlülüğünü ihmali olarak görülmekte ve bu eksiklik nedeniyle askerlik hizmetine karşı olan vicdani retçilerin cezalandırılmaları, kişilerin Sözleşme’nin 9. maddesinde yer alan özgürlüklerine müdahale olarak değerlendirilmektedir.”

Bu yazılandan sonra mahkeme başka ne desin?

Bağlayarak gidelim, mahkeme diyor ki AİHM AİHS’in 9. Maddesi çerçevesinde vicdani reddi hak olarak görür, AİHS’in 9. Maddesi ise Anayasa’nın 23 ve 24. Maddesidir:

“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesinde yer alan düşünce, vicdan ve din özgürlüğü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası’nın yukarıda verilen 23. maddesinde sıralanan özgürlükler arasında yer almaktadır; Anayasa’nın 24. maddesinde de kişinin düşünce ve kanaatlarını açıklama hakkı olduğu ifade edilmektedir.”

Çözüm yolunu da açıkça işaret etmekte:

“Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önerdiği gibi, askeri hizmet yerine sivil kamu hizmeti yapılmasına olanak tanıyan bir düzenlemeye iç hukukta yer verilmesi, tamamı ile yasa koyucunun, yani yasama organının değerlendirme ve takdirindedir; bu noktada “yurt ödevini” silahlı kuvvetlerle ilişkilendiren Anayasa’nın 74. maddesi de dikkate alınmalıdır.”

Mahkeme aslında adrese teslim öneri de yapmakta:

“Askerlik hizmetine karşı olanlara askerlik hizmetinden muafiyet tanımaya açık, bu kişilerin askeri hizmet yerine sivil kamu hizmeti yapmalarına olanak sağlayan bir düzenlemeye Askerlik Yasası’nda veya başka bir yasada yer verilmemiş olmasındadır.”

Askerlik Yasasında muafiyet hangi koşullarda sağlanacağı açıkça yazılmaktaydı, Vicdani Ret İnisiyatifinin de önerdiği yasa değişikliği bu çerçevede idi.

Anayasa Mahkemesi kararı hükümettekilere ders anlatır gibi yazıldıydı, yasal değişiklik yapmazsanız başınız yalnız AİHM ile değil ayni zaman BM İnsan Hakları Komitesi ile derde girecek uyarısı da kararda mevcuttu:

“Atasoy ve Sarkut’un başvurularını 2012 yılında karara bağlayan İnsan Hakları Komitesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin vicdani nedenle zorunlu askerlik hizmetine karşı çıkma hakkını açıkça ifade etmediğini, ancak zorunlu askerlik hizmetine vicdani nedenle karşı olma hakkının düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkının özünde yer aldığını, Sözleşme’nin 18. maddesinin bu hakkı kişiye sağladığını ifade etmiştir.”

Tüm bu yazılanlara rağmen hükümetler harekete geçmedi. 25 Şubat 2014 yılında Askeri Mahkeme’de önce ben 4 Aralık 2014 tarihinde ise Haluk Selam Tufanlı mahkûm oldu ve 10’ar gün hapis yattık.

Konu Askeri Yargıtay önüne de gitti, 1/2014 nolu karar ile Anayasa Mahkemesi kararını onlar da hatırlattı.

Bu süreçte biz de hem Haluk hem de benim süreçle ilgili AİHS’in 9. Maddesi ihlal edildiği söyleyip AİHM’de Türkiye’ye karşı dava açtık. AİHM’deki süreçte de devam etmekte.

Bu süreç devam ederken benim 2010 ve 2011 yılına ilişkin konulardaki davalarımla ilgili de adil yargılanma başlığı ile yeniden Anayasa Mahkemesine gittik. O karar da 2018 başında okundu ve konu yeniden Askeri Mahkemeye döndü.

Şu aşamada benim 2, Haluk Selam Tufanlı’nın 6 ve Halil Karapaşaoğlu’nun 4 davası var. Başsavcı makamını temsilen gelen Savcı AİHM’deki davalar tamamlanıncaya kadar, benimle ve Haluk’la ilgili davaları geri çekip, mahkeme sürecini şimdilik sonlandırdı. Ama Halil’in davalarında Savcı ileri işlem yapmakta kararlı. 5 yıl sonra yeniden Anaysa Mahkemesindeki kararda belirtilen yasa koyucunun bir şey yapması konusuna geri döndük.

Bu konuda aslında yasa koyucu da 5 Ekim 2017 tarihinde Dilekçe Komisyonunda karar aldı. O kararda da Başbakanlığa çağrı yapılmaktaydı:

“Komitemiz, bahse konunun Anayasa tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerle de bağlantısı nedeniyle hassas ve önemli bir konu olduğunu, insan hakları temelinde, uzman kişilerle birlikte sağlıklı bir şekilde tartışılıp detaylı olarak ve tüm yönleriyle birlikte değerlendirilmesi gerektiği kanısına varmıştır. Komitemiz, konuya göstermiş olduğu önem nedeniyle tüm yukarıdakiler ışığında, Başbakanlığa bu çerçevede konuyu hassasiyetle değerlendirme ve ilgili girişimleri başlatmayı tavsiye etme kararı almıştır.”

Yani yasa koyucu da Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi harekete geçmiştir.

Elbette eski konu, yeni süreçte bir kez daha gündeme geldi, vicdani ret hakkı anayasaya acaba aykırı mı? Arada bir sürü hukukçunun yazdıklarını da hatırlatabiliriz ama onlar bayatladı derseniz, taze açıklama da mevcut! Örneğin konu son olarak yukardaki Dilekçe Komisyonu ayni kararında yasa koyucu açısından netleştirilmişti:

“Komitemiz, Anayasanın 74’üncü maddesinin vicdani ret hakkının tanınmasının önünde mutlak bir engel olduğu görüşünü de değerlendirmiştir. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesinin bahse konu ile ilgili D. 2/2013 Sayılı Kararı ürettiği ve bu Kararda da, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önerdiği gibi bir düzenlemenin yapılmasının ancak Yasa Koyucunun, yani Yasama Organının takdiri ile mümkün olabileceğinin ve bu bağlamda Anayasanın 74’üncü maddesinin de dikkate alınarak bir düzenleme yapılabileceğinin belirtildiği görülmektedir.”

Yani yasa koyucu Anayasa Mahkemesi kararını da yorumlayıp, irade ortaya koyup, çelişmeyecek bir çözüm mümkün demiştir.

Çözüm konusunda da Vicdani ret inisiyatifi defalarca birçok yetkiliye verdiği öneriyi bir kez daha buradan hatırlatalım:

“Askerlik Yasanın 8’nci maddesine (3)’üncü fıkra eklenmesi yönünde değişiklik önergesini sunulabilir. Eklenecek 3. Fıkra da şu şekilde olabilir:

(3) Askerlik çağına gelmiş olup, ancak kendisini vicdani retçi olarak tanımlayan, ahlaki, vicdani, siyasi, dini ya da benzer gerekçelerle askerlik yapmak istemeyenler, bu durumlarını bağlı oldukları Askerlik Şubesine bildirmeleri ve açıklamaları halinde askere alma işlemine ve askerlik hizmetine tabi tutulamazlar ve bu tutumlarından dolayı haklarında soruşturma açılamaz, ceza verilemez, ekonomik, toplumsal, kültürel, medeni ya da politik hakları açısından herhangi bir ayrımcılığa maruz bırakılamazlar.

Vicdani ret hakkından muvazzaflık hizmetini sürdürmekte olan er, erbaş ve yedek subaylar ile yedekler de yararlanır.

Savaş ve benzeri hiçbir olağanüstü hal gerekçesi ile bu hakkın kullanımı sınırlandırılamaz.

Vicdani retçi olduğunu açıklayanlara tabi oldukları askerlik süresi kadar sürede yaşları, öğrenim durumları, mesleki beceri ve yetenekleri dikkate alınarak ikamet ettikleri şehirlerde, hizmet koşulları bakımından herhangi bir ayrımcılığa uğramadan ve cezalandırıcı nitelikte olmayan kamu hizmeti gördürülür.

Muvazzaflık hizmetini sürdürürken vicdani retçi olduğunu açıklayanlara hizmet sürelerinin kalan kısmında yukarıdaki paragrafta belirtilen koşul ve niteliklerde kamu hizmeti gördürülür. Vicdani retçi olduğunu açıklayan yedekler için ise yedeklik hali son bulur.

Kendisini vicdani retçi olarak tanımlayan, ahlaki, vicdani, siyasi, dini ya da benzer gerekçelerle askerlik yapmak istemeyenler için mahkeme kararıyla veya bu yasa uyarınca çıkarılan bir tüzükle oluşturulacak sivil kurum tarafından vicdani retçi olarak tanınanlar askerlik mükellefiyetini yerine getirmiş sayılırlar. Askerlik hizmeti yerine alternatif hizmet öngörülebilir. Bununla ilgili kurallar tüzükle düzenlenir.”

Bu mümkün mü? Askerlik Yasasında birçok madde hale hazırda Anayasa’ya aykırıdır. Özellikle bedelli kısmı 4 sene önce düzenlenmiştir, 3 bin sterlin ödeyenlerin askerlik görevinden muaf saymaktadır. Bu nedenle vicdani reddi Anayasa ile çelişkilidir diyerek düzenleme yapmamak doğru yaklaşım olmaz, kaldı ki Anayasa Mahkemesi kararında da muafiyet kısmına atıfta yapılmıştı.

Gelinen noktada temel sorun militarist cereyanların oluşturduğu frekansların sonucu karışan akılların netleşmesidir, yoksa uluslararası hukukta konun nasıl ele alındığı, Anayasa Mahkemesinin neler yazdığı açık…

3 Ocak’a çok kalmadı, insan hak ve özgürlüklerine çok önem verdiğimizi iddia ettiğimiz zamanlarda, bir kez daha aynada kendi suretimize bakma zamanıdır…