Konuyla alakalı daha önceki iki yazımda kısaca birkaç söz yazdım.Vijdani ret konusu K. Kıbrısta yoğunlaşıp, Halil Karapaşayla ısınırken, konunun yasal adımla da meclise doğru yönlendirilmesi ile karmakarışık bir tartışma, özellikle şanlı sosyal medya yelpazesinde dolaşıma girdi. Ayni dönemde, Türkiyenin Yılbaşı gecesi Taksimde ÖSO bayraklı gösteri ile Türkiyede de Suriyeliler tartışması Medya üzerinden yoğunlaşıp, Suriyeli konumları sadece “misafir” denilen kesime karşı da sokaklarda toplu linç olayları yaşandı. Türkiyedeki tutum farkı, yönetim ekseninde pek ses çıkmadı. Çoğu medya adeta olayı geçiştirdi. Fakat, ortak K. Kıbrıs, Türkiye çakışma noktası ilginçti! Konunun adının dahi doğrudürüsa konulamayıp algısal operasyon yöntemiyle bu koşullar geliştirildi. Örnek mi: K. Kıbrıstaki Vijdani ret olayındaki kişi tüm askerlik için yapamazken “çünkü askerliğini yaptı” onun sanki genele karşı tutumuşcasına ve yargı kararı da ona yönelikmiş gibi probagandalaştırıldı. Tüm anlatım çabalarına karşın, bu basit yanlış oldukça etkili prim yaptı. Ayni yanlış aş olayın yasal halinde meclise giderken, direk görüşüleceği probagandası bizat koltukcu yandaş medya tarafından yapılırken, aslında bunun öncelikle meclis alt komitesinde başlangıç olacağı basit kuralı da resmen yuturulup, sonra yol içinde anımsatıldı….
Benzer durum Türkiyede de yaşanıyor. Nedeolsa, Anavatan aşkının “orada ne varsa burada da olacak” kuralı tutumlara da yansıyordu. Taksime bayrak çeken ÖSO yapılı birileri oluyordu. Çekilen simge Suriye bayrağı değil de tam aksi, Suriye devletinin “Terorist” dediği örgütdü! Fakat, ahalinin önemli kısmı hemen olayı Suriyeleştirip, sonra da Türkiyede bulunan Suriyeli belirsiz kuramlı kesim hedef yapıldı. Halbuki, kısa bir inceleme, olayda oldukça yanlışların bileşkesine ulaşırsınız. Örnek, Suriyeden çeşitli nedenlerle ve hat da başlangıçta teşvikle probagandada kulanılan Suriyelilerin Türkiyedeki statüsü mülteci falan değildir. Sadece “misafir” denilmektedir. Fakat, çeşitli nedenler yanında Doğan Beyin de ifadesiyle “Kültürel ırkçılık” anlayışla tümüne etiketlendirildi. Dahası, Türkiyenin hemen tüm devlet eksenli partileri Suriyelilere harcanan para ezberi tekrarlanıp, ısrarla çeşitli Suriyeli kulanım duruşları sergilenmektedir. Nedense, anlaşma ile bu harcamları AB karşıladığı ve hat ta son yıldaki yaklaşık Birbuçuk milyar doların akibetinin de belirsiz olduğu bilgisi de kaçırıldı….
Antepte olduğu gibi, çocuk kavgasından toplumsal linç hareketleri olurken, göçmen Suriyeliler vatandaşlıklarla oy hesabı yapılırken, nedense Türkiyeli demokrat denilen eksen dahi, genel Suriye politikasıyla birlikte hiç sorgulamaya yaklaşmıyor.Herşey birbirine karıştırılıp, aslında bilinsizlikten içteki faşizmin dışa vurmaya varan tavırları sosyal medya dolaşımında yakalamak kolaydır.****
Yukardaki örnekler bize elbet resmi cepeden çok değişken mesajları, gözlerimize çakıyor. Çakıyor da bir de kendine aydın veya sosyalist diyenlerin de azınlıkta olmasına karşın, oldukça resmi görüşe yaklaştıklarının da neyazık gerçeklerini de buluyoruz. Sanki, olaylar normal ülke veya şimdi devrim olmuş da sosyalistlik sorgusuymuş gibi lafazanlıklar yapanlar oldu. Anti Militarizmi veya Kültürel ırkçılığı koruma noktasına sosyalist gömlek veya demokrat tişört giydirildi. Bunun elbet önemli eksikliklerin günümüz soluna yansımasının örneklemleri olarak gerçekleşiyor. Kimisi, eski ezberlere takılıp sanki ezber bozulacak veya sosyalizmin kuruluşundaki tutumla özdeşleştirip,savunma veya “ama” kelimesi konuluyor.
Kimisi de merkeze yaklaşıp, koltuk havası da aldığı için, sol adına sağ düşünce resmiyeti ile solculuk söylemi yapma gafletine dek geldi.Herkes, Vijdani retin savaşa karşı, Anti Militarist ilkeli, ama, direk insan hakkı olduğu gerçeğine tam yaklaşamıyor. Dahası, Özellikle bir yandan seksenlerle yenilen sosyalist devrimci hareketler sonucu, önceden ötelenen birçok değerin artık güncel talep hale gelişini de anlamak istemiyor. Vijdani ret olayları, artan savaşların getirdiği insani ilişkiler sonucu geliştirildiğini kimse anlamak istemiyor. Bunu kavrayan bazı batılı ülke, olayın sosyal muhalefet eksenli savaş karşıtına dönüşmeme adına, profesyönel askerliğe geçtiğini de kimse bilmek istemiyor…..
Aynisi Türkiyedeki Suriyeliler olayındaki Kültürel ırkçılık denilen olayda da Suriyelilerde görüldü. Nedense şöyle bir eleştiri hala yapılmadı: Türkiye imzaladığı uluslar arası mülteci kararında şu açık ırkçı ilkesini koydu! “Batıdan, Avrupadan gelenler mülteci sayılacak* Doğudan gelenleri mülteci kabul etmiyorum”! Böylece, Suriyeliler veya Afkanistanlılar mülteci değildir. Bunlar sadece “misafir” denilerek geçiştirilmektedir.Bu dahi hala sorgulanıp enazından eşit ilkeli mülteciliği dahi kabulenmedi. Tabi, anavatan yolundaki ve hukuki alt idari biriminde de Mülteci ve hele siyasi mülteci diye bir kuram hala yok. Sadece, bu insanların kaçakcılıkla kar rantına cep doldurması mevcut.
Solun ve özellikle sosyalistlerin tüm dünyadaki zayıf halkası, K. Kıbrısta daha net görülür. Bu eksiklik ise günümüzü hem yorumlamada, hem de sağa teslim olmada önemli etkendir. Neoliebralizmin yapısal dönüşümüyle oluşan koşullar ve yaklaşık 11 yıldır Kapital Finans krizindedençıkamamanın şartlarına yönelik söylemi olan çok az kesim vardır. Koşulları kabulenmeyen veya bilmeme sonucu da ona göre de görüş geliştirmek, strateji oluşturmak da güç olmaktadır. Neoliebralizim ile özellikle yenilen sosyalist devrimci hareketlerin Latin Amerika dışında pek topralanıp koşullara yönelik yapılanamamasının bir boşluğu olan göçmenler ve mülteciler konusunu, faşizim gayet münasip şekilde doldurup yükselmeye devam ediyor.
Marksizim hep tabu ve dokma olmadığını ısrarla tekrarlar. Fakat, seksen sonrası bazı Marksisler aman ezber bozulacak diye Neoliberal kavramı dahi kabulemeyen solcular vardır. Ben kendine siyasetci veya aydın diyen ve Neoliebralizmi kabulenmeyen iki kişide direk gördüm. Neyazık, bunlar birisi şimdilerde sistemin önemli işbirlikci borazanı olurken, öteki hala sosyalistlik ezberle herkesi suçluyor. Böyle bir paradokslar diyarıyla yukardaki tartışmaları izlemeye çalışıyorum.