Bir ülkede eğer; belek sildirtme yaygın, balık havızalı olarak olarak kalınıyorsa* Kulanılan kavramların veya algılatılan kuramların anlamları ile değil de ezber olarak birer kelime olarak ezberletilirse* Kavramın içeriği doldurulmadan, fetişizimle kavramlaştırılıyorsa* Yaşamın dilenilen bulgularıyla bilgilendirme veya inançlı ezberle yaklaşılıyorsa: işte ozaman bazı yaşanılanları tekrardan yazmak, günümüz gelişmelerindeki yanlışlıklara da tekrar tekrar dokunmak şart. Belek silinmesi ile balık havızalaştırma sonucu sildirtilen geçmiş üzerinden banbaşka güncel çıkara göre tarihin şekilendirilip, çıkara göre yerleştirildiğine de tanık oluruz. Kuramın fetişizmi veya kavramın içinin boşaltılmasıyla birlikte de kulanılan kelimenin sosyal siyasal anlamından çok, vurguyla dilenilen boşluğun kolayca yalanlarla da doldurulması kolayca gerçekleşir. Bu sıralanan yanlışlar sonucu, yalan tarihten, içi boş kavramlara varan yanlışlar zinciri ile doğruları anlamama sonucu da oluşturulur…
Yukardaki gerçekliği sanki gayet normal hal gibi yaşamaya çoktan mahkum edildik. Bugün, önemli denilip hat ta tabulaştırılan nice kelimenin, kuramın anlamını bilmeden, keskin şekilde söyleyip “olmaz sa olmazları” da yaratmaktan geri durulmuyor. Düşündünüz mü; Bolca kulanılıp tekrarlanan “Siyasi eşitliğimiz, Fedaral veya konfederal, tanpon bölge, güvenliğimiz” gibi kavramları karşıta dahyatırken, kaçı net olarak ayni ifadenin anlamını da doldurma bilgisine sahiptir? Ayni şekilde, “Reforum, devrim, sosyal adalet, uluslar arası hukuk” gibi kaç kavramın güncel karşılığının da bilimseliğine sahiptirler! Ancak, buna benzer nice kelimeler, önemli kuramsal ifadeler, güncel politik kulanımda fazlaca dilde dolaşmaktadır. Hele de silinen bellek ile düşülen Balık havızalı koşulu sonucu, durmadan geçmişle alakalı günü anlatan hikayeler de tabusal tarihsel bilim şekline de sokulmaktadır. Bunlar K. KIbrısta değil sadece, Dünyada da bolca kulanılmaktadır. Örnek: son dönemde Suriyede tanpon bölge kelimesi sık sık kulanılmaktadır! Bunun biraz anlamına ulaşmak isteyince de banbaşka içeriklere de ulaşırız. Ayni şekilde, bolca Demokrasi ve özgürlük kavramlarını duyarız; anlaşılır ki bazen hiç de anlamı olmayan karşılıklarla bunlar da piyasada dolaştırılmaktadır. Daha ileri gidilerek, istenilen kötü gelecek hedefleri örtme adına da sarılındığı da artık bol örneklerle de kanıtlandı. Sadece, bu demokrasi ve özgürlük hedefli planlarında “IŞİD, Elnusra, Talaban” gibi örgütlerle ulaşma hedefli oluşu, bunu anlatmaya yeter ve artar. Ancaak, kitlesel balık havızlı ve ortak bütünleştirme yaratıcı düşüncesinin kırılması sonucu, bu yanlışlar sık sık hem de göstere göstere tekrarlanmaktadır. Boşuna değil,herkes karşıtına kolayca Terörist söylememektedir!*****
Bukadar ön bilgiden ve nedensel koşuldan sonra, şimdi konuya alakalı bazı bilgielrle geliştirelim.
Eğer; balık havızalı değilseniz, çok kısa zaman önce, K. KIbrısta iki önemli oylamanın yapıldığını hatırlarsınız. Hatırlayıp da sonrasını da akılın bir yerine koymuşsunuz! Birincisi; Meclis partielrinin Tufan denetiminde hazırlayıp sunduğu ve tüm çabalara karşın ret edilen anayasa konusu olacaktır. İkincisi de Türkiyedeki anayasa referandumunda, tüm yörelere karşın K. KIbrısta hayır oyu çıkışı da mutlaka unutmanıza karşın bu makale ile hatırlayaakaksınız. Ama, böylesi önemli olaylar, sonrasında tartışılıp gereken dersler alınma yerine, ders, bellekten sildirtilerek yok saydırtma yöntemi unuturuldu.
Eğer; unutmasaydık ve her olayda bunarlı konuşup dersini de anımsatsaydık: ret edilen Anayasa nedenlerinden birisinin de yapılacak Uluslar arası anlaşmaların daha da önemsetip, meclisten dahi geçirilmeden yürürlüğe girip, enüst geçerli kural haline gelmesinin olduğunu da anımsayacaktınız! Nedenmi tekrarına gerekçe yaptım: Çünkü, sadece son imzalandığı söylenen ve içişleri makamcılarca açıklanan protokolun Anayasal gerekçeyle meclise sunulup enazından kafamızdaki kuşkuların da nedenli kanıtlanır halde olduğunu da öğrenecektik.
Oysa, iki yanlışla bir doğru oyunu devam ediyor. İnsanların duyarsızlığı ile geçmişe yönelik yapılan tartışmaları unutmuşluklarına inanılarak buda kolayca gerçekleşti. Benzer birçok anlaşma daha böyle yapıldı. Örneğin, Eroğlu hem de ABD de Erdoğana tüm kaynaklarımızı anlaşma ile teslim etmemişler mi? Şimdi denizdeki kahramanlık demeçlerinin de dayatılma kuramı da buna bağlı değil mi?
Hatırlayın Anayasa referandum tartışmalarını: Meclis partielrinin ortak tutumuna rağmen birkaç konu kuşkusu nedeniyle ahali ret oyu kulandı. Öyle örgütlü falan da değildi. Bunalrdan birisi de resmen açılımı ile Türkiye ile imzalanacak protokoların Meclise dahi sunulma ihdiyacının olmamasıydı!Bu geçmedi. Şimdi Süleyman Soylu ile Ayşegül hanımın yaptığı protokol bilinmiyor. Üstelik, defalarca yazdığım gibi “Soylu daha Türkiyeye gider gitmez verdiği demeçle,oldukça endişeleri de artırmasına” rağmen. Yine tartışmanın sıcaklığı ile ben bizinm gibi ülkelerdeki hukukta yasal yetki dengesinin olmadığı, yetkinin mutlak olma ilkesini de sık sık uyararak söyledim…
Bir nokta daha; Kıbrıs görüşmelerinde ısrarla bizim “taraf” yapılan ve özellikle Türkiye ile protokoların da geçerli sayılmasını hep dayattı. Uluslar arası şirketlerle ve Türkiye protokoların aynen anlaşmada konulmasını istedi. Şimdi anladınız mı neden ısrarla özelikle paket ve güvenlik protokolarının açıklanmasını dayatmak şart. Geleceğin esirleşmesi ve tutsaklaşmasının hukuki belgesi olma gerçeği vardır.****
Defalarca yazdık ve yeniden yazmaya da devam edeceğimiz kesin! Durmadan ayni eksikliklerle gelecek politik çizgi sürdükçe kulanılan kavramların da anlamları hep sorguya açıktır. Hangi federasyon; Siyasal eşitlik denilince içeriği ne?Masada barış için hangi ilkeler konuluyor gibi nice soru aslında içi boş sözler olarak havada uçuşuyor. Buna bir de paradoksal demeçler aldı başını gidiyor… Örnek, hep Anastasiyadisten kendi önerilerinin altını doldurması istenirken, burada olmaz sa olmazların içeriği hala sığ!Üstelik tam da buradaki benzer ayrışma net olarak yaşanırken: artık kimse Akıncı ile Hükümet yetkililerinin ayni sözleri söylediğine de inanmamakaadır. Her makamdan ayrı bir içerik çıkarken, ısrarla Rumlardan açıklama beklerken, aslında buradaki net kelimesel ayrışmanın da örtülmesine çalışınmaktadır. Kutret ile Akıncı ve dahası, Akıncı konuştuğu makama göre başka kelimeler kulanma çelişkileri gayet normal hale gelindi. Ama, bunlar sanki hiç yokmuşcasına hayat kendine has kurallarla devam ediyor…..
Bir başka sıkıntı da şu: burada dinlerken sanki uçurumlar varmışcasına konuşulunuuyor. Mecliste atıp tutuluyor. Kavgalar dahi yapılıyor. Oysa: Yurt dışına gidip temaslar yapılırken, burada birbirine göndermeler yapanlar, orada ayni dili kulannması da yaşanıyor. Bu çelişki de hep tekrarlanıyor. Orada K. Kıbrıs savunulu ve Rumlara saldırı çizgisi de gerçekleşmektedir. Taraftarlık dahi bu çelişkide olurken, dışarıda kardeşleşip ortak dil şekline bürünüyor… Hat ta “İslami konferasnslarda” gerici tutumlarda da paydaşlaşıyorlar…
Yukarda hatırlatılanlar hep tekrarlanan olaylardır. Buna, her tesl,imiyetin “reforum, anavatanla kardeşleşme, kurtarma reçetesi” isimlerle de durmadan yapılanışın eserini de yazdırtmaktayız. Bunlar hep süslü kelimelerle yapılmaktadır….
Buna son dönemde Uluslar arası koşullar da eklendi. Örnek, tıpkı Türkiyenin CHP partisi dahi AKP savunusuna gelmektedir. Kıbrısta da son AB parlemento oylamasında AKEL Türkiyeye karşı rapora hayır oyu vermesi de algının nereye dek geldiğ,inin sonucudur. Malum ya: AVRUPA parlemento seçimleri de vardır. Zaten, istemesek de 2 seçim burasını değişik şekilde etkiliyor. Türkiyedeki yerel seçimler ve Avrupa parlemento seçimleri… Bunların mutlaka KIbrısa da dokunuşları olacaktır.****
Kısaca: buna son sel felaketi olanlarla sonradan olanları veya trafiği veya başka konuları da ekleyince: gerçekten unuturulmak istenilenleri unutmadan gereken dersleri almak şart. Bir önemine göre anımsatmaya başlayınca: görürüz ki bellek silmesşinden kulanılan kavramlardaki fetişizimler kendimizi yeniden aynada görmemizin dayatılmasına da raslarız. Onun iççin anımsatmalar yeri gelmişken mutlaka yapılmalıdır. Tıpkı Eroğlunun lüks otelerde KKTC atışlarını yaparken, daha saraydayken imzaladığı belgeyi başta UBP “bilimcilerinin” unutması gibi. Daha da konuyu uzatırız. Ama yeniden soralım: Meşur Süleyman Soyluyla hangi anlaşma yapıldı? Yoksa denildiği gibi boş sayfaya mı imza atıldı!