Bir su hikayesi – Yılmaz Parlan

4456

Anavatan’dan su gelecekti, dost düşman Türkün kudretini görecekti! Getirecekleri su ile adada barış köprüsü kuracaklardı, da da da övgüler böyle uzayıp gidiyordu,

Su geldi, zeybekler oynandı, havaya havai fişenkler atıldı “Şükran sana anavatan” nutukları gazetelerden eksilmez oldu.

Az buz bir şey değil mübarek: Mesarya yeşerecekti, şu olacaktı bu olacaktı, çok kaliteli suydu, falandı filandı derken Rumlarla da dalga geçmeyi ihmal etmediler. “İsterlerse onlara da veririz” “Barış suyu” naraları kuzeyin ve dünyanın dört bir yanında yankılandı.

Tabii bu arada çaktırmadan suyu da dolaylı olarak özelleştirdi arkadaşlar.

Önce belediyeler ayaklandı ama sonra herkese bu ülkeyi kimin gerçekte idare ettiği hatırlatılınca millet küllü suyu gibi oturdu. Su özelleştirilmekle kalmadı, yeraltı sularına ve kuyulara da el kondu. Yani öyle canınız çekti kuyu kazacaksınız, su bulacaksınız yok öyle bir şey.

Var olan kuyulara da su sayacı saati koyup bütün su havzalarına, yeraltı sularına bir çırpıda el koydular. Zafer sarhoşluğu içerisinde nelerin yaşandığını kimse görmedi, görmek istemedi, Zaten toplum olarak gerçekle yüzleşmek istemeyen bir yapımız var.

Yeni Kıbrıs Partisi ve bir avuç yurtsever insan toplumu uyarmak istedi ise de başarılı olamadı..

Su gelmişti su! “Yani siz suya itiraz mı ediyorsunuz” dendi. Ve haklı uyarılar o bağırma çağırma içerisinde kaybolup gitti.

Tarifeler bir anda 4-5 kat uçtu, ardından akıllı sayaçları bize dayattılar

İddia şuydu: “Kaliteli su alacaktık ve sürekli su akacaktı”. Konu mecrasından saptırıldı ve “niye itiraz ediyorsunuz” denerek “Anavatan düşmanlığına” getirildi.

O tantana içerisinde dolaylı yoldan özelleştirilen suyu Belediyelerimizin dağıtması istendi. Suya önce okkalı bir zam yapıldı. Tarifeler bir anda 4-5 kat uçtu ama olsun dendi, nasılsa her gün akacaktı ya! “Helal olsun” diyenler bile vardı. Ardından akıllı sayaçları bize dayattılar. Her eve akıllı sayaç takılacak ve güya ödediğiniz kadar kullanacak, devlet de para kaybetmeyecek ve sözde tasarruf olacaktı. Bunda da övgüler arasında gerçekler bir kez daha perdelendi. Sayaçlara kimi yerde bin, kimi yerde iki bin ödeyecekti millet. Bir kazık da burdan yedi vatandaş

Su sayacı saati olan insandan da çaktırmadan para alıyorlardı. Halbuki doğrusu saati olandan almamak ve yeni yapılan inşaatlara takılacağında almaktı. Belediyeler bir şey yapamayız, tek yapabileceğimiz taksitlendirmek deyince herkes gene küllü suyu gibi oturdu. “Olsun, nasılsa artık her gün akacak, su sıkıntısı son bulacak” dendi ve suyuna hürmetine bu kazığa da katlanıldı.

Ortalık sakinleşince ilk olarak “Çok kaliteli” denen suyun çok da kaliteli olmadığı, hatta atıklarla sürekli kirletilen bir su kaynağı olduğu anlaşıldı. Ardından suyun geldiği yerden köylüler su havzalarının hızla azaldığına dikkat çekip eylem yaptılar. Pek de haksız sayılmazlardı, çünkü devlet bu suyu pazarlarken onlara sormamıştı.

Turizm bölgesi ilan edilen bölge bir anda 21. yüzyıldan Ortaçağa dönüyordu

Sonrasında “Artık hiç kesilmeyecek hep akacak” denen suyun zaman zaman kesildiği görüldü. İlk başta bu kesintiler yarım gün, sonra tam gün derken sık sık olmaya başladı ve sırasında bir kaç günlük kesintiler yaşanmaya başladı. Bir şeyler ters gidiyor ve bu da toplumdan saklanıyordu.

İskele’de yaşıyorum ve geçtiğimiz hafta başında önce suyun bir iki güncük kesileceği söylendi. Okkalı bir yalandı bu ve tepki çekmesinler diye böyle bir yalana başvurulmuştu. Alıştıra, alıştıra misali.1 – 2 gün geçince önce perşembe sonra Cuma akşamı suyun geleceği söylendi sonra bir kayma daha oldu. Cumartesi sabahı verilecek müjdesi geldi ama telefonlar da açık bırakıldı ki kimseler ulaşamasın. İskele Belediyesi kayıplardaydı, sanki de böyle bir belediye yoktu.

Su sıkıntısı had safhada idi Her akşam marketten 5 litrelik pet şişe sular alıyor, en azından ayaklarımı yıkıyor, acil ihtiyacımı öyle karşılıyordum. Tuvaleti kullanamıyor, mutfakta bulaşıkları öylece bırakıyordum. Turizm bölgesi ilan edilen ve harıl harıl yabancılara pazarlanan bölge bir anda 21. yüzyıldan Ortaçağa dönüyordu.

Bu topraklarda bal yapmaz arılara “Efsane Başkan” deniyor

Milli günlerde Başkanın anavatana çektiği şükran konuşmaları duyulsun diye İskele’nin dört bir tarafa hoparlör bağlanıyor nutuklar çekiliyordu. Başkan 1 yıl önce seçimi tekrar kazandığından kendini çok başarılı buluyor ABD’yi yönettiği edasıyla sokakta kasıla kasıla yürüyordu. Halbuki başarılı olduğundan değil, köşe başları sistem gereği tutulduğundan kazanıyorlardı. Diğer bölgelerin de konumu pek farklı değil. “Efsane başkan” naraları atılıyordu ama gerçekte en ufak işleri bile yapamıyor, her yağmur yağdığında mahçup olup “Gök delindi, n’apabiliriz?” açıklamalarına sığınıyorlar.

E tabii ya, sen hiç bir altyapı çalışması yapma, sonra da yağan yağmurun miktarından şikâyetçi ol.

En ağrıma giden ise bal yapmaz arılara “Efsane Başkan” denmesidir. İddia ederim; o makamdan ayrılsınlar ertesi gün telefonları çalmaz.

İskele Belediyesine dönersek, Long Beach’te Babutsa Cafe’yi çalıştırmaktan bile aciz olup sürekli özelleştirmenin provasını yapan, çöpleri doğru dürüst toplamayıp zaten az olan yeşil konusunda da vukuatlı belediyelerimizden birisidir. Son olarak suyu bile dağıtmaktan aciz duruma düşüp belediyenin telefonlarını açmıyor. Yani aslında dükkanı çoktan kapatıp havlu atmış bir Belediyemiz. Bunun başka türlü bir izahı da yok.

İnsanlığın henüz ölmediğine tanıklık etmek beni inanılmaz mutlu etti

Gelelim hikayemize: Cumartesi akşamı bir umutla İskeledeki evime geldim.

İlk yaptığım şey çeşmeyi kontrol etmek oldu. Su yoktu ama benim akıllı su sayacı kartımda peşin ödenmiş 50 ton su kullanabileceğim yazıyordu. Gerçekte ise bir damla su bile yoktu ve acı gerçek de buydu. İşte peşin ödediğimiz suyun acıklı hikayesi bu!

Kolay kolay kızmam, öfkemi genelde kontrol eden bir yapım var. Bir an zıvanadan çıktığımı farkettim. Öyle ya tam 5 gündür yıkanamayıp kokmuştum, evimde en ufak bir temizliği dahi yapamıyordum Daha önce su kıtlığı olduğu söylenen dönemde 20 yıl boyunca suyun kesildiğini de pek hatırlamıyorum doğrusu. Şimdi ise kartımda 50 ton yazıyor ama gram su yok.

Arabama bindim ve markete gittim 5 litrelik 2 pet şişe su daha aldım. Kasaya geldiğimde yıkıldım çünkü acele ile ve kızgınlıkla geldiğim için cüzdanımı yanıma almayı unutmuşum. Ama olsun iki günde bir uğradığım bir büyük marketti, konuşur parayı sabah geçerken bırakırım diye aklımdan geçirdim. Kasiyere evden acele ile çıktığımı, suların kaç gündür akmadığını can sıkıntısı ile çıktığımdan cüzdanımı unuttuğumu söyleyip, ertesi sabah geçerken bıraksam olur mu diye sordum. Oralı bile olmadı ve “Ama çok tutmaz ki bunlar” dedi “Hanımefendi, param olmadığını söylemiyorum cüzdanımı evde unuttum diyorum” dedim. Dudak büktü, ve ben de bir kez daha yıkıldım. 2 günde bir uğrayıp ortalama 100TL bıraktığım bir marketti ve bu kasiyer de her geldiğimde konuştuğum birisiydi ama dudak büktü. Yapacak bir şey yoktu, insanlık bir kez daha ölmüştü. “Sorun değil, almayız” deyip çıkmak için adımımı attığımda arkamdan bir ses bir işçi, bir emekçi arkadaş kasiyere “Geçir bunları ordan” diye komut verdi.

Kasiyer itiraz edecek oldu ise de, işçi arkadaş “Sana geçir, yani okut dedim duymadın mı?” diye devam etti. Kasiyer bu kez de “ama bu sular senin değil beyefendinin” deyince işçi arkadaş kızarak “Parasını ben ödeyeceğim, sen ne karışıyorsun, işini yap paranı al’ diye üsteledi. Ve dönüp bana “ Buyrun alın. gidebilirsiniz.” diye seslendi.

Ona çok teşekkür edip, ertesi sabah parayı oraya bırakacağımı söyledim. “Hayır, gerek yok” diye yanıtladı. Biraz önce artık olmadığını düşündüğüm insanlığın henüz ölmediğine tanıklık etmek beni inanılmaz mutlu etti.

Bayrak ve şehit edebiyatı varsa bileceksiniz ki “Tamamen duygusal” durumlar vardır

Eve geldim, önce kedilerime su verdim, sonra ayaklarımı olsun yıkayıp kalan suyu çiçeklerime döktüm..

Yatağa uzanıp özelleştirmenin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu pratikte yaşadıklarımdan bir kez daha değerlendirdim.

Öyle ya, bizim memlekette fazlasıyla özelleştirme sevdalısı var. Özelleşince çok iyi olacağını düşünen pek çok insan var ama kazın ayağı işte öyle değil. Üstelik önümüzde bir Ercan havaalanı, havayolu şirketleri, Elektrik Santralları ve GSM operatörleri örnekleri var. Ama bayrak ve şehit edebiyatı herkesi teslim almış, kimse gerçeklerle yüzleşmek istemiyor. Çoğunluk “Forever KKTC” şarkısını hep bir ağızdan söylüyor ve bizse dünya hukukundan ve yaşam standartlarından uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz.

Bayrak ve şehit edebiyatı oldu mu bileceksiniz ki halkın bildiği dilde “Tamamen duygusal” durumlar vardır!

Bırakınız devlet olmayı bir kabile bile olamadığımıza inananlardanım.

Düşünün en pahalı arabaları sürüyoruz, inanılmaz vergiler ödüyoruz ama doğru dürüst bir yolumuz bile yok. En pahalı gösterişli evlerde oturuyoruz ama kanalizasyon aydınlatma diye bir şey yok. Su geldi diye halay çekiyoruz ama ortada su yok Ya ne var? Bolca tarafından bayrak, şehit ve kan edebiyatına sarmalanmış kazzık var!

Ülke uzaktan kumandalı iplerle her türlü tehdit ve santaja açık hale getirildi

Çürümüşlük her tarafımızı sarmış ve tuz bile kokmamızı önleyemiyor, çünkü tuzun kendisi de kokmuş.

Yaşananlar müstahakkımız mı diye sorarsanız evet müstahakkımızdır derim!

Burada gözden kaçırılmaması gereken diğer ayrıntı ilk başlardaki “Arıza var” açıklamasının külliyen bir yalan olduğu gerçeğidir.

DİSİ “Arıza giderildi” açıklaması yaparken, Su İşleri Dairesi “Güzelyurt ve Mesarya Ovasına verilecek su için döşenen boruların çalışmasının tamamlandığını ve Türkiye’den temin edilen suyun gün itibari ile yeniden depolara verilmeye başlandığını” açıklıyordu.

Gerçek ise şuydu: Suyu bir silah olarak olarak kullanmışlar, etkilerini görmek için mini bir prova yapmışlardı. Bütün su havzaları, yeraltı su kaynakları da DİSİ’ye devredildiğinden Belediyeler çaresizdi ve

gelecekte bunun başka amaçlar için kullanılmayacağının da garantisi yoktu.

Elektrikte bizi bekleyen tehlike de budur. Onu da oraya bağladığınız anda kendi boynunuza kendi elinizle ilmiği geçirmiş olursunuz. Uzaktan kumandalı iplerle her türlü tehdit ve santaja açık hale gelirsiniz!

Burada not düşmeliyim: Bizde ve bizim gibi ülkelerde özelleştirme yoktur peşkeş vardır. Ercan havaalanı, Havayolları, Elektrik Santralları, GSM operatörleri ve Su en somut örneklerdir. Hiçbir şey ucuzlamadığı gibi denetim-kontrol mekanizmaları da bir bir elimizden gidiyor. Günümüzün koşullarında devletler işte böyle ele geçiriliyor ve özel şirketlerin İnsiyatifine bırakılıp halklar teslim alınıyor. Söylenen şarkı ise kulağa çok hoş geliyor ve plak hiç değişmiyor: “Kamu Özel Ortaklığı”!!!