Yazıyı yazarken gün Salı ve tarih 2 Temuz olarak olmaktadır. 2 Temuz çok önemli tarihi bir ibret günüdür! Sıvasta Madımak katliyamının üzerinden tam 26 yıl geçti. Yaşanan yaklaşık yarım asrın gerçeği ile son günlerimizdeki çeşitli gelişmeler, adeta saramalaşan düşünce biçimine dönüştü. Kar taneleri top olup adeta savrulmakla meşkul haldeki birikime benziyor. Sivaş katlihyamının yıldönümü, G.20 zirvesindeki resim magazinliğinin utandırıcı boyutunun görmezden gelişi veya adamıza düşen ve pekde özüyle konuşulmayan cismin hikayesi, adım adım yaşanan gelişmelerdeki ders alıcı özleriyle geçip gitmektedir. İstedim ki son gümnlerin hem gelişmeleri hem de önemli tarihi anımsatmalarla bir ortak paydaşlı makale üreterek,okuyucunun da gözden kaçırıp veya unuturulan olgularla daha basit enazından bilgi edinmesini düşündüm.****
Bugün 2 Temuz* Daha gerçeği, ben yazıyı yazarken ki tarih. Siz okuyacağınız an ise Muratın keyfiyle yazıyı ienternete koyacağı gün olacak. Böylesi bir net paradoks da mevcut. 2 Temuz ise tarihi Madımak otelin Katliyyam tarihi. Daha gerçeği, katliyamdan da daha vahşi şekilde Sivasta onbinin üstünde insanın 33 aydını Madımakta yaktığı tarihi gerçekğin ta kendisidir. Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde, yönetimde Sosyaldemokrat ile sağ muhavazakarların kualisyon yaptığı bir dönemde 1993 yılında Temuz ortasında, göstere göstere, yaklaşık 8 saat, meydanlarda “şeryat isteyerek” bu katliyam gerçekleşti! Bu kısa anımsatmaya eklenecek fazla söz kalırmı? Öyle ki kendi aydınını uyduruk yalanlarla ve cihaletci din kulanımlarla bir ildesloganıyla “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılcak” haykırışı ve “yakın” teşvikiyle göstere göstere bir ülke hem de “demokrat” denilen hükümet döneminde cayır cayır otel içinde yakılıyor. Sonrası mı; bu canavar adeta yargı oyargı oyunlarıyla ceza alamıyor, sonraki başbakan da “zaman aşımıyla kurturlmalarını” resmen “Hayırlı olsunla” karşılıyor. Demek ki Sivas katliyamı öyle basit bir öfke veya birden parlayan kıvılcım değildir. Yapılışı ve katılımı yanında, devletin tutumuyla yakılmalarına dahi engel olunamayarak resmen ortaklaşan bir tarihi sayfa yazıldı.
Bu olay yapılırken veya yakılma sonrası yargıdan öteki duruşların şekline dek gereken tepki konsaydı veya yerinde tutumlar konulsaydı, bugün banbaşka bir Sivas Madımak konuşur olacaktık. Oysa, ısrarla unutulup, o dönemin siyasal çizginin devamında nerelere geldiğinin de birikimiyle deyerlendirme yapacaktık. Demek ki unutmak veya saptırmakla sorunu çözmek, bellek kayıbı da eklenince işler yoluna giriyor. Hele de yapanlar da iktidarda olursa!
Bugün “yani yazı yazılırken” 2 Temuz. Salının gecesi yavaş yavaş geliyor. Sanki kulaklarımda katliyamdan kurtulan Aziz Nesinin sesi geliyor gibidir: “Bu tehlikeği hala görmüyorsunuz* Tam 8 Saat, onbinler sokakta şeryat bağırdılar. Sonra, Yakınız diye seslerle onca aydın insan yakıldı. Devlet seyretti! Önlem almadı. Beni suçlamaya çalıştılar. Söylemediğim sözleri söyledim diyerek haklı çıkmaya çalıştılar. Bu ahlaksızlıkdır. Bu utanmazlıktır! Yapılan vahşeti örtme çabasındadır. Ben bu tehlikeği hep söyledim. Artık söylem değil resmen Türkiye Cumhuriyetinin bir şehrinde insanlar Şeryat istenerek yakıldılar. Böylesi bir vahşeti dahi savunacak argüman arandı. Siz gazeteciler dahi, olayın önemi yerine Aziz Nesin böyle dedi bahanesiyle önemsetirmemeğe çalıştınız. Hepiniz Suçlusunuz ve yarının karanlık günlerine çanak tutuyorsunuz” dediydi! Nitekim, Aziz Nesin şimdilerde ta Madımak katliyamı olmadan önce uyardığı koşullar birer birer vahşet ve baskı yaratarak geldi.
Sivas Katliyamı aslında gelmekte olan tehlikeği işaret ederken, ezberlerle kurgulanan lafların da nedenli yalan olduğunun da müzesi haline geldi. Neyazık ki onca gerçekler artık topraklara ve tarihe sığmazken, hala “biz geçmişte gayet iyi davranıyorduk” ezberleri hala kandırmaca bir manzume olarak sarılmaktadır. Madımağın önemi de burada gizli. Bundandır ki insan yakan ve şeryat isteyen kesimler yargıdan kurtuluyor ve görüşleri devlet içinde kökleşmektedir.******
Tarihe tüm adımlarımızı sığdırtmama adına hemen günümüze geliyorum. Hafta sonu G.20 zirvesindeki biraz da magazinel, hat ta karikatürleşme kaynağı resme gelelim. Aslında, ana akım medya bunu başka bildik gözle sundular. Nedeolsa, sorgulayan yok, görsel etkilem de oldukça yaygındır. Toplantı sonu resimde Erdoğan ve Trump yan yana duruyordu. TC Medya ekseni bunu ilişkilerin de düzeldiği mesajıyla verdiler. Magazin medyası konuyu kendine göre yorumladı. Hat da kimisi de videyo yaptı! Meyerlim; aslında Trumpun yanında Çin devlet başkanının durması gerekiyordu. Japonların hazırladığı G.20 sonuç resmindeki protokol böyle idi. Bundandır ki önceden herkesin yerini belirten kendi senbolleri konuldu. Erdoğan gelince hemen Trumpun yanına yerleşir. Oysa, Japon görevli konuyla alakalı uyarısını işaretle yapar. Erdoğan aldırmaz. Erdoğanı ise protokolda Rusya lideri Putinin yanına koyarlar. Ama, dinlemez veya uymaz!
Derken, Çin devlet başkanı gelir. Çekimlerle bunu izlerler. Çin devlet başkanı yerine gelirken, Erdoğanı görür. Fazla şamata yapmadan oradan ayrılır. Kim bilir; Erdoğan olsa ne yapardı? Magazin medyası bunu yakalar. Alaylı ve kendi anlayışlarıyla yorumlarlar veya salt gelişmeleri gösteren yayınlarla izleyicilere brakırlar. TC yayınlarında gerçeği birkaç medya ya verdi ya vermedi. Ana akımcılar ise konuyu “Erdoğan ve Trumpun nedenli dost olduğunu” anlatan metiyeler sıraladılar.********
Bunlar hafta sonunda zaten fazla haber geçilemeyen G.20 toplantısında olurken, magazinsel haberler de kaçınılmaz olarak birçok ülkede yer buldu. Tabi, K. Kıbrısta bu konuda kısır kalmanın tekrarlanan senfonik bölümü olarak çalındı. Üstelik hafta sonu oluşu ve bolca panayırlarla yöneticilerin şovları da uluslar arası ilginin daha bir yoklaşmasına neden olmaya yetiyordu. Fakat, biz nekadar gerçeklerden uzak kalmak istesek de bölge veya daha dar çevredeki olanlara sağır kalmaya dirensek de bunlar biraz çığrından çıkınca buraya dek gelip vurur. Öyle de oldu. 1 Temuza girerken, gecenin sabaha ilerlerken, sesizlikler yoğunlaşırken, ansızın bir ses duyulur. Hemen gayet kolay olan sosyal medya işlemeğe başlar. Kimisi patlama, kimisi düşen uçağı ve kimisi de kurguların esirliği ile “ufoları” sıralamaya başlarlar. Derken konunun buraya şu veya bu şekilde düşen füze gerçeği ile ilk perde tamamlanır.
Sonrası mı: sıra politikacılara gelir! Hele de ta baştan kimisi saray rüyaları kimisi de “dangadüngalarla” meşur olurken, bu alanda da kendini hemen göstermekte gecikmez. Sanki çok anlarmışcasına bazısı yerine gider; bazısı da gitmeden atışlara başlar! En mühimi yine “dangadungacıda” olur! “Önemsenecek bir şey yok” deyiverdi. Klasik K. Kıbrıs siyasal dönüşümleri başladı. Çok eksikliklerin ve bilgisizliğin adeta nasıl konuşma yaratığının derslerini bizat politikacı dilinde yaşadık. Hele de Türkiyeye dokunmadan ve kendilerini kulandıklaarı unvan gibi görme kusurları birer birer sıralanmaya hız verdiler.
Hep uyardığımız eksiklikler sırıtmaya başladı: Sadece arada bazı duyduklarını eklediler! İsrail uçaklarının Suriyeyi vurup, Suriyenin gönderdiği füze öngörüsü acemice kulanıldı. Fakat en acısını söyleyecem: ikidebir buranın savaş bölgesi olduğunu, herkese meydan okunup tehtitler yağdırılırken, düşen füze parçasının çıplak el ile dokunulunmayacak basit önlemi nedense bilinmediği boyutu da ortada gezindi. Başka bir gerçek de bizim politikacıların anlatıklarına pek inanan olmadığı için de bol bol başka fantezilerle konu gündemde tutulmaya devam edildi. Nede olsa bir gündem bulundu. Bunu da koltukcular Hayat pahalılığından Y.2 kesinti yaparak bu koşulu kulandığı da anlaşıldı.
- Kıbrısta hep uyardığım eksiklik yeniden yaşandı. Adamızın etrafında olanlar, Suriye gerçekleri ile kendi durumumuz hiç dikate alınmıyor. Örneğin, gelen füze gerçeği ile Suriye öne sürülürken, salt İsrail saldırısı eklenirken, ayni anda Halepi ABD bonbalaması, idlipte Türkiye Suriye çatışması, Türkiyenin Suriyede işkalci olup Rus ruleti oynadığı, Doğu Akdeniz gaz gerilimi ile denizimizde bolca çeşitli ülke gemilerinin oluşu, daha da konuşulmayan, adadaki üstler ve oradaki güç gerçekleri bu tartışmaya damıtılıp öngörü yapılmadı. Hele de füzenin markası ile bölgemizde başta Türkiyedeki silah pazarlık rekabeti de konuşulmadı. Zaten, bizim efendilerin böylesi ne bilgiye ihdiyaçları var nede bunları konuşmak için Türkiyeden izin almış deyilerdir. Oysa, ada resmen tek değil çok sorunla kuşatılıp, değişik güç hesaplarıyla dalgalanmaktadır. Türkiyenin dahi yeni deniz ve hava üstü istemesi bile K. Kıbrısta konu yapılmaya yetmiyor!
Yukarda sıraladığım çok azı olan gerçekler, şu sonuca bizi getirir: Bizim idarecilerin yapacağı açıklamalar en yandaşları tarafından dahi pek inandırıcı bulunmuyor. Tıpkı sanki Maraş politikasını kendilerinin belirlediği algısında olduğu gibi… demek ki biz en basit olayın dahi gerçeğini anlamak adına olanları ve el yordamıyla toplayacağımız bilgielrle ancak anlarız. Öyle ki zamanında bazı ölümlerin dahi sonradan banbaşka nedenleri olduğunu öğrendiğimiz gibi…..
Fakat, bizim başta “dangadüngacıya” bakacak olursanız, konuştuğu yere göre ve hat ta ayni yerde bir dediği ötekini tutmuyacak kadar farklılıklarla doludur. Ben yazıyı yazmadan önce, ayni kişi TC Havuz medyasında “Suriyeye” tehtitleri de yağdırmayı unutmadı! Nede olsa konuşma resmiyetine konulmasa da “başbakanlığa” gelişini herkes yol geçişini gayet iyi bilir.
Sonuç olarak, siz bellek kaybına gayet mükemel uyarsanız, yaşadıklarınızı değil de istenileni konuşursanız, bilimi ret edip liderlerin dediği ile gerçeğe kapılırsanız, haberi olduğu gibi değil de birilerine dokunmama sansürüyle yaparken, statikoyu salt siz ve o koltuk hesabıyla yaparsanız, en önemlisi, hala etrafınızda olanlara yabancı kalıp ilgilenleri aptal yerine, halka önem vermemekle suçlarsanız, yukardaki taplolar adım adım yaşamlarımızda yerini alıp bir hayat oluşturmaktadır.
Sivas katliyamı ile şeryatli gericilik gerçeği, şimdi bölgemizde hem de ta içimizde yaşamın içeleşen önemli kültürleşmesi haline dönüşmektedir. Artık katliyamların lafı dahi yapılmıyor. Örneğin, Suriye gerçeğini bilmeden, orada sizin de katgınızla oluşan kamuoyu gerçeği ile yüzleşmedikçe, hep insan kirlilikleriyle rant arasına sıkışıp kalınacaktır. Daha geçenlerdeki Suriyeli hikayesi ve Güneye gönderme siyasal durum bize dek Suriye gerçeğinin nasıl insan ayıpları, rant hesapları ve kirletilen siyasetle normaleştiğinin çok acı roman bölümü olarak girdi. Ama, Suriye acısından insani kulanım rant sağlama ile Rumu cezalandırma hamlesi birleşince, cepler dolup siyaset de rahatlamaktadır. İşte yukardaki adımlarla Kıbrıslaşan gerçekler böylesi birkaç adımla yorumlama sayfasına giriyor. Sorunlar varken sorun yokla karşılık verip ilgisizlikle ranta dönüşünce, bu sorunlar da çözülmez. Zaten, içerikler de bunu haykırıyor.