Benim tarihi araştırma teknikleri birikimimde Betretin Cömertin başlangıç katgısı önemlidir. Gazi Mahalesi Halkevindeki Kıbrıs seminerim sonrası, Hacettepe ünüversite başlangıç yılında, tanıdık birinin tanıştırması ile Betretin hocayla birkaç defa görüştük. Seminerimin içeriğini de dinleyerek, bana tarihi araştırma konusundaki önemli bazı teknikleri b beynime kazdırtı. Birkaç defa görüştük. Dahası da olacaktı! Özellikle Sanat tarih üzerindeki dersleriyle ünüversitede ilerici olarak da kabulenen hoca, 11 Temuz günü 1978 yılında faşistler tarafından katledildi. Nezaman yakın tarih bilgileriyle sentez yapmak istesem, Betretin hoca aklıma bana ders veren etkisiyle karşımda hayalenir. Bundandır ki bu makalemi yazarken, akrabam ve senelerdir bazı ortak geçmiş araştırma birlikteliği yaptığım Orman Mühendisi Zorluyla sohbet ederken, ekrandan da aldığım tetiklemeyle Betretin Hocanın faşistler tarafından katlediliş anımsatması da gelip makaleme takıldı….Ayni şekilde; 11 Temuz, Dünyanın önemli katliyamlarından Selebrenitanın da yıl dönümü: Bu konuda haberlerde de yer buldu. Sırp suçlama eksenli bu katliyam acılarıyla tekrardan hatırlatıldı. Yalnız: yakın tarihte oluşu ve acıların da epey yüklü oluşu, bu konuda daha geniş sorgulama da yapmaya, neyazık ki bilinçli şekilde kulandırılıyor. Seleprenite katliyamının özünde, Emperyalizmin Doksanlar hamlesi ve özellikle Yugaslavyanın parçalanması adına uygulanan vahşi genel politik askeri girişiminin yerel bir accı yaşanmışlığıdır. Hala sorgu, Yugoslavyanın ekseninde Emperyalizmin yapmak istediği politikyla birlikte hala ele alınmıyor. Nitekim, kasaplardan önemlisi Miloseviç, savunmasında kulanılma şekli ve anlaşmaları söyleyeceğini belirtikten sonra, hapisanede tartışmalı şekilde öldü! Kalp ilacının verilmediği bilgisi soruşturulmadı…..
Başka bir 11 Temuz olayı ise Fassa askeri müdahalesidir. Türkiyenin Devrimci deneğimi olan Belediyeciliğin önemli örneğidir. Terzi Fikrinin yaşamsal başarı hanesine eklenen Fassa, Ordunun ilçesiydi. Demokratik yönetim ve sorunları çözme yeteneği sonunda, Devlet, resmen rahatsız olup, Fassayı resmen değim yerinde ise işkal ediverdi.Önemli tutuklama ve işkenceden geçirilmeler yaşandı. Aslında, 12 Eylül provası olarak da kabulendi. Nitekim, Fassa hareketinden birkaç ay sonra 23 Eylül seksen darbesi yapıldı.
Son olarak, Gezi direnişinde katledilen Ali ismailin 10 Temuzda 7 yılına geldiğini de hatırlatalım. Daha önemli olgu. Ali ismailin Mağusa Limanı türküsüyle de birlikte anımsatılmasıdır. Halkların bazen yaralarını ortak paydaya taşıyan önemli bir sonuçtur. Ali İsmail ve Mağusa Limanı türküsü, ağıtın adeta ortaklaşan paydaşlığıdır. Dövülerek katledilen ve yaşanan acıyla söylenen Kıbrıs Mağusa Türküsü birliktelik ağıtın da ortak paydası haline getirildi. Kıbrıs ve Türkiye ekseninde böylesi prtaklaşma gerçekte pek yok.*****
Girişte, bazı ufak önemli anımsatma yaptım. Ekranlar ise Doğu Akdeniz kriz başlıklarıyla gidrek doluyor. Yayınlar da kendine has probagandaalaşıyor. K. Kıbrıs eksenliler malum: hele de saray yolculuğu veya işbirlikci teslimiyetcilikle başkasının sırtından “kahramanlık” nutukları bolca atılıyor. Direk taraflaşan Türkiyede de durum farklı değil. Özellikle sol kesimin ve hele AKP karşıtlı çevrelerin söylemlerini dikatlice takip yapıyorum. Tanıdık “Emre hoca veya iprahim Varlı gibi” kesimleri de okuyup veya izliyorum. ENazından onca AKP nutuklaşma sonrasında, iş Kıbrısa gelince tutum bakışına önem veriyorum.
Yazıyı yazmadan önce Birgün, T24 18 Dakika prokramı, BBC sitesi gibi birçok yayını izledim veya okudum.Şöylesine bir düşündüm: gerçekten onca laf ve tarafların duruşu konusunda konuşuluyorken, nedense bolca kulanılan “hak” kelimesinin altını doldurulmadığına tanık oldum. Tek tip “haklıyız” denilme sözleri neyazık tekrarlandı. Onca iç politik Erdoğan göndermeleri olurken, Akdeniz gaz hikayesinde tuhaf birliktelik oluştu. Askeri hamlelerin savunulduğu, haklı olunduğu ama dış politika yanlışı gibi çıkarsamalar söylendi.
İç politik tutumlar yerden yere vurulurken, iş dış politikaya gelince başarısız denilirken askeri hamlelerin desteklenme politik söylemi tutarsız halde sırıtıyor. Devlet dış politik birliktelik onca iç kırılmaya karşın hala ortaklaşma paydasında dolaşıyor. Dahası, yanlış bilgilenme ile vurgulanan kuramlar, anlaşmalar, hala haklılık ekseninde resmi noktada kulanımda. Kıbrıs genel garantörlük anlaşması, 74 hareketi bakışı ve şimdiki yaşananlar kendi gerçekleriyle tam konuşulmuyor. Kıbrıs anlaşmalarının kendisi değil Türkiyenin hortlayan Osmanlı gözlükle okunuyor. Uluslarası haklardaki yasalık değil de iç politik kulanım veya fırsatcıl göz önceliklidir.
Bolca hak kelimesini duyuyoruz. Fakat, hangi Denizcilik anlaşmasına daynıldığı söylenmiyor.Münhasır alanın iki tarafın imzasıyla olurken, Türkiyenin böyle bir anlaşma yapıp yapmadığı eklenmiyor! Münhasır alan hikayesi ülkelere göre değişen tek yanlı siyasetle sunulmasına rağmen sorgulanmadı. Örneğin, Türkiyenin Mısırla anlaşma yapıp münhasır alan tesbit etmek isterken, Kıbrısın dıştalanacağı gerekçesiyle Mısırın ret etme gerçeği var. Sonra bu olmayınca da Kıbrıs Cumhuriyetiyle anlaşmadan Kıbrıslı Türklerin haklarını koruma adına deniliyor. Tabi ki K. Kıbrısın dünyada tanınmadığı, K. Kıbrıs ile hukuki konumdan Türkiyenin yargılandığı gerçekleri hala pratik uygulamalara rağmen yok sayılmaktadır.
Haklıyız deniliyor, buna yasal örnek verilmiyor. Deniz hukuku belgesini kabulenmeme durumu var. Yine biliyoruz ki K. Kıbrısla yapılan anlaşmalar kabulenmiyor. Ama başka telden çalınıyor. Hat ta, Liipya iç savaşına katılırken, taraftarın kazanması halinde münhasır alan anlaşmasıyla Yunanistanın Girit açıklarının da sahiplenmesi hedeflenmektedir.
Kısaca. Doğu Akdeniz krizinde gördük ki uluslar arası enerji tekelerin girdiği yerde refah yok. Ayni zamanda, Türkiye Kıbrıs ekseninde çok yanlışlarla yaratılan tabular, onca Erdoğan karşıtlığına rağmen dış politikada hala kırılma yok. Bolca “haklıyız” denilirken, hala ayni yerde duruluyor. Buda devlet erkinin dış politika ile oynama şansını da sağlamaktadır.