YKP Sekretarya üyesi Alpay Durduran son siyasal gelişmeleri değerlendirdi. Açıklama şöyle:
Türkiye’yi istediği kılığa sokmak ve iradesini halka rağmen egemen yapmak için devlet bürokrasisini kullanmak çabaları sonunda bizi de etkilemekten uzak duracak değildi. Türkiye’de her dediği bir yasa olan tek adam rejimi tamamlanmak üzere iken bütçesini kontrol ettiği bir avuç ülkemizi hem de bazı kazançlar müjdelerken görmezden gelmesi olası değildi. Beklenen maaşları bile ödeyemeyen aciz yönetimin seçmenden uzaklaşmasını sağlamak ve yardımları bahane edip tüm icrayı koordinasyon, işbirliği, kalkınma yardımı ve ajanslar ve benzer adlarla ele geçirmek idi. Her adımda daha çok yardım daha çok nüfuz demek olacaktı ve oldu. Arada süs olsun der gibi “biz daha az karışalım” deyip geri adım atıldı ise de daha çok borçlanan yavruya içten yapılan baskılara karşı destek “yavru istedi” diye yapıldı ve sonunda yavru “aman anamız küsmesin daha çok yardım etsin” deyip en çok yardımı yutan, yolsuzluk şampiyonlarını destekleyenlerle beraber “imzalayın yahu şu protokolleri” feryatlarıyla en kurnazlara fırsat verip icra yetkisinin kırıntıları bile toplandı.
Siyasette esas sorumlu bizimkiler mi Türkiyeliler mi tartışmalarıyla seçmen oyalandı. Kim daha çok yardım alabilir diye seçim propagandası moda oldu. Elçilikten de başarısız kaldığı ortaya çıkan protokoller ve raporlarında yerliler eleştirildi ise de başarısızlara ders vermeye kalkan olmadı sadece su parasına kızan belediyelere yardımlar kesildi. Halka belediyeler geri adım attı mı diye sorun sessiz sedasız mayna ettiklerini suskunluktan anlarsınız. Yandık Allah bile diyemediler.
Şimdi hepsi sıraya girdi bir iki tv-radyo yayını garip eleştiriler yapmaya devam ediyor, o kadar.
Artık partilerde de radikalleri eski moda sayma var ki parti içi sorun da yok.
İsyan sosyal medyaya sıçradı ve uzaktan kumandayla düşüncelere yapılan saldırıları kişisel alıp yanıt verme oranı dünya ortalamasının üç katına çıktı.
Artık tüm yetkiler en iyi TC yardımı alabilene nasip olacağına emin olunduğuna göre milliyetçi geçinme modası güçlenip Türkiye’den gelecek sinyale göre makamlar dağıtılmış olacaktır.
Demokrasi dediğin seçim demeye kadar indiyse tabii ki seçim demek post kavgası demek olur. Demokratik devletin kuvvetler ayrılığının, yasayla yetkili görevlilerin seçilenlerin tüm işlerinde denetçilik görevi yaptığı gerçek hali kaybolur ve Kıbrıs’ın uzaktan kumandası tam anlamıyla mümkün olur.
Kim daha çok yardım alıyorsa o daha çok emir almaya da yatkın olur ve etrafımızda biriken kara bulutlar nihayet üstümüze çöker.
Tüm bölge devletleri deniz haklarını paylaştı ama tek biz anlaşamadık ve savaş gemilerini bölgede dolaştırmaya başladık. İngiltere bile Kıbrıs’ın haklarını anımsattı ama biz Türkiye’nin istediği gibi kararlaştırıp askeri güç gösterisine katıldık. Güvenlik Konseyi Maraş’a dokunulmasın dedi a ama biz vakıf malı ilan ettik ve paylaşacağımızı duyurduk.
Derken İran nükleer sorun yarattı. İsrail tehditlere başladı. ABD Almanya’ya sen de buyur dedi.
Silahı kapan bize komşu gelmeye başladı.
Biz biz deyip duruyoruz da biz kimiz onu unuttuk. Ülkemiz diyeceğimiz neresi ise karar sahip çıkmazsak ayakaltında kalacağımızı ne zaman anlayacağız.
Barışçı olmak, sorunları hakeme havaleyi kabul etmek ve asker sevk edip silah göstermeyi düşünmemek gerekir.
Başımıza bir füze düştü yanına yaklaşma usulünü bilenimizin bile olmadığını yeni öğrendik.
Halkımız halimizi unutmayıp protokollere mahkûm yardımla yaşayan bir toplumuz ama bize yeni bir gelecek için şans tanıyan BM ve AB ile daha başkaları da var. Bu şansı kullanmak için protokollere hayır deyip kaderimize sahip çıkmalıyız. Hayat pahalılığı fazla hesaplanmış diye kesinti yapan hükümete karşı söyleyecek laf olarak pahalılığı biz yaratmadık lâfından başka lâf edemeyen ve pahalılığı yaratanı teşhis edemeyenlerden olmamak ve protokollerle yönetilen devlet pahalılık şamarını da ondan yer demek işimiz olmalıdır.