Ecevit de Kontrgerillanın Üstüne Cesaretli Gidemedi
“Ecevit bu konularda konuşmuyordu. İktidara geldikten sonra Demirel’in mektubunda yer alan bilgiler araştırılmıyor, 1Mayıs 1977 katliamı, İzmir Çiğli’deki suikast girişimi,1977 Haziranı’nda “uluslararası teşekküller” ve “yabancı kuruluşlar”ın dahil olduğu kontrgerilla merkezli darbe teşebbüsü yargının önüne getirilmiyordu. 1 Mayıs 1977 davası tüm siyasi bağlamından koparılarak münferit bir soruşturmanın ve yargılamanın konusu oluyordu. Muhalefetteyken sol dalgayı saptırma işlevinin gereği olarak özenle seçilmiş sözcüklerle kontrgerillayı gündeme getiren Ecevit, iktidara geldiğinde bu karanlık örgütlenmenin üzerini örtüyordu. CHP içindeki kontrgerilla mensuplarını bilmesine rağmen onları bakanlıkla ödüllendiriyor, emniyetin en üst daire başkanlıklarına Özel Harp Dairesi’nin “en muhteşem” organizasyonlarında görev alanları atıyor ,yargı,istihbarat bürokrasisinde kontrgerillanın konumunu pekiştirecek tayinlere onay veriyordu. Örneğin, Ecevit Hükümeti döneminde Alparslan Türkeş’e yakın olan ve ırkçı Nazi gruplarla ilişkilerinden dolayı 1944’te yargılanan bir isim İstanbul’un en önemli ilçelerinden birine başsavcı olarak atanıyordu.
1 Mayıs 1977 Katliamı
Diğer yandan, Çiğli, suikastının Ecevit’e yönelik bir girişim olduğu konusundaki yoğun propagandaya rağmen bu girişimin asıl hedefi “yanlışlıkla” kardeşi vurulan İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvandı. İsvan’ın sola açık tutumu, CHP Genel Merkezi’nde de tepki topluyordu. İsvan, 1 Mayıs 1977’de belediyenin imkanlarını seferber etmesi sayesinde katliamın daha büyük boyutlarda olmasını önlüyor ve Kontrgerillanın hedefi haline geliyordu. 1987 yılında, 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin olarak Çetin Yetkin’e bilgi veren dönemin CHP Genel Sekreter Yardımcısı Uğur Alacakaptan, İstanbul’a giden komisyonun çalışmalarını şöyle anlatıyordu:
‘Bu komisyonla bu işi İstanbul’da tahkik ettik…Biz oraya belki güncel bir olayı hiç değilse gözüken yönüyle tespit etmek için görevlendirilerek gitmiştik, ama bunun arkasında yatan maksat, bir boş, zayıf tarafını bulursak Ahmet İsvan’ı politikadan saf dışı etmenin imkanını yaratmaktı.Bu bize verilen görevdi’
O dönemde solun geniş kesimlerinin “umudu” Ecevit, İsvan’ın tasfiyesini 1 Mayıs 1977 katliamının aydınlatılmasından daha büyük bir öncelik olarak değerlendiriyordu. Oysa soruşturmada yapılması gerekenler yapılmıyordu. Uğur Mumcu, 1 Mayıs’ta etrafa ateş açan Alaaddin adındaki polisi Diyarbakır’da buluyor ve onun olaydan önce İstanbul’a getirildiğini saptıyordu. CHP milletvekili Süleyman Genç, katliamı araştıran Çetin Yetkin’e, “1 Mayıs’ta atılan bombaların aynısıydı. İstanbul Üniversitesi önünde 7 Öğrenciyi öldüren bombalar da aynı cinstendi” diyor.
1 Mayısta alanda bulunanların üzerine yoğun bir biçimde ateş açılıyordu. Olaydan sağ olarak kurtulan 34 kişi baş göğüs gibi vücudun öldürücü bölgelerinden ateşli silahla yaralanmışlardı. Bu yaralanmaların ölümle sonuçlanmamasının nedeni, başta Beyoğlu ilkyardım Hastahanesi olmak üzere birçok hastahanenin Taksim Maydanı’na çok yakın olması ve bu hastahanelere yetiştirilen yaralılara tıbbi yardımın çok kısa sürede yapılmasıdır”(Parlar,2006,196-197).
1 1977 Vahşeti Amaca Mayıs Ulaşıyor
“1 Mayıs vahşetini gerçekleştirenler amacına ulaşmıştı. Çünkü artık terörün bu boyutu halkı korkutmuştu. Kimse artık saldırılar nedeniyle sokağa çıkmıyordu. Bu durum yaklaşan seçimler nedeniyle en çok iktidar olması bellenen CHP’nin iişini zorlaştırıyordu.
Bülent Ecevit de kontrgerillanın hedefinin partisinin iktidar olmasını engellemek olduğunu görüyordu. 1 Mayıs vahşetinin de 1974 yılında varlığından haberdar olduğu Özel Harp Dairesi’nin eylemi olduğunu düşünüyordu. Hatta katliamın gerçekleştiriliş şekli, faillere dair en ufak bir iz kalmaması nedeniyle başka birilerinin veya güçlerin gerçekleştirmesine ihtimal vermiyordu. Üstelik yetkililerin yaptığı açıklamalar da vahşetin üstünü örtbas etmeye yönelikti”(Kılıç,2008,220).
Özel Harp Dairesi ve Özel Harp Savaşı Uzmanlarından Orgeneral Kemal Yamak’ın Özel Harp Dairesini Savunması
“Konuyu soracağım bazı sorulara bağlamadan once, bir de şu Avrupa’da patlak veren ve bize sıçratılmak istenen “Gladio” örgütlerine temas etmek istiyorum.
Bizim konseptimiz “sadece yurtiçinde”, seferde , “işgal edilmiş bölgelerde”, “geride kalarak veya düşman gerisine sızarak “, “halka dayalı”, “bir mukavemet oluşturmak” ve “Silahlı Kuvvetleri’mizin harekatına destek olmak” şeklinde olduğunu ifade etmiştim. Özellikle her milletin bu konseptinin değişik olabileceğini de Amerikan örneğini vererek ayrıca belirtmiştim.
Amerikalılarla olan ,ilişkilerimiz ve bunun kopuşuna ait olay ve bilgileri de açıklamıştım.
İşte bu kopuştan bir süre sonra, önce İngiltere daha sonra Fransa olmak üzere, NATO kanalından gelen yetkili resmi ziyaretçiler (general) bizimle temas kurmuşlar ve müşterek planlar, eğitim ve tatbikatlar üzerinde nabız yoklamışlardır. Bizzat muhatap olduğum bu görüşmelerde, bizim Balkanlar ve Kafkaslar’da hala devam eden izlerimiz ve muhtemel etkilerimizi dile getirerek NATO içinde müşterek harekat ve çalışmalarda işbirliğinin fayda ve önemi üzerinde durmuşlar, destek ve işbirliği isteği ile vaatlerinde bulunmuşlardı.
Arzlar, teklifler ve alınan emirler çerçevesinde kendilerine yukarıda belirttiğimiz konseptimiz ve ana fikrimiz izah edilmiş, böyle bir çalışma ve planlamaya katılmayacağımız birdirilmiştir. Bizim Gladio’yla veya başka bir ülkenin herhangi bir teşkilatıyla herhangi bir ilgimiz ve ilişkimiz de olmamıştır.
Onların Gladio gibi bir teşkilata sahip olmaları ve bazı olaylara karışmış bulunmaları, sadece bir isim benzerliğiyle bizi de öyle görmeye yeter bir neden olamaz. Biz, bize dayanarak , kendi güvenlik ihtiyacımız için ve kendimize benzeterek bir konsept tespit etmişiz, onlar da kendilerine.
Gladio’yla iligili sözler ve olaylar duyulup münakaşa edilirken, Sayın Başbakan Ecevit’in brifingten sonra “Gerekirse Fransa,Almanya ve İtalya gibi Batı Avrupa devletleriyle temas kurar ve destek alabiliriz” ifadesi aklıma geliyor ve ileri sürülen iddialar doğru ise, biz yine konseptimizin sınırları içinde kalsak dahi, kurulmuş olan bu ilişkiler nedeniyle bu iddia ve isnatlardan nasıl kaçınabileceğimizi düşünüyordum.
O dönemlerde biz bunları münakaşa ederken İran, özel harp tugayları kuruyor, Ruslar “Spednaz”larine hazırlıyorlardı. Hem de görev alacakları ülkelerin bütün özelliklerini, dillerini, örf ve adetlerini, eğitim ve öğretimlerine dahil ederek, bu birlikleri yetiştiriyorlardı. Amerikalıların yeşil, İngilizlerin kırmızı berelileri, modern özel harbin bütün öncelik ve icaplarına göre yetişiyordu. Ama hepsi de kendi konseptleri ve ihtiyaçları içinde bu gelişmeyi sağlıyordu. Bizim faaliyetlerimiz ise, bu dedikodu ve isnatlar içinde dondurulmuş, el sürülmesi adeta suç haline getirilmiş bir teşkilat, aforoz edilmiş bir isim, mensupları için kaçınılacak bir görev haline getirilmişti” (Yamak, 2006, 305-306).
TÜRKİYE İNSANLARININ KADERİ İLE OYNAYAN ÖZEL HARPÇİLERİN ÇOĞU KIBRIS’TAN GEÇTİ
1974 yılında Kıbrıs harekatlarında önemli görevler üstlenen komutanların büyük bir kısmı 12 Eylül Hareketinin da öncülerindendiler. 12 Eylül Suat Parlar’ın da yazdığı gibi bir Kontrgerilla Cumhuriyeti yaratıyor(Parlar,1997,108). Orgeneral Bedreddin Demirel’in “Devleti kurtarmak gerekiyordu. Devleti de, ancak devletin gücü kurtarabilirdi. Kısa adı Dev-Kurt olan devleti kurtarma planı zaten vardır. Genelkurmay’da…Dev-Kurt.. Yıllardan beri vardır. Bu 12 Eylül’de zuhur etmiş bir plan değildir.Hatırlıyorum,1965’lerde de devleti kurtarma planları yapılıyordu. Devlet görevini yapamayınca , 12 Eylül’de Dev-Kurt kuvveden fiile çıktı”(Ahmet Karaman, Kurtarıcılar,s.165; Aktaran Parlar,1997,108).
KAYNAKÇA
Yamak, K. (2006) Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, İstanbul.
Parlar,s.(2006) Kontrgerillanın İşgal Kuvvetleri, Bağdat Yayınları, İstanbul.
Kılıç,E.(2008) Özel Harp Dairesi-Türkiye’nin Gizli Tarihi,Güncel Yayıncılık, İstanbul.