Bir haftayı daha bitirdik. Yani yaşlandık. Ben de bu yazımda günün modasına uyarak, konuyu kendi gerçekliği ile başlıkla yorumlamayı düşündüm. Moderin kelimeler yerine değişik konuları birazda eski ifadelerle başlıklaştırıp, ona uygun dil ile yazmayı düşündüm. Herkes gericileşme ile tüketimliklerden nasibini alırken, ben de bu gelişmeleri kendime has başlıkla ele alıp yorumlamayı deniyecem.****
Gün yine Pazar. İkindin olup uzaktan can çekişir gibi Ağustos Böceklerinin çatlak sesleri geliyor. Şehirde alışmadığım sesizlikle, zaman zaman gelen değişken doğa olgularıyla birlikte bulunuyorum. Gün Pazar olsa da haftanın yaşanmışlıkları bir yana, sadece Günler anlamı nedeniyle Cumartesi de epey yüklü geçti. Bol itiraflar ve ibret dersleri dolu dolu akıp geçti. Çoğu, sırf Otosansürleşme nedeniyle de medyada pek alınmadı. Oysa örülen çevremiz, adeta sanatsal potpori dizilişi tını bütünseliğine benziyor. Türk Sanat ezgili Peşrevin siyasal benzemesi yaşandı.
Denizlerimize gelen ve askeri siyasi bandralı mesajlı gemilerin ismine bakın: “Barbaros, Yavuz, Fatih ve derken Oruç”! Hepsi Osmanlı simgeli. Mesaj ise çok net. İçsel K. Kıbrısa gelince, artık Diyanet veya Vakıfların rolleri hele de siyasal dönüşüm davranışları artık buraya uygun konuşulması dahi korkulan noktaya ulaştı. SoSosyolojik dönüşüm yansıyışla, “Tarikatlar cirit, Dini kurslar normal, hele de İlahiyat Koleji, kolejin çok ötesine geçen” konuma geldi. Sadece, Fuat Beyin “Türkiye Cumhur başkanı yardımıcısı” yaptığı ziayretlerle bunu haykırdı. Önceki iftar ziayreti ile İlahiyat kolajinde yaşananlar la şimdi direk protokol ile kordinasyonlaşan bağlarla gelecek rolu anlamlıdır. Mesaj net anlamak isteyen pek yok.
Cumartesinin ağırlığı ilahiyat protokolu ile dolarken, verilen başka mesaj ise kimisi alkışlarken, sorgulaması gerekenler de sağır duruşunda kaldılar. Fuat bey,K. Kıbrısı “yavru vatandan, Serhat vatan veya sancağa” sıçratırdı! Danga dungalı makamcı Ersin de bunu düşünmeden havada kaptı! İşbirlikcilik yalakasının nedenli gelişmesinin de örneklemi oldu. Serhat vatanın Osmanlı anlamını düşünen durup da söylemeden önce sözlerini tartardı!Ama, burası K. Kıbrıs ve kendi gerçekleriyle olanlar yaşanmaktadır.
Yine Fuat bey aslında Türkiyede Cumhur başkan yardımcısı olduğu günden beri, Cumartesi günkü K. Kıbrıstaki kadar konuşmadı. Hat ta, mecliste sorulan sorulara dahi yanıt pek vermedi. Ama, şu K. Kıbrıs veya genel Kıbrıs konusu olunca, bülbüleşme ve fetihcilik ruhlar hemen kabarıyor. Buradakielr de onaylanan işbirlikciliğin tadını yalakayla çıkarıyorlar. Nitekim, Sadece Ersin bey değil; Mustafa Akıncı da memnun kaldı. Geçen ziayret te yapılanlar ve hat ta ziyaret edilmeme ve bir konferansta konuşturulmama tavrını sanki kendi yaşamamış gibi, Fuat beyle birlikte ağız birliği yapıp, Rumlara veriştirdiler. Akıncı hala sıkılmadan başına gelenlere rağmen “Rumlardan eşitlik ve hat ta daha fazla egemenlik” taleplerini haykırdı. Nede olsa Fuat Oktayın yanında hem de Rumlara söverek, gelecek yyıl ki seçimde,m Türkiyenin kendine karşı olmadığı imajını oynama ihdiyacı vardı!*****
Demek ki dün Türk ırkının Kıbrıs bekçileriyken, faşizmin idolojik yedekleşmesi olurken, şimdi de Osmanlı yeni versyonunun da Serhat kalesi haline sokulduk. Bunu da kabulenen politik gerçeğimiz de olunca, ben başka hangi Peşrevi çalma şansım var?Osmanlı merkezli bakış aslında Türkiyede Atatürk devrimlerine rağmen özellikle dış politikada hiç bitmedi. Bunu Kıbrısta da yaşıyoruz. Başka tel taksan da elindeki bağlama ise ancak saz sesi verircesine söylemler kanıtlıyor.
Dün 20 Temuzdu.Kıbrıs hareketinin yıl dönümüydü. Brakın AKP çevresini; Türkiyedeki Kemalist denilen kesimelr de adeta bildik peşrevi okudular. Çok önem verip dinlediğim Tele 1 prokramlarında dahi, özdeşli Denktaş Kıbrısı ile fet etmenin ruhiyesi gayet mükemel sunuldu! Namık Koçak gibi “Kıbrısta Güvenli bölge ile Denktaş övmeleri” yapması düşündürücüdür.Daha militaris bakışla Erdoğan eleştirisi ise salt Kıbrıs değil, Kuzey ıraktan Suriyeye varan bakışta hala ortak devletli Osmanlı geneleğinin kendisi fışkırmaktadır.
Dedik ya: 20 Temuz yüklü yakın tarihi ile önemli. Kıbrısla alakalı bazı konumları önceki yazılarımda yazdım. Ama, salt Kıbrıs değildir. Örnek, düne dek Türkiye muhalefeti 20 Temuz gününü ayrıca Darbe girişim sonrası, Erdoğanın kulanıp darbe yapma günü olarak seslendirdiler. Fakat, dün bu konuda pek yorum yapılmadı! Ayni şekilde, 20 Temuz tarihi Suruçtaki sosyalist gençlerin katledilişinin 5 yılı olmaktaydı. Bu konuda da fazla yorum yapılmadı. Hat ta, Suruçtaki valilik kararıyla anmalar dahi yasaklandı!
İsterseniz şunu da yazalım: 20 <Temuz 1969 yılında aya ilk adımı Nil Asronk attı. Bir dönem dinciler bunun kurgu olup uydurma yapıldığını savundular. Doğrusu karşılık da buldular. Fakat şu söz de tekerleme oldu: “Eller aya giderken, biz yaya kaldık”!
Önemli iki parçanın potporiye eklenmesini göz ardı edemem.Herkes S400 füzelerini konuşuyor. Etkielrini tartışıyor. Bilsin bilmesin, siyasal ağırlık da katıyor. Fakat, espirisi dahi düşüdndürücü şu havber oldukça anlamlı: “S400 füzeleri Türkiyeye geldi* Füzelerin etkisi konululurken, ilk füzeyi 3 gazeteciği vurdular”. Sputnik Türkiyede çalışan ve kendi videolarında yayınladıkları Davutoğlu röpertajı nedeniyle yayın yaptıkları RS ratyosundan atıldılar. Buda Rusyanın füzeleriyle vurulan ilk hedef kendi metyalarında çalışan gazeteciler oldu. Bu haberi benzeterek “Rus Füzelerinin ilk kurbanı gazeteciler” yayını bence önemli mesajlarla anlayana anlatan bilgidir.***
İkinci olay daha düşündürücü: Trapzona giden ırak Kürdistan federal yurtaşlarının başına gelenler ibretliktir. Trapzonda kendi simgelerini taşıyan atkılarla rsim çekmek isteyen Kürtleri Trapzonlular linç etmek istediler! Daha kötüsü
Trapzon valiliği ve savcılığı bu linç saldırısına uğrayan ıraklı Kürtleri sınır dışı yaptılar. Yorumu size kalsın.
Pazarın artık gece moduna girdim. Potpori yaptığım olayları sınırlamak zorundayım. Şimdilik Pazar peşrevini burada noktalıyorum. Size şarkı tınısı değil de yazılı akışkanlı bir peşrev yazdım. Potpori seçkimde yanılgılar olma olasılığım da olabilir. Nede olsa yazarken okuyucu ile birlikte değilim. Aynen, şarkı söyleyip çalarken de kendim olunca, bunu yuhlayacak veya alkışlayacak seyirci olmadığı gibi. Ama, Pazarın artık tükenişe doğru yelken açarken, denizimizde isimli gemiler krizle oynarken, coğrafyamız epey yüklü sorunlar ve sosyolojik dönüşümler yaşarken, kitlesel olarak bunarlı gündeme dahi getirmek, tehlikeliyken, bir Peşrevde kaç şarkı söyleme şansım olur?