1975 yılında yerleştiğimiz Mağusa- Maraş – Ulus Irkad

1205

Mağusa Maraş’a Baf’tan 1975 yılında geldiğimiz zaman yerleştirilmiştik. Ağustos ayı içindeydi ve Maraş’ın açık olan tarafını o zaman Baflılar ve Anadolu’dan getirilen insanlar için açmışlardı. Ne yalan söyleyeyim, Baf’tan gelen bizler bile oradaki kültürden bihaberdik. Anadolu’dan gelen halk ise daha da uzaktı o kültüre. Sifonlu tuvaletler, banyolar biz Baflıların bile imrendiği ama pek 1963 yılında kaybettiğimiz bir lüks hayattı. Her evin bir kütüphanesi muhakkak vardı ve entellektüel bir nüfus yanında, işveren, ithalatçı veya ihracat yapan bir nüfusun olduğu, gelirlerinin de yüksek olduğu evlerdeki eşyalardan ve kitaplardan belliydi. Okuyyordu Maral Rum halkı hem de fazlasıyla. Müzelerin in, tiyarohanelerinin  olması bunun da kanıtıydı. Maraş ve Kuzey Kıbrıs’taki yaşayan Kıbrıslırumların hayatı  bizden moderndi. Her evde bunlar varken muhakkak bir çamaşır makinesi, buzluk ve bilhassa televizyon eksik değildi. Hele hele bir de evlerdeki kitaplar ve kütüphaneler daha da göze çarpanlardı. Kütüphanelerde bulduğumuz kitaplarda daha fazla İngilizce, Rusca ve Arapça dilleri oldukça etkindi. 1974 yılında burada yani Maraş’ta yaşayan insanların kültür düzeyini göstermekteydi bu kültürel kaynaklar. Evlerde muhakkak İngilizce, Rusca ve Yunanca ansiklopedik diziler göze çarpar, okunan politik ve edebiyat kitaplarından buradaki insanların kültür düzeylerini farkederdiniz. Fakat biz ne yapmıştık? Çoğumuz zaten Güney’den veya Türkiye’den getirdiğimiz adetlerimizle kitap okumadığımızdan, üstelik de kitapların yabancı diller olmasından dolayı, bu kitapları yığınlar halinde sokaklara dökmüştük. O kitapları raflarında bırakıp korusaydık kimbilir ne bilgileri korumuş olacaktık… Bırakın onu Maraş’ta onlarca terkedilen tiyatro evlerini de pek umursamadık. Zaten bizde tiyatro olayı sadece okul müsamerelerinde olurdu. Milli günlerde de milliyetçi tiyatrolar Anadolu köylerindeki oyunlardı herhalde.Egemenleri eleştirmenin Orta Çağda başladığını ve Batı Demokrasisinin bir özelliği olduğunu bizler o zamanlar bilmiyorduk.

Maraş’a ilk girişim 1975 yılının 29 Ekim’indeydi. Tüm araba galerileri yepyeni Mercedes ve Volvo’larla doluydu. Kuyumcu dükkanları bile daha durmaktaydı. Yaldız yaldız parlayan dükkanlar görmüştüm. Arabalar da cıvıl cıvıl parlamaktaydı. Büyük bir zenginlik olduğu belliydi. Daha sonraları Maraş’a çeşitli vesilelerle gene girdim ama bu defa 1975 yılında gördüğüm dükkanlar ve galeriler bomboştu. 45 yılda herşeyi boşaltmıştık.

Mağusa Maraş Kütüphenesinde bizlerin eline kalan kitapları da koruyamadık. 1977 yıllarında o kütüphanenin Mağusa Türk Bölgesi’ndeki kütüphane’ye taşındığını ve bu Kütüphane’de korumaya alındığını, o günlerden itibaren bu kütüphanenin bir üyesi olarak hatırlamaktayım. O günlerde Birleşmiş Milletler Barış Gücü bu kitapları denetlemekteydi. Daha sonları o kontrol da terkedildi veya unutuldu. O kitapların içinde Kıbrıs tarihi hatta 1700’lü yılların Anadolu yaşantısını aktaran veya yansıtan aşk ve gezi romanları İngilizce yazılmış olarak durmaktaydı. Pek merak etmedik. Bizdeki egemen kafaların sadece o kitaplara ilgi duyması, o kitapların para olarak karşılığıydı. Bu yüzden o kütüphanedeki eski 1400’lü yıllarda Kıbrıs hakkında yazan rahiplerin notları, anıları pek dikkatimizi çekmedi. İlgilenmedik… 1990’lı yıllarda bir sarraf Profesör hanım (Adı bende mahfuz) Türkiye’den gelmiş ve bu kitapları Türkiye’ye götürmek istemişti. Başardı mı bilmiyorum ama mektup vardı elinde. Özal tarafından görevlendirilmiş veya gönderilmişti.Bu kitaplar artık Avrupa’da yokmuş, zaten Hitler tarafından veya İkinci Dünya Savaşı sırasında bu kitaplar tahrip edilip yokedilmişti. Tek bu kütüphanedeydiler ve bu hanım onlara talipti. İşin içinde Anavatanı sevmek ve ona şükran duymak vardı. Eğer o kitaplar şimdi yoksalar çoktan  satılmıştır diye düşünüyorum. Hatta o dizilerin arasında Leonardo Da Vinci’nin notları da vardı. Birkaç sene önce İngiliz Gazeteleri’nde Onlar da Bill gates’e  Avrupa’da satıldığı söyleniyordu. Herşeye kıydığımız gibi heba ettik Maraş’ın son kaynaklarını da…

Maraş varsaydı, bizden farklı kültürlü insanları, kültürel kaynakları, kitapları, tiyatrohaneleri ve sinemalarıyla vardı. Maraş insanlarıyla da yüksek bir uygarlıktı. Ressamları bilhassa Xanthos hadjisodiriou gibi, insanların özenle ve  emekleriyle yaptıkları Monastiri adlı stüdyoları, “Kırık Boyunlu Kadın” resimleriyle meşhurdu. Refahı ile farklıydı Maraş. Maraş böylesine bir uygarlıktı. Biz değerini bilemedik ve ganimet kültürümüzle mahvettik Maraş’ı.

Geçen hafta  bölgeyi gezen gazetecilerimize bir anı hatırlatması da ben yapayım dedim.