Daha sağlık nedeniyle birkaç gün önce istanbula gidip geldim. Şimdi, istanbuldaki deprem haberiyle adeta uçuşan haberlerden gerçekler yakalamaya çalışır hale geldim. Peşinen belirtecem: ben deprem konusunda öyle ahkam konuşacak kişi değilim. Bilgilerim, haber aldığım anlardaki bilimsel konuşmalardan oluşan birikimle sınırlıdır. Bu gerçeklikle, istanbuldaki deprem konusunda yayzı yazarken, deprem konusundan çok, olan olayla alakalı gündemlerin savrulan olgularından yararlanıp makalemi şekilendirecem. Gerçi şu bilgiyi herkes duydu! Tabi eğer bilgi edinmek istiyorsa. İstanbulda büyük bir deprem beklentisi hep seslendirilmektedir. Yine, bu olan depremin konumu, kimine göre enerji boşalması nedeniyle deprem daha da uzaklaştı denilirken, kimisi de tam aksine, depremin daha da yakınlaştığının ön işareti olduğu öngörüsü konuşulmaktadır. Ufak bir sorgulama, onca Türkiyeleşme ve bol “Anavatan” nutulklarına ve bağlılıklara karşın, K. Kıbrısta konu gazete mahşetlerine çıkmadığı gibi, medyada da basit haber özüyle geçiştirildi. Buda, K. Kıbrıs Türkiye yapılanışının idolojik güncel yansıyışının yeniden üretilmiş haberi olarak tekrarlandı….
Perşenbe günü prokram başlayıp başlamadığını prokram yaptığım medya dönüşü, istanbulda deprem haberini aldım. Ben en azından etkisi bakımından hemen merak içine girdim. Fakat, çevremde sorduğum insanlar, konuyu basit haber gibi kimisi duyup kimisi de önemsemeyerek yanıt vermedi. Sonra, televizyonda Tele 1 kanalında konuyu izlemeye başladım. Sonuçta, beklenen deprem olmadığı anlaşıldı. Fakat, konu deprem olsa da siyasal gerçeklikten kaçmak kolay olmadı. Bana, siyasal gerçeklikle, yapılanılan kurumsalaşmasız konuyu anlamama şoku yeniden geldi. Deprem olmasına karşın, başta yalaka Türkiye medyası sanki İstanbul belediye başkanı yokmuşcasına konuyu aktarıyordu. Ekrem beyin açıklamalarına yer vermediler. Yine, özellikle bazı ülkelerdeki yanlışlar ve ihmaler de bu tip olaylar sonrası hemen sırıtmaya ve tartışmaya başlanır. Tabi ki resmi siyaset, yasak ve konuşturtmama tekniklerle, medya kulanımla bu özü gizlemeğe de uğraşır. Kolayca atmanın da koşulu oluşur. Öyle ki, deprem anında koruyucu yerler konusu tartışmaya hemen sokuldu. Yine, hala kaybedilen İstanbul belediyesi gerçeğini devletin kabulenemediği gerçeği de sırıtıverdi.
Klasik Türkiye sorgusu istenmese de engelenme çabalarına rağmen, birkaç kanal ve sanal medya kanalıyla oluştu. Örneğin, bundan önceki 99 depreminden sonra toplanan ve önleyici alanlarda kulanılacağı ve tetbir alınacağı söylenen vergilerin durumu gündeme oturdu. Brakın istanbulda önlem kulanımı, var olan deprem anındaki koruyucu yerlere de beton rantıyla yok edildiği durumlar ortaya çıktı. Ancak, dini motiflerle depremin bilimselik özünün gizletilmesi de ekranlarda dahi kulanıldı. “Dualarla korunma” önerileri bolca yapıldı. İnsanların bilgisizlik ile bağlılık duyguları kulanılarak örneğin “koruma yeri” kuramı banbaşka içeriklerle gündeme konuldu. Yok edilen alanları, başarılı yerler olarak banbaşka konumlar gösterildi. Bir anlamda, İstanbul belediye başkanıyla karşı karşıya gelinen açıklamalar oldu. Tabi, resmi yalaka medya Ekrem İmamoğlunun açıklamalarını vermeyerek de tek yanlı bilgilendirme veya algı operasyonunu da yaptı.
En tuhafı, bazı medyalar ünüversite bilim adamlarından yorum yapmalarını istemelerine de ünüversite yetkilileri izin vermediler. Kim bilir; ağızlarından laf kaçırır korkusuyla, büyü bozulur” korkusu vardı!Bilimselik yerine inancın kulanım piyasasıyla da iş “alaha” havale edildi. Ayrıca, resmi açıklamalarda da tutarsızlıklar diz boyu oldu. Depremin sayısal gücü dahi Kandil merkezi ile Afetin bir birini tutmadı.
Kısaca, istanbuldaki sarsıntıyla deprem olayı yeniden gerçekliği ile yaşatılırken, siyasal duruşun da nereye dek geldiğinin ayrışması, bu olayla da tekrarlandı. Deprem gibi insani konuda dahi devletin ayrıştırıcı konumu ile bilgisizlikle olayı saptırma ikilemi yeniden medya yasaklarıyla da bütünleşip yaşandı. Bundandır ki Saray çevresi ile Belediye başkan ikilemli karşılıklı demeçler verildi. Bunlar dahi yandaş ana akım medyasınbda taraflı olarak yayınlanıp Belediye başkanının sözleri verilmedi.
Bu olay, net olarak Türkiyenin geldiği siyasal gerçekliği yeniden yansıtma rolunu da yaptı. Tabi klasik K. Kıbrıs ayağında da sanki bu deprem uzayda olmuş gibi yayınlandı. Konuşması gereken etiketli “akademisyenler” ise olma da bir yanlış yaparız korkusuyla yine kaçtılar. Sadece, birkaçı ezber iki kelime değip de sustular.
İstanbul depremi, salt deprem ile doğanın tepkisini değil, yapmanın, rantın ve çarpık kentleşmenin de gerçeğini kamuoyuna sundu. Depremin yıkıcı ve etkili olmadaki çarpık kentleşme ile ilk hamlelerdeki koruma alanları durumuyla bir anlamda Türkiyenin resmini hem siyasal hem de ekonomik sosyolojik olarak çekti.*****
Eylül ayının önemli dünya buluşması, B.M. konseyinin açılışı ve devlet liderlerinin orada kürsüde konuşmasıyla da klasikleşti. Tabi, üye olmasa da konuşma yapmasa da bizden de bu seyahate olayına olsun hemen koltukcularımız katılır. İlginç bir tuhaflıkla; son dönemde saray lideri ile dışişleri koltukcusu ayrı ayrı uçaklarla Nivyorka gidiyorlar. Tıpkı bu yıl gibi… Daha ilginci, orada ayrı ayrı yaptıkları temaslarda “tabi Türkiye yetkililerinin verdiği müsaade kadar” farklılıklar da sergilerler.
B.M. açılışına veya yeni dönemine giderken, yine Kıbrıs sorunu köpürtülerek burada kamuoyu da oluşturularak gidildi. Bolca atışlar oldu. Hernekadar Akıncı ile Kutret hazretleri görünüşte ayrı telden çalsalarda, aslında ayni telden ayrı bağlamalar çalıp hepimizi kandırma türküsünü bozuk akorla söylüyorlardı. Ayni türküye, fetişizim kavramı kuralıyla birisi fedral öteki iki veya farklı isimlerle tanıtıp okuyorlardı. Meşur nakarat “siyasi eşitlik” ile başlangıç “Rumlar bizim haklarımızı vermiyor, zenginliği paylaşmıyor” sözleri aynen okunuyordu. Ama haklarını yemeyelim: hem Türkiye bağlarını gizleme hem de farklı olduklarını önemli kesimlere hala bu türküyle yuturmaya devam ediyorlar. Yeni saray hesabına da ekliyorlar.
Aslında bir ezber de resim ve görselikle bozuldu: hani Akıncı kesimi hep Türkiyenin kendilerine tavır aldığı marazisini okuyorlardı ya; işte oda bozuldu. Doğrusu Mevlüt ile Mustafa çok güzel gülüp karşılaşıp mesaj verdiler. Zaten, farklılık dedikleri ayni ezberi Mustafa üstüne “federal” deyip de kitlesine gaz vermekle oldu.
Hiç duymadık, Türkiyenin baskısına, dahyatmasına veya müdahale etmesine karşı çıkıldığı. Zaten, ister koltuk ister se sarayın yolu Ankaradan geçtiğini bilmeyen yok. Hele koltuktaki teslimiyet örnekleri artık olmayanı mumla aratan dereceye çıktı. Kıbrıs konusunda Kuzeydeki defakto veya sosyolojik ekonomik duruma değil, Türkiyenin dayatığı paket ve nifusa değil, hep Rumlara veriştirip zenginlikten pay verilmemesi veya öylesine bir eşitlik ki her şeyi engeleme yetkisi talep ediliyor. Oysa, burada TC li bir memurun bakanlığı nasıl çevirdiği örnekleri bolca yaşanırken, eşitlik veya yetki denilmiyor. Dedik ya: bir ruma veriştirme yarışıyla Kıbrısta barış isteme türküsü ile ayrılık sevinci birlikte koltukta kalma reytingine oynanıyor. B.M. alanında da Akıncı ve Özarsay bu kuralı sirto oynuyormuşcasına Ankara havası çalıp acemice tekrarlı dans oynadılar.****
Guteres ise eğer oynayacaksa, aktörlerle nasıl bir sahnede sahneleyecek eserin provası için oyuncularını izlemekle meşkul. Nasıl olsa oyunun adı Guteres planı şimdiden oldu. Birisi de ek olarak “olmazsa olmazımız siaysi eşitlik” deyip, her şeye itiraz edip kendine hakaret edene ses çıkaramayan zavalılığına ötekine engel koyma kuralı peşindedir.
B.M. aslında yabancısı olmadığımız temaslar ve konuşmalar oldu. Ençok ilginç gelip burada ve türkiyede doğal olan Erdoğanın hem de başka bir ülkenin toprağının bir bölümünde resmen kürsüden haykıran konuşmasıdır. Suriyenin toprak bütünlüğü denilip, sonra bazı yerlerde tanponla kendi insan yerleştirip Tokiye de rant alanı açma planı B.M. kürsüsünden tüm dünyaya haykırıldı. Hem de bu yerlerde oturan insanların oradan sürülüp, kendi istediği kesimlerin yerleştirilmesi ile resmen etnik temizliği de açıklamasıyla B.M. arşivine girdi.
B.M. böylesi olaylarla yeni döneme başladı. Dünyada en az etkin olduğu yaptırım sürecinden geçiyor. Kararları uygulanmayan ve yeni karar alamayan, dünya olaylarına insiyatif koyamıyan bir B.M. yapısına dek gelindi. Eğer öyle olmasa, en basitiyle Kıbrısla alakalı kararları veya somutlaşıp burada ordan oraya hamasetli fetihci nutuklar çekilen Maraşın, hem de B.M. kontrolunda çoktan sahiplerine verilmesi gerekiyordu.
En net resim: bizat sistemin en güçlü lideri denilen Trumpla zaten yaşandı. Kimisi görüşmek için yarışa girerken, en azından resim çekip reklam yapmak istemekteydi. Oysa, bu Trump dahi kendi meclisinde arzı için çabalar başlayıp, Ukrayna başkanıyla yaptığı görüşmenin metni yayınlayıp sgandal üstüne sgandal çıkıyordu.Ama. B.M. eylül ayı ile birlikte artık çalışmalara başladı. Tatil sonlandı. Tatiller sonlanırken nedense bizim Ratyo Mayıs ve internet yayını hala tatilde. Dünya ise durmuyor. Olaylar, tepkiler ve krizler artık yıkımlarla yüklenip koca bir dağ haline geliyor. Hele de İsveçli gencin iklim katli hareketi, kürsüde liderleri adeta soğuk duş yaptırdı.
Yine de bizim saray erkanı ve öteki koltukcu doğrudürüs kimseyle konuşmasa da adaya geldiklerinde “başarıları” ile Ruma göndermelerle adeta kendi kısır gündemimizde yeni baharın saray hesabıyla atıp tutacaklar. Yandaşları da destekleme olanağı ile bunlara sarılacaklar. İşler böyle yürüyor.