Kıbrıs’ın şimdiki değişim durumunu anlamak için bir yönde yüzyılın başlarındaki ekonomik durumuna da bakmak gerekmektedir. Yüzyılın başlarında da ekonomik durumun iyi olmadığı ve dışarıya devamlı göç verdiği de gerçektir.
Kıbrıs tarih boyunca birçok müdahalelere uğramış bu yüzden iç dinamiğinin gelişmesi de bu yüzden engellenmiştir. Ekonomik, Sosyal, politik gelişim doğal seyrinin dışında, tamamen müdahalelere göre biçimlenerek çarpık bir görünüm kazanmıştır.Özellikle II Dünya Savaşından sonra, tali niteliğe sahip olduğu halde, bir takım çelişkilerin varlığından hareket eden dünyanın egemen güçleri, iç çatışmalar yaratarak Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de batmaz uçak gemisi haline getirilmesini hedefleyen bir stratejinin uygulayıcısı olmuştur. Bu arada kapitalizmin gelişmesinden kendi dinamiğiyle ortaya çıkan milliyetçiliğin de bunda büyük bir rolü olduğunu vurgulamamız gerekmektedir.
Böylece, coğrafi açıdan olduğu gibi, yakın geçmişine kadar halkıyla da bir bütünlük arzeden Kıbrıs bu özelliğini hızla kaybeden birbirine “düşman” iki kamp halinde yeniden örgütlenmişti. İngilizler adayı Osmanlılardan devraldıktan sonra ekonomik yapı uzun süre etkisini sürdürmüştür.
İngilizler, ekonomik yapıyı değiştirme girişimlerine oldukça geç başladılar. Bu nedenle Kıbrıs’ın ekonomisinde gözle görülür değişmeler yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır.
İngiliz hükümetleri, doğal olarak bilinçli ve planlı politikaları ile kendi sistemleri olan kapitalist üretim ilişkilerini Kıbrıs ekonomisine de egemen kılmak istemişlerdir. Öncelikle adanın göze batan özelliklerinin kısaca anlatılmasında yarar vardır (Özgürlük, sayı 3,sf.6-7).
1965 yılı değerlendirmelerine göre son elli yılın yağmur ortalaması 19 inçtir. Bu miktar bol yağışlı senelerde 27 ince çıktığı gibi az yağışlı yıllarda 10 ince kadar düşmektedir. Bu da tarım sektörünün ekonomi içinde önemli bir yer tuttuğu adamızda, iklim koşullarının bunu ne denli etkilediğini açıkça göstermektedir.
1950’li yılların sonlarına doğru yapılan istatistiklerde 580.000 civarında olan ada nüfusunun %60’ı köylerde,540’ı ise şehirlerde yaşamaktadır.
Toplam köy sayısı 600 civarında olup şehirler dışında nüfusu 3-5 bin olan yerleşim yerleri çok azdır. Köy nüfusları genellikle binin altında veya biraz üzerindedir. Karma köyler olduğu gibi Türklerle Rumlar’ın ayrı ayrı olarak oturdukları köyler de vardır.
Genel nüfusun %20 ve yakını Türk, %80’i Rum, geri kalanları da Ermeni, Maronit, Yahudi ve İngiliz gibi azınlıklardan oluşmaktadır. Yıllık nüfus artışı %1.75’tir.
Adada nüfus hareketinin eskilerden bu yana gösterdiği en büyük özelliklerden biri dış göçlerdir. Yıllık binde 26 gibi yüksek doğum oranı ve binde 6 düzeyinde düşük ölüm oranı na karşın nüfusun fazla artmadığı görülmektedir. Elde edilen bilgilere göre kuraklık, kıtlık, salgın hastalık,
dış saldırılar ve ekonomik durumun yetersizliği nedeniyle eski dönemlerden bu yana ada halkının çeşitli ülkelere göç ettiği bilinmektedir. İkinci paylaşım savaşından sonraki yıllarda, her yıl 3500-4500 kişinin adayı terk ettiği, istatistiksel olarak anlaşılmaktadır. Öyle ki “İç çatışmaların” geçici olarak bitip Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1960 yılında 12,000 kişinin adadan ayrılarak İngiltere ve Avustralya gibi ülkelere yerleştiği görülür. Bu olgu da ada ekonomisinin kendi nüfusunu besleyemeyecek kadar cılız ve gelişmemiş olduğunun en belirgin kanıtlarından biridir.
Kıbrıs’ta ekilebilir alanların toplam 2.5-3 milyon dönüm olduğu bilinmektedir. Tarımsal amaçlarla kullanılan alanlar,dağlar arasındaki ovalar kıyı şeritleri ve dağ yamaçlarından oluşmaktadır.
Toprak mülkiyetinde göze çarpan en büyük özellik, toprakların (Veraset nedeniyle) fazla sayıda ve çok küçük parsellere bölünmüş olmasıdır. Veraset sisteminde uzun dönem Osmanlı-İslam kuralları geçerli idi. 1946 yılına kadar sahip olunan toprak miktarı ortalama 57 dönüme düştüğü görülür. Bunun yanında nüfusun %70’inin de bu rakamın altında olduğu bilinmektedir. Ekilebilir toprakların %7’sine şehirlerde oturanlar sahiptir.
Toprakların ne denli bölünmüş olduğunu vurgulamak için kişi başına düşen parsel sayısının 12 olduğunu aynı zamanda, ekilebilir topraklar üzerinde rasyonel yatırımlar yapılmasının en büyük engeli olarak gösterilmektedir.
Ekilebilir toprakların %8-10’una kilisenin,%1-2’sine ise Evkaf’ın sahip olduğu bilinmektedir.
Kıbrıs’ta eğitimin köylerde bulunan ilkokullar ile şehirlerde bulunan ortaokul ve liselerde sürdürüldüğü görülmektedir. İlkokulun parasız olmasına karşın ortaokul ve liselerin ücretli olduğu, ada halkının çok düşük gelir düzeyi göz önüne alındığı zaman ise ancak varlıklı ailelerin çocuklarını okutabildiği, diğerlerinin ise yetenekleri ne olursa olsun bundan yararlanamadığı bilinmektedir. Bu sistemin doğal sonucudur ki zenginlerin çocukları okuyarak üst düzeydeki idari görevlere kadar yükselebilecek ve yönetime gösterdikleri sadakat sonucu “sir” ünvanı bile alabileceklerdir.
-Devam Edecek-