Kıbrıs’ın I. ve II. Dünya savaşlarından sonra sosyal ve ekonomik durumu -2- – Ulus Irkad

1385

Bu sayıda da Kıbrıs’ın I. Ve II. Dünya Savaşları‘ndan sonra sosyal ve ekonomik durumunu incelemeye devam ediyoruz;

Ancak adanın küçük nüfusunun az oluşu ve ilkokul eğitiminin köylerde ücretsiz yapılması okuma yazma oranının yükselmesini sağlamıştır.

Yüzyılımızın başında II. Paylaşım savaşı dönemlerine kadar geçen süre içinde ekonomik yapının oldukça durgun olduğu görülür.

Eski tarihlerden bu yana, Doğu ile Batı arasındaki ticaret yollarına yakın olmasına karşın adanın canlı bir ticaret merkezi olduğu görülmemiştir. Yakın karaları bağlantının sınırlı oluşu da dış ticaretin gelişmesini büyük ölçüde engellemiştir.

Ada halkının genelde köylerde yoğunlaşmış ve büyük ölçüde iklim koşullarına bağımlı tarımsal faaliyetlerle uğraşması yanında endüstrinin de yok denecek kadar cılız olması, kişi başına düşen gelirin düşük olmasının en büyük nedenlerinden biri idi.

Ulaştırma sektöründeki yetersizlik ve olanaksızlıklar da göz önüne alındığı zaman iç ticaret yönünden de ada ekonomisinin oldukça durgun olduğu görülmektedir.

Ayrıca sahip olunan doğal kaynakların miktarı da ada ekonomisinin canlanmasını sağlayacak düzeyde değildi.

Ekonomik faaliyetler genellikle beslenme geresinmelerini karşılayacak tarım ve hayvancılık ile sınırlı madencilik alanlarında yoğunlaşmıştır.

En genel hatları çizilen bu ekonominin kapalı ve tipik bir ada ekonomisi olduğu görülmektedir.

Ekonominin bu niteliğini daha iyi anlamak için tarımsal faaliyetler daha önce belirtilen dönemler arasında özellikle köylerdeki sosyo-ekonomik ilişkiler içinde değerlendirmek daha yararlıdır.

Bugün olduğu gibi tarım ve hayvancılığın tümüne yakın kısmı köylerde yapılmaktaydı.

1900’lerde ekilebilir arazilerin %85’inde kuru ziraat yapılmakta ve ancak %15’i sulanabilmektedir. Sulanabilen arazinin ise sadece %6’sı kuyulardan çıkarılan sularla geri kalan miktar ise mevsimlik akan ırmaklardan veya pınarlardan sağlanan su ile sulanmaktadır.

Tarımda mekanizasyon söz konusu değildir. 1940’lı yıllara kadar tarlaların çoğunun karasabanla sürüldüğü orakla biçildiği, harmanda ise düven’le sürülüp rüzgarda savrularak tanenin samandan ayrıldığı bilinmektedir. Bu yıllardan sonra yine hayvanlar tarafından çekilen demir saban ve basit biçme makinesinin kullanıldığı görülür. Bu, emek yoğun bir çalışmadır. Tarlaların tümünün sürülüp ekilmesi olanaksızdır. Tüm tarlaları birkaç kez sürmenin ise hiç olanağı yoktur. Tarımda ulaşım, hayvanlarla çekilen arabalarla sağlanmaktadır.

Genellikle sulama olanağı bulunmayan düzlükler de başta buğday olmak üzere arpa ve az miktarda yulaf yetiştiriliyordu.

Yukarıdaki nedenlerle birlikte kimyevi gübre kullanılmaması da tahıl ziraatında verimin çok düşük olmasının en büyük nedenlerinden biridir. Bu da çiftçilik yapan ailelerin ancak kendi yiyecekleri kadar veya bundan az fazla ürün üretebilmelerine neden oluyordu. Ancak öncelikli amaç yiyecek ihtiyaçları kadar üretebilmekti.  Değerlendirmelerden anlaşıldığına göre tahıl ziraatı içinde buğday en öncelikli sıradadır ve ikinci önemli durumda arpadır. Yulafın ise giderek azaldığı görülmektedir.

Kıbrıs, bugün bile buğday da dahil olmak üzere çeşitli yiyecek ve besin maddeleri ithal etmektedir.

Sözkonusu dönemlerde, tarımsal arazilerin hayvan gücü ile iyi sürülüp ekilmediği verimi artırmak için kimyevi gübre ve yüksek verimliliği olan tohumluk kullanılmadığı, yabancı otlarla iyi mücadele edilemediği ve tarlaların çoğunda bulunan çaltı ve diğer dikenli bitkilerin ise sürüp ekmeyi oldukça engellediği bilinmektedir. Bunun doğal sonucudur ki birim alanda elde edilen verim bugünkü verimin yaklaşık %15’idir.

Tüm bu gerçekler göz önüne alındığı zaman kişilerin satıp kar etmekten çok karınlarını doyurabilmek amacıyla ürettikleri görülür. Bu da o dönemlerde ekonomide feodalizmin hakim olduğunun göstergesidir.

Tarımda çalışanların toplam işgücünün yarısını oluşturduğu göz önüne alınırsa yaygın yoksulluğun nedenleri daha iyi anlaşılabilir.

Tahıl ziraatından sonra ikinci önemli iş sahası ve gelir kaynağı bağcılıktır. Elde edilen verilere göre o dönemlerde nüfusun %20’sini oluşturan yaklaşık 20000 ailenin bağcılık yaptığı veya bununla ilgili bir işte  çalışarak geçimini sağladığı bilinmektedir.

Kıbrıs’ta çok eski bir geçmişi olan bağcılık deniz kenarlarına yakın veya yüksek yerler ile tahıl ziraatına elverişli olmayan yerlerde yapılmaktadır.

Yetiştirilen üzümlerin bir kısmı iç piyasada tüketilirken geriye kalan miktarda şarap ve kuru üzüm yapımında kullanılıyordu. Kıbrıs’ta üretilen şaraplar Lübnan, İngiltere ve Avrupa ülkelerine satıldığı gibi içte de tüketiliyordu.

Hasat döneminde bağcılık yapılan bölgelerden tahıl ziraatı yapılan bölgelere mevsimlik işçi akını göz önüne alınırsa bağcılığın da eski dönemlerde doyurucu bir uğraş alanı olmadığı rahatlıkla görülebilir.

Tarımsal faaliyetler içinde narenciyenin de önemli bir yeri vardır. Özellikle İngiltere’nin çok gereksinme duyduğu narenciye ürünleri nedeniyle bu alandaki gelişmeler diğer sektörlerden daha önce 1933 yıllarında başladı ve 1958’lere kadar toplam ürünü 10 kat arttı.

Zeytin ve harup, Kıbrıs’ta genellikle daha çok dağ yamaçlarında ve karışık olarak bulunuyordu. Elde edilen ürün yıllara göre birbirinden çok farklılık göstermektedir.

Zeytinden elde edilen yağın içte tüketildiği, geri kalan artıkların ise hayvan yemi olarak kullanıldığı bilinmektedir.

Harup ise ihraç edildiği gibi öğütülerek hayvan yemi olarak da kullanılmaktadır.

Bu tarım alanının eski dönemlerde de tarıma dayalı sanayi ve hammadde sağlayan bir alan olduğu görülür.

Tarım ürünleri olarak tütün, anason, susam, bakla, nohut, mercimek ve patates; bahçecilik yapılarak çeşitli sebzeler ile olma, armut, ceviz, badem, muz ve şeftali gibi meyveler yetiştirildiği ve bunların tümüyle iç piyasada tüketildiği görülür.

Toplam ekilebilir alanların sadece %5’inde bahçecilik yapılmaktaydı.

Köyler için en yaygın özelliklerden biri de tarımla birlikte hayvancılığın da yapıldığıdır. Köydeki birçok aileler, ekip biçme yanında, büyük ve küçük baş hayvanlar ile kümes hayvanları beslemektedirler.

 

-DEVAM EDECEK-