Tesadüfmü bilmem: 15 Kasım hem Kuzey Kıbrısta KKTC ilanı” hem de Filistinin sürgündeki bağımsız ilanının çakışan gün gerçeği vardır. İstersek, Kıbrıstaki yine önemli Köfünye olaylarıyla yeniden barikatların açılma sıçramasının da ayni Kasım gününe geldiğini de eklememiz mümkün. Bunlar ne tam gerçekleriyle konuşuluyor, nede amaçlananın ışığında ele alınmaktadır. Halbuki, özellikle de KKTC olayı bağımsızlıktan öte başka stratejinin sıçraması olduğu ta elilerden başlayan politikanın sadece geçiş kapılarından birisi olduğu unuturuldu. Burada, Kıbrısın havıza kaybı veya istenileni tabusal baskıyla konuşturma gerçeği kadar, özellikle 74 Sonrası taşınan nifusun da önemli sayısal aşamaya gelmesiyle, geçmişi öğretilen şekliyle algılayarak çıkar oluşturma ekonomisiyle katılımıyla da başarıldı!***
Kendi kendimizi kandırmayalım: Tıpkı Türkiyenin Kıbrıs sorununa girmesi için Birleşik Britanya Kıralığının baskısıyla olduğu ve bunun için de Direnen Türkiye iktidarlarını zorlama ve yönlendirme adına 6 7 Eylül katliyamlarının düzenlendiği tarihsel belgeler mutlaka akılda tutulmalıdır. Bu nokta anlaşıldığında da günümüz hamasetinin de anlama tam aksi yöne doğru kayar. Yine, KIbrısta bizim kesim ta baştan Adaya Türkiyenin müdahalesini sağlama stratejisi de vardı. Bunu eskiden sık sık dinlerdik. “Türkiyenin adaya gelmesi gerekiyor” sözleri duyuluyordu. Amaç bu olarak da vurgulanıyordu. Daha ielri gidecek olursak, bazı yaşanan acı olayların da sırf Türkiyenin müdahalesini yaptırma adına gerçekleştirildiği de konuşulan dönem insanlarınca da söylendi. İnanılmaz olaylar gerçekleştirilip Türkiye müdahalesi için gerekçe sağlanmaya çalışındığı da artık imkar edilmezdir. Bunları silmek için resmi tarihe konulmayarak veya “milli dava” denilerek baskılanma yapılanarak korundu. Buna burayı bilmeyen gelen yoğun nifus da eklenince, bilgisizlikte istenen oyun da oynanıp idolojikleştirildi.
İlan edilen “KKTC” sıçraması da bunun önemli adımıdır. Bir anlamda, Kıbrıs Cumhurieyti çizgisinden uzaklaşıp Türkiyeleşme yönüne kaydırılan bir siyasal hamledir. Nitekim, ilanından sonra gelişen tüm olaylar buranın Türkiyeleşmesine yönelikti. Zaten, ilan etme şekli dahi bilinen bağımsızlık ilanından çok farklıydı. Hat ta, ilanın bir gün öncesi, muhalefet partileri yüryüş yapan vekileriyle ve dağıtılan bildirileriyle olayın tehlikeli yönüne işaret yaptılar. Fakat, davet edilen yemek sonrası da sarayda eveti çaktılar. Ertesi gün de bunu örtme adına,bazı yandaşları “çocuk doğdu* Onu yaşatmak gerekir” denilerek karşı olup imzaladıkları devletin kurumsalaşıp bağımsız olmasına sarıldılar. Bunun da önemli neferi Mustafa Akıncıydı.
Ancak, tüm gelişmeler bağımsızlık deyil de Türkiyeleşme çizgisine hızla yaklaşılma oldu. Koperatif operasyonu, sanayi holdink kapatılması ile başlayan kervan, Doksanlarda kaçakcılık insan cepesinin de kurulması ve devamında da giderek Türkiye sermayesinin bankalardan başlayıp buradaki işbirlikcilerini tasfiye ederek yerleşmesiyle de devam etti.
Bunları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Üretim alanları sonlandırırlırken, nifus yapısı darmadağın edilirken, ülkeye de sektörleşme adına ünüversitelerle öğrenci ve kumarhanelerle de turistler taşınmaya başlandı. Buda gece kulupleriyle de kadın cepesi eklenip ekonominin dış bağımlı gayrı nizami sermaye şekleriyle yeni bir yapı oluşturuldu. Her fırsatda da kulanılan argümanla daha Türkiyeleşme politikası savunuldu. İkinci ganimet dönemi ve buranın sosyolojik deyişim dinseleştirme adımlarıyla artık klasik Kıbrıs yerine yeni bir deney ve Türkiyeleştirme alanı oluşturuluyor.
Bunların hepsi Kıbrıs sorununa da yansıdı. Gerçi adı hep “Kıbrıs türk toplumu” denilse de daha seksenlerde yeni ganimet mülkiyet geleceği ile taşınan nifusun ne olacağı soruları damga vurmaya başladı. İkibinlerde ise artık direk Türkiye hesaplı Kıbrıs sorununa gelindi. Nitekim, çoğunun hala konuşmaktan kaçtığı Annan planı dahi Türkiyenin AB yolunu aşma hedefli sonuca endekslendi. Bunalr hep yaşandı. Yine göründü ki son görüşmelerde de her ne kadar “iki lider” dense de özellikle Guteres dönemli son toplantılarda Türkiye yurtaşlarının Serbes dolaşımı dahi görüşme konularına eklendi. Bunlar görmezden hep gelindi. Konuşulması da pek yapılmadığı için de bazı barış saf kesimleri sanki Kıbrıs cumhuriyetine dönüş veya eski kurallarla Kıbrısın birleşmesi hayalerine takılıyor. Hat ta, buraya yığılan nifusun gideceğine inanç belirten kesimler dahi vardır. Oysa, masaya konulan ve bazı atılan adımlar aslında Türkiye koşulların uygunluğuna inansa, Kuzey Kıbrısı ilhak etmek istediğini de belirtiyor. Fetih yapılması veya buradaki hegemonya gerçekelri nedense hep bilinmezliğe havale ediliyor. Kurulan ilişkiler öylesine yayapılanıp normaleşti ki TC elçilik müdahale alanı ile buradaki siaysal yetkiler gerçeği, her şeyi anlatmaya yetiyor.
Brakın yurtaşlık verilen insanları, yurtaş olmayan nifus ikisinin toplamından fazla. Hastanelerden hapisanelere veya sokak manzaraları bunu hep kanıtlıyor. Ama, törenler ve nutuklarla da KKTC ilanı kutlanıyor. İşbirlikcilikle teslimiyetin ulaştığı nokta ise malum.Sığınalacak liman olayı da varken, hala Kıbrıs Türk toplumu veya Türkçe konuşan Kıbrıslılar tesbitleri de çoktan tarihleşti. KUlanılan Kıbrıslı veya toplum olayının kültürel ve sosyolojik ilkeleri silindi. Banbaşka bir Kuzey Kıbrıs yapılanışı ile kültürü gelişiyor. Şimdilik galiba irsenin tesbiti geçerli: “Kalabalık”! Bu şehirlerden genel yöreye geçerli. Kalabalıklara şehir derken, toplama da Kuzey Kıbrıs coğrafyası denilirken, ortak yönlerin ne olduğuna gelince de ççuvalıyoruz. Kuralsız ve gayrı nizamiye bir de yalanı katınca, istenilen isimler de kolayca denilip ezberletilinir. Ancak, “KKTC” ne bağımsız nede Kıbrısın birleşmesine yönelik yapıdır. Zaten, daha ilan edilirken, sırf gaz alma adına da “federasyon” kelimesi konuldu. Oysa federal deyil Kıbrıs cumhurieytinden uzaklaştırma gerçekleşiyordu. Daha Türkiyeleşmenin sıçraması oldu. Zaten, Teşkilatın amacı da o deyimli? Denktaş durmadan bunun koşulalrını ve yöneliş hamlelerini yapmıormuydu? Bir yeniden uyarı bilgisi:
Kuzey Kıbrısta “KKTC ilan” edilirken, Türkiyede seçimler bitmiş Evrenin adayı kaybedip Özal kazandıydı. Bazı saflar ozaman, geçiş dönemini Denktaşın kulanıp ilanı yaptığını söylediler. Oysa, İlter Türkmenin dahi itiraf etmesiyle, olay Türkiyeye rağmen deyil de anlaşılarak koşulları kulanarak gerçekleşti. Onun için, olmaz demeyin: Nasıl ki biz seksenelrde ilanın yapılma olasılığını söylerken, karşı kesim bir ağızdan “Olamaz, uluslar arası çevreler izin vermez” denildiği yaşanmışlığı unutulmasın. Şimdi de uluslar arası koşullar uygun deyildir, fırsat vermezler lafları yine koruyuculuğu bir yere kadar. Sınırların deyişip Kuzey Suriye gerçekleri, Kosova oyunu karşımızda dimdik duruyor. Fırsat bulunup koşullar da uygun olunca K. Kıbrısın yeni Türkiyeleşme versyonunun olmayacağına kimse olamaz diyemez. Hele de tıpkı “KKTC ilanındaki” gibi burada direnecek güç de yokken. Kaldı ki o dönem karşı olanlar bildiri dahi dağıtırken, şimdide iyice teslimleşen politikacılarımız en aşağlıyıcı suçlamalara dahi ses çıkarmayıp koltuk bekleme modundadır. Bundandır ki koşullar uydurulduğu zaman “Afrin ve doğu Fırat işkal hareketelri gibi” burada da Türkiye hamle yapmaktan çekinmeyecektir.*****
Benzer ama farklarıyla da 15 Kasım Filistinin de bağımsız devlet ilanı olan tarihtir. İyice canlanıp bizden farksız dünyada da destek bulan Filistinliler, Sürgünde devlet ilan yaptılar. Yine bizim aksimize göre Filistin develtini de epey devlet tanıdı. Ekleyelim: “KKTC” tanınmadı. Bangladeş girişimi ise 1 gün sürdü. Oysa, Filistini birçok ülke tanıdı. Temsilcilik aşmasına da izin verildi. Bu hareket etkisini doksanlara dek sürdürtü. Üstelik, salt sürgünde deyil, işkal altındaki topraklarda da ayaklanmalar başladı. İntifada hareketleri adeta sürgündeki mücadelenin önüne geçti. Osloda anlaşma dahi yapıldı. Fakat, anlaşmayı yapan İsrail başbakanı Rabin öldürüldü. Böylelikle anlaşma da yok edildi.
Filistin hareketi önemli darbesini, aslında onu ençok destekleyen sosyalist dalganın yenilmesiyle dünyada önemli bir kayıba uğradı. Bu Filistin için önemli destek ve probaganda alanının kaybıydı. Arap dünyasının darmadığınıklığını zaten söylemeye gerek yoktur. Arafat işkal altındaki topraklara dönünce de kuşatılmış esir gibi evinde tutsak oldu. Filistin hareketi içindeki sol eksen de daralmaya başladı. FKÖ silahlı eylemleri de brakınca, İsrail teker teker bazı sosyalist Filistin liderlerini de öldürdü. Hareket içinde de İslami yönlü gelişmeler de tırmandı. Başta İsrail bunu sola karşı destekleyip kulandı. Fakat, Filistin gerçeği, Hamas gibi yapının sonradan dönüp israile yönelme gerçeği de yaşandı.
Uzun uzun anlatacak deyilim. Zaten köşem de sınırlı. Sonuçta, şimdielrde Filistin hareketi darmadağın halde. Hat ta, Arafatın örgütü Elfetih yöneticilerinin israile teslim olması gerçeği de var. Sürgündeki Filistinliler ise artık yok sayılmaktadır. Göstermelik görüşmelerde dahi efsaneleri okunmuyor. İsrail yerleşimler kurup ilhakla devam ederken, direnen de yok. Gazleyi canı istediği veya siyasal iç ihdiyaç nedeniyle bonbalayıp katliyamlar da gerçekleşiyor. Buna benzer birçok olumsuzluk sürmektedir. Birçok Filistinli ki onbinlerle ifade ediliyor, hapiste.Ortadoğunun kaynayan yarası Filistin, şimdilerde adı sadece fazla gerçekleşen ölümlerle duyulan ara haber şeklindedir.
Ortadoğunun Yeni sömürgecilik başlangıcıyla vatanları alınan ve önemli direnişler gerçekleştiren Filistinliler, şimdilerde isimleri dahi duyulmuyor. Sorunun çözümü veya insanlık dramlarına ses çıkaran yok. Hele de destekleyicilerinden Suriyenin de başına gelenlerden sonra, artık konu pek de dünya gündeminde yerleşmiyor. Ama, Bağımsız Filistin devletini Yüzü geçen ülke tarafından da tanınıyor! Paradoksun da böylesine ne demeli?