Havıza kaybımız gayet münasip hale sokuldu. Unutkanlık yaygın olunca da en başta yakın tarih yaşanmışlıkları da kolayca sildirtilir. Devamında da istenilen güncel idolojilere yönelik boşluklar doldurulur. Banbaşka yalanlarla örülü geçmiş birikimi de idolojikleşip yerleştirilir. Bundandır ki zaman zaman özellikle yakın tarih dolaşımları yaza zorunluluğu da yapmak zorunda kalıyorum. Nitekim, Kasımın yakın tarih ilk günleri, biraz anımsanırsa, günümüz siyasi gündemi daha kolay anlamaya da yetiyor. Buna uygun yeni bir yazı da yazmaya karar verdim.
*****
Önümüzdeki yaşatılmaya çalışılacak “KKTC ilanı” yıldönümü de Kasım ayında gerçekleşti. Aslında, çoğu unutuverdi: ilanın önemli direk mesajları Türkiyede yapılan Kasım ayındaki seçimlerle alevlendi. 1983 Yılında 5 Kasım seçimleri ile Cuntadan sivile geçiş süreci de başlıyordu. Üstelik açıklanan sonuçlarda, Evrenin istediği deyil de seçimi Özal kazandı. Bu dönem önemli fırsat haline geliyordu. Türkiyede geçiş dönem süreci denilerek, olay Denktaşa havale edilerek, hem Denktaş daha bir mitleşirken, Türkiye suçlamaları da daha alt telden çalınacaktı.
dönem, özellikle dağılma halinde olsak da TKP içindeki arkadaşlara ısrarla dikat etmelerini öneriyorduk. Arkadaşlar ise başta, İsmail Boskurt ve Mustafa Akıncının güvencelerine ve Durduranın da olayın odenli yakın olmadığını söylemeleriyle biraz teredütlüydü. Oysa, gelen istihbaratlar Denktaşın özellikle Türkiye yetkililerini ikna edip, İlter Türkmenin de başta karşı olmasına karşın, sonunda ikna edildiği bilgileri de geliyordu.
Benim gibi birkaç arkadaş, ısrarla bu koşulların zaten ilanının artık kaçınılmaz olduğu KKTC hamlesinin yapılmasına tetikleme yaptığını söylüyorduk. Gerçekten, ön görümüz de doğru çıktı. 15 Kasımda ilan edilen “KKTC” olgusu, gerçekten Türkiyenin yurtdışı sol Yayını Demokrat Türkiyede dahi, “seçim sonrası oluşan boşluğu Denktaşın kulanıp, Özalın kucağına ateşten top braktığı” yorumları yazılıyordu. Bunun üzerine, lakabı “Küçük Oligarşi” olan arkadaşım, bana konuyla alakalı yurt dışına gönderilmek üzerine bir geniş yazı istedi. Arkadaşım şu ince eleştiriyi de yaptı: “okadar uzun yazdın ki, temize çekerken elim koptu” dedi. Gerçekten de doğru dedi. Çünkü, daktilom bozulmuş ve bazen satırların araları birbirine karıştı.
******
Daha yakına gelelim: 3 Kasım 1996 senesine yaklaşalım. Ünlü trafik kazasıyla karşılaşalım. Susurluk trafik kazadsı! Bir siyah arabanın kamyona vurmasıyla ortaya çıkan ceset ve yaralılar resmen siyasetin resmi oldu. Mafya, siyaset ve emmiyet* Susurluk kazası adıyla tarihe geçen olay Türkiyede deprem yarattı. Tam da Devlet içi çelişkilerin artıp, istihbarat ile mafyaların yoğunlaşıp Kürt katliyamlarının ayuka çıktığı anda tesadüfen oluşan kaza, resmen politik alanı hareketlendirdi.
Derler ya: Türkiyede olan, buraya da raslar, ifadesi çok çarpıcı ortaya çıktı. Çünkü, başta Tarık Ümitin öldürülme olayı olmak üzere, açılan birçok kirli karanlık sayfada K. Kıbrısın da adı geçiyordu. Öyle geçiyordu ki, arandığı söylenen nice TC Ülkücü kökenli ve soradan MİT adına da çalışan insanlar, burada sarayda dahi konakladıkları haberleri uçuştu. Fakat, hüküemt koltuğunda CTP de olmasına rağmen, bu olay geliştirilip, sorgulanmadı.
Dahası var; ayni yıl katledilen gazeteci Kutlu Adalı için de arabada ölen Apdulah Çaplının da buraya girdiği sözleri de dolaştı. Reha Muhtarın o zamanki Polis basın sözcüsü Pervin Gürlerden “girip girmediği” bilgisini istemesine rağmen ekranda yanıtını alamadı. Ama, Susurluk konuşuldukça, bir yerinde bizim adamızda geçiyordu. Tıpkı zamanında Rabıtanın seksenlerde etkinlik alanı olarak yayılırken ki K. Kıbrıs coğrafyası geçiş alanı olması gibi…..
Soradan taşları yan yana koyarak çıkardığım başka önemli bir konu daha vardır. Bunu geçen yıl bu köşelerde de yazdım. Nedense, şanlı ders verici ve “çağdaş” Kıbrıs Türk ahalisi pek ilgi göstermedi. Yüzleşmekten her zamanki gibi kaçıldı. Duymayarak bu yöntem kulanıldı.
Ölen ülkü ocakları eski ikinci başkanı Apdulah Çaplının kulandığı kimlik sahte evrağının adı “Mehmet Özbaydı”! Yani, 67 Yılında Köfünyede sancaktarı vurup sonradan Londraya kaçan Kıbrıslı Türkün adı. Bu yıl şeker hastalığından öldü. Türkiye, çaplının bu kimliği kulanması da önemli. Böylelikle Mehmet Özbay öldürülmedi ve Apdulah Çaplı yeni kimlikle yaşama tetikci ve istihbaratcı olarak görevler yaptı. Çünkü, Avrupada yakalanıp isviçrede hapse girdi. Kaçması da başka hikaye. Türkiyede tüm bazı emniyet uyarılarına rağmen ona bu isimli yeşil pasaport verildi.
Kutlu Adalı cinayetinde de adaya girip çıktığı hep vurgulandı. Nedense, yalanlanmadı! Çaplı, ayni zamanda Yetmişler Ülkü Ocaklarının nasıl devletle birlikte cinayetler gerçekleştiğini, yurtdışında nasıl görevlendirildiği ve yeri geldiğinde kimlik deyiştirilerek kulanılma örneklerinden birisidir. Ama, Mehmet Özbay kimliği ile bizi ta 67 Köfünye olayına dek getirdi. Tarih deşildikçe, karanlıklar aralandıkça, öyle kolay kahramanlık ezberleri veya devletsel tabu anlayışların nedenli sorgulayıcı olduğunu da haykırıyor.
*****
Ben bu konuları defalarca yazdım. Son olarak Bir Gün gazetesinde ve Artı Gerçekte Susurlukla alakalı yazılar okudum. Çaplının Mehmet Özbay sahte kimliği de vurgulandı. Nedense, bizim Türkiyeli ilericileri okuduğumuz kadar, onlar da buradakilerden öğrenme çabaları olsa, Çaplı Mehmet alakasıyla Kıbrıs sorununda nedenli ortaklaşan karanlık süreçlerin de olduğunu anlayacaklardı. Neden, Köfünye sancaktar öldürten kişinin kimliğinin kulanımı ve nasıl olduğu araştırmasıyla, oluşan Kıbrıs kurgusu da bozulacaktı. Devamında, Kıbrıs sorgusu ile yüzleşme yapıldıkça, bu defa Suriyedeki Afrin ve Doğu Fırat hareketleriyle de bu denli sesiz kalmayacaklardı.***
Ayni şekilde, bol övülüp gerçeklerden kaçan K. Kıbrıslılar da Türkiyedeki ve buradaki gelişmeleri gerçekleriyle konuşup, yerine koysalar, bu denli teslimiyetle yalana tutsak olmayacaklardı. Ben her yakın tarih dolaşımında ne acıdır ilgili sonuçalrla yüzleşiyorum. Sizi bilmem.