Kıbrıs’ın Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonraki ekonomik ve sosyal durumuna bu makalemle devam ediyorum:
1950 ve 1956 yılları arasında Kıbrıs’ta endüstriye göz atıldığı zaman diğer sektörlerde görülen durgunluk ve geri kalmışlığın bu sektör için de geçerli olduğu görülür.
1950’lere gelindiği zaman endüstriyi oluşturan sektörlerden en büyüğünün madencilik ve taş ocakları işletmeciliği olduğu, ikinci ve üçüncü sırayı da imalat ve inşaat sektörünün aldığı görülür.
Bu durum emperyalizmin az gelişmiş ülkelere yönelik stratejisinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Madencilik şirketinde faaliyet gösteren şirketlerin sahipleri çoğunlukla yabancılardır. Bu şirketler, bakır, bakır ve demir piritleri, krom ve amyant gibi maddeleri çıkardıktan sonra kırıp zenginleştirdikten sonra ihraç etmekteydiler. Öyle ki 1950’lerden sonra çok daha durgun olan madencilik sektörü yine de toplam ihracatın %50-60’ını oluşturmaktaydı. Hükümete verilen gelir vergisinin oranı %75’e kadar çıkarken döviz gelirlerinin %50’side yine bu sektörden elde ediliyordu.
İmalat sektörü genellikle hammaddelerini tarımdan sağlıyordu. Bu sektörün gösterdiği en belirgin özellik ise ihracata dönük değil de iç piyasada tüketilmek üzere çoğunlukla gıda ve giyecek üreten tesislerden oluşmuş olmasıdır.
1954’lere gelindiği zaman toplamı 13707 adet bu tür tesislerin 6712’sinde tek kişinin, 3823’ünde ise 2-4 kişinin çalıştığı görülür. Demek ki sanayi tesislerinin %84’ünde 5 kişiden daha az kişi çalışmaktaydı. Kıbrıs’a özgü gerçekler ise 4-5 kişilik tesislerin genellikle aile işletmeleri olduğu, zorunlu durumlarda yabancı işçi çalıştırıldığı ve aile ölçüsünde yeterliliğin esas alındığını göstermektedir. Bu küçük tesisler, özel mülkiyet temeli üzerinde oluştuğu halde emeğin yoğun biçimde sömürüsünü içermediği için kapitalist ilkelerle ne denli uyum içinde olduğu tartışma konusudur.
Ancak 10-49 kişinin çalıştığı tesis sayısının 187, 50-99 kişilik tesislerin 18 ve 100-999 kişinin çalıştığı tesis sayısının 9 olduğu göz önüne alınırsa 1900-1950 yılları arasında kapitalist işletmelerin kurulmasına da başlandığı anlaşılır.
Kıbrıs’ta şarap imalinden sonra gıda ürünlerinin üretildiği ilk tesislerin un ve yağ değirmenleri olduğu görülür. Bunlar çeşitli köylere dağılmış aile işletmeleridir. Bunlardan elde edilen ürün artıkları ise hayvan yemi olarak kullanılıyordu.
Bunlardan başka adada, çeşitli gıda tesisleri, süt ürünlerinin üretildiği küçük imalathaneler, debbağcılık (deri işleme tesisleri), ev eşyası yapan ve ayakkabı imal eden atölyeler, dülger işleri
yapan atölyeler, metal işleri atölyeleri, matbaacılık ve dokumacılık gibi küçük sanayi dallarının olduğu görülmektedir.
Genelde üretim az ve kazançlar düşük olduğu için iç talep de oldukça düşüktür. Bu nedenle içte canlı bir ticaret ortamı yoktu. İnsanlar zorunlu oldukları zaman özellikle İngiltere’den, ithal edilen giyecek ve yiyecek maddelerini alıyorlardı. Yüksek gelir düzeyine sahip kişilerin ise alım gücü fazla olduğu için İngiliz mamulleri kullandıkları görülmekteydi.
Kıbrıs’ta ekonomi üzerinde etkinliği olan bir kurum da kuşkusuz kooperatifçiliktir.
“Kıbrıs’ta kooperatifçilik hareketi birçok ülkedeki uygulamalarına karşın, kırsal kesimden başlayarak gündeme girmiştir. (Özellikle dönemin İngiliz sömürge yönetiminin belli bir süre kooperatrifçiliği teşvik, destek ve koruma altına alması ayrı bir inceleme konusuna girmektedir). Kıbrıs’ta tüketim kooperatifleri, kooperatiflerin diğer türleri gibi, ekonomik yaşamda önemli bir yer tutmaktadır. Uzun bir dönem Kıbrıs’ın ekonomik yaşamında olumlu etkiler yaratmış kooperatifler belli bir süreden beri çeşitli sorunlar taşımaktadır”(Mehmet Hasgüler(1996).Kıbrıs’ta Kooperatifçilik,Galeri Kültür Yayınları,Lefkoşa,12).
“1914 yılına kadar herhangi bir kooperatif yasası yoktu. 1914’e kadar Kıbrıs halkı tüccarların ve tefecilerin ekonomik engelleriyle, zorlamalarıyla karşılaşmaktaydılar. Söz konusu yasanın 1914’te yürürlüğe girmesiyle birlikte çeşitli köylerde menfaatlerin korunması amacıyla kooperatifler kurulmaya başlandı. Kurulmaya başlanan kooperatifler kredi kooperatifi biçiminde örgütlenmekteydi. Model olarak da Raiffeissen tipi sınırsız sorumlu kredi kooperatifi seçilmişti. Amaç, kredi kooperatifleri yoluyla borç altındaki çiftçiyi tüccarın ve tefecilerin elinden kurtarmaktı. Bu özelliğinden dolayı kooperatifler çiftçilerin ilgi ve desteğini kazandı.
1923 yılında dönemin sömürge yönetimi yeniden kooperatifler yasası çıkardı. Bu yasada yalnızca tasarruf ve kredi kooperatifleri değil, her türlü kooperatif şirketinin kurulmasını da olanaklı kılmaktaydı. Bu noktada Kıbrıs kooperatifçiliği yasal bir örgüt yapısı olarak ortaya çıkmıştı. Bu yıllarda yeni kurulmaya başlananlarla birlikte 1925 yılına kadar toplam 27 kooperatif kurulabilmiştir. Daha sonraki yıllarda hızla artmak suretiyle 1930 yılında 326’ya kadar yükselir. Ancak, 1931-1932 yılında artış azalan oranda olur. 1935-1936 yıllarında ise kooperatiflerin nicel olarak bir düşüş gösterdiği görülür”(sf.16-17).
“Kooperatiflerin sayısında 1935’e kadar düşüş görülmektedir. Bu düşüşün çeşitli nedenleri arasında şunlar vardır: 1929’da “Dünya Ekonomi Buhranı” dünyanın birçok ülkesinde olduğu, üretimin düştüğü, işsizliğin arttığı bir dönemdir. Bu dönemdeki ekonomik yetersizlikler kooperatifçiliğin gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir. Aynı şekilde 1931 yılında İngiliz sömürge idaresine karşı girişilen ayaklanmalarla birlikte, pazardaki az nüfus karşısında kooperatiflerin çekiciliklerini kısa süre içinde yitirmiş olmaları etkili olmuştur”(sf.18).
“1935 yılından sonra Kıbrıs kooperatifçiliğinde yapılan değişikliklerden biri de geçmişte çıkarılan her iki yasanın birleştirilerek Genel Kooperatifler kanunu da en önemli özelliği Batı Avrupa’da uygulamadan geçirilip kooperatif ilkeleri haline dönüştürülmüş ilkeleri içerisinde barındırır olmasıydı…”(sf.19).
Bu arada göze çarpan en önemli olgu ise bazı Rum tüccarların, İngiltere ve Avrupa ülkelerinden ithal ettikleri çeşitli tüketim maddelerini ada içinde pazarlamaya başladıklarıdır. 1900-1950
dönemleri ayni zamanda işbirlikçi ticaret burjuvazisinin gelişme dönemi sonundadır ki sömürü sonucu sağlanan birikimler yatırıma yönlendirilecek ve güçlü bir ticaret burjuvazisi yanında sanayi burjuvazisi de gelişmeye başlayacaktı(Özgürlük sayı.3, sf.7).
İlk kredi kooperatifi 1909 yılında Lefkonuk’ta kurulmuştur. Sömürge yönetimi de çeşitli kooperatiflerin kurulmasını desteklemiş ve köylere kadar uzanan kredi, tüketim ve tasarruf kooperatifleri kurulmuştur.
Tüketim kooperatifleri köyler düzeyinde de tüketim eşyaları pazarlarken kredi kooperatifleri de 1950’li yıllardan sonra kredi dağıtımına başlayacak ve bu olgu, durgun ekonomik yapıyı değiştirmede sömürge yönetimleri tarafından kullanılacaktı. Bu da hiç kuşkusuz ekonomiyi kapitalist sisteme benzetme ve sistemle bütünleştirme girişimi olarak değerlendirilebilir.
Daha önce de belirtildiği gibi gerek barındırdığı nüfus, gerekse de üretim faaliyetleri nedeniyle köylerin Kıbrıs ekonomisi içinde önemli bir yeri vardır. Ayrıca Kıbrıs’ın sosyo-ekonomik yapısının köylerde daha iyi yansıdığı kolayca gözlemlenebilir. Kapalı ekonominin özellikleri köylerde daha çok belirgindir.
Köylü ailelerin az da olsa kendi topraklarında çeşitli tarım faaliyetleri yürüttüğü ve hayvancılık yaptığı görülür. Tarımla hayvancılık ayrılmamıştır, uzmanlaşma yoktur. Beslenen hayvanlar genel maksatlıdır. Et, süt ve yavru verecek, yük taşıyıp tarla sürecektir. Et ve süt için farklı cins hayvanlar beslenmemektedir.
Köylerde ayakkabı yapılmakta ve birkaç köyden birinde de un değirmeni veya yağ değirmeni bulunmaktadır. Yine her köyde dülgerlik, kasaplık, berberlik, saban ve araba yapımı ve tamirciliğin de yapıldığı bilinir.
Evler, çevreden sağlanan malzeme ile yerel olanaklar kullanılarak yapılmaktadır. Kerpiç ve taş en yaygın olarak kullanılan yapı malzemesidir.
Yine her köyde ebe, kırıkçı, çıkıkçı gibi sağlık hizmeti veren yaşlılar bulunmaktadır.
1940’lı yıllarda ada ekonomisinde oluşmaya başlayan değişmelerin temelinde, iç dinamiklerin yanında dış etkenlerin de önemli payı vardır. Sosyo-ekonomik yapıda gözlemlenen değişme ve gelişmeleri, salt iç dinamiklere bağlamak veya dış etkenlerden kaynaklandığını savunmak kuşkusuz yanıltıcıdır. Bu nedenle konulara geniş açıdan bakıp değerlendirmek gereklidir.
Bu olguların sağlıklı biçimde değerlendirilmesi bir zorunluluktur. Çünkü 1940’lardan 1960’lara gelirken ekonomik yapıda gözle görülür değişmeler gözlemlenebilmektedir. Çeyrek yüzyıla yakın bir süreci kapsayan bu dönemi, sömürge idaresindeki durgun yapıdan, planlama katkıları ve dış yardımlarla kapitalist sisteme uyum sağlayacak bir yapıya geçiş dönemi olarak ele almak yanıltıcı olmayacaktır. Daha açık bir ifade ile, 1940-1960 arası, ada ekonomisinde yapısal değişikliklerin başladığı veya ekonomik yapının kabuk değiştirdiği ve siyasal açıdan da sancılı yılların yaşandığı bir dönemdir.
-BİTTİ-