Haaftanın sonunda Almanyanın Münih kentinde Uluslar arası Güvenlik toplantısı başladı. Başlangıç konularından birisi de Lipya sorunu oldu. Girişteki B.M. yetkilisinin sözleri toplantının damgası oldu: “Lipyada ateşkes ilanı denilince, yine Lipyada silah anbargosu konulsun önerileri, bana şaka gibi gelmektedir” diye başladı! Temsilci devamla anımsatma da yaparak örnekleştirdi: “Lipyaya zaten taraflar arası ateşkes birkaç defa ilan edildi! Silah anbargosu ise 2012 yılında Güvenlik konseyi kararıyla da alındı” anımsatması yaptı. Bu resmen Uluslar arası kuruluşların kararlarının nedenli günümüzdeki geçerliliğin basit örneklemiydi.
Ayni zaman diliminde
Hafta başında Lipya konusunda iki önemli haber yazılıyor ve yayılıyordu: “Hafter güçleri Türkiyeye bağlı kimine göre silah yüklü gemi, kimine göre Türkiyeye ayit silah deposu vuruldu”! İngilterenin Tayms gazetesi ise “Eğer Türkiyenin ikibin kendi askeri veya cihatcı silahlı tanklı gücü olmasa, Traplus çoktan Hafterin eline geçecekti” geniş yorumunu yaptı. Bundan önce de yine Almanyanın Berlin kentinde Lipya zirvesi yapılıp bir anlaşma belgesi imzalandı. Ateşkes ve silah anbargosunu da içeriyor. Daha genişi de Münih zirvesinde yapıldı. Fakat kimse uyulacacağına pek inanmıyor. Üstelik, sık sık silah TYüklü veya uçaklarla cihatcı taşınma haberleri de uçuşmaktadır.*****
Gelelim daha yakına; idlip için Astanayla başlayıp SOçi ile süren konferanslar ile buna bağlı kararlar alındı. 2018 yılından beridir Türkiye görev alıp cihatcıların silahsızlandırmasını ve bazı yerlerin Suriye ordusuna geçmesini kabulendi. Ateşkesler oldu! Ama, Cihatcılar brakın silahsızlanmayı, Rusları dahi fırsat buldukça vurdular. Anlaşmayla da Türkiye idlipte resmen gözlem askeri yerler kurarak direk girdi.
Yerine getirilmeyen kararlar, şimdi Suriyenin kendi topraklarını kurtararak gerçekleşti. İdlipin Suriyenin kontroluna girmesi için hareketler sürüyor. Ama, ısrarla kamuoylarına dahi cihatcı korkusuyla probaganda yapan başta Türkiye, ABD ve Birleşik Britanya Kralığı, ısrarla Suriye ve Rusyanın ateşkes ilan etmesini “sivilleri katletmekten vazgeçmesini” çağırıyor.
Türkiye, Rusya ABD ikilemini ve Türkiyeye yaklaşım politikalarını kulanıp onların onayı ile Suriyeye girdi. Orada kalıcıymış gibi de atamalar yaptı, etnik devşirmelere girişti. Şimdi, idliple başlayan yeni fay hat kırılması ise gerçekleri iki tarafa doğru savuruyor. Türkiyenin Nato gerçeği ve ABD bağımlı koşulu öne çıkmaya başlarken, Rusların Türkiyeyi batından uzaklaştırma stratejisi sıkışmaya başladı. Ama, alan idlip, idlipte cihatcılar gidince sıra açık işkallere gelecek ki “Afrin” bunlardan birisidir. Fırsat kolama ile denklem bozulma esintileri ordan oraya karmaşık şekilde esiyor. Ama, bu belirsizlik ile Nato gerçeği Türkiyenin de fırsat ile öz ikilemindeki öze dönmenin de mesajlarını veriyor.******
Bunlar uçuşurken, Türkiye içinden de çelişkili haberler, anlaşıması güç anlık paradokslar yaşanıyor. Tam da bunlar olurken de Fuat Bey Ersinin ikinci Londra seferinden sonra Maraşın hem de “açılmayıp, ancak yağmalanan Maraşta” toplantı gerçekleştirdiler. Yöneticili de Sarayın teslimiyetcisi Barolar başkanı Feyzioğlu yaptı. Hani, avukatların veya genel Baroların Saraydaki yargı açılışına katılma deyip de kendi uymayıp katılan kişiden söz ediyorum. O ki yasal toplanan imzalara rağmen, saray etkisiyle seçim yapmayan Metin Feyzioğlundan bahsediyorum.
Maraş olayını önceki yazımda yazdım. Ancak, başka olaylar da oldu. Örneğin, Fuat Bey Marif okularından söz edip burada şimdilik iki okulun yapılacağı, hastane kurulacağını söyledi. Bakın, ne Ersin, ne Ali nede Nazım beyler söyledi. Ama, muhalefet parlementer partiler sırf kendileri çağrılmadığı veya bazısı da Akıncının dıştalanma konusuna odaklandılar. Sonuçta, net olarak hani denirdi ya “bağımsız ve egemeniz” işte onları yeniden hiçeleştiren resimle yaşam yeniden üretti.****
Bunlarla haftaya girerken, haftanın ikinci günü oldukça yüklü oldu. Hani gökyüzü bulutlarla donanıp da yükü kaldırmayan bulutların yağmuru dökmesi gibi oldu. Türkiyede Gezi davasının sonu oldu. Beklentilerin ve tümm yapılanların aksi berat ile sonlandı. Ancak, savcılık itiraz edince ne olur bilinmez. Çünkü, daha davanın son günü yaşananlar dahi hepsi birbirinin tersi oluhyordu. Örnek, Avukatların konuşması veya tanıkların dinlenmesi dahi yapılmadı! Oldukça sert tavırlar sergilendi. İdiyannamede suçlama delili yokken, AİHM kararına rağmen serbes brakılmayan Osman Kavala gerçekleri de dururken, herhalde ayni yapıdan berat çıkması da olağan dışıydı. Bu karşık ve dava aşmadan başlayan acayiplikler, çelişkiler, sonuçta açıklanan kararla da devam edildi. Bakalım savcılığın itirazı neyi gösterecek?****
Konunun daha karışık şekli şu: öyle peşpeşe veya başka zaman dilimlerinde deyil: Yine 18 Şubat Salı günü Türkiye cepesinde karışık ve yorumlamada tek tiplemenin yetmediği gelişmeler de peşpeşe geldi. Gezi Parkı davasında berat çıkarken, başka yerde anlamsız şekilde Mahmut ALınakın yazıları ve görüşleri nedeniyle kelepçelenip yaşlı halinde tutuklanması oluyordu. Eski AKP liderlerinden ve önceki Cumhurbaşkanı Apdulah Gül ise kendi kendinin retiyesini açıklayan önemli itirafları oldu! En önemlisi, iktirara kendilerini taşıyan Siyasal İslam anlayışının bittiğini anlatıyordu. APdulah Gül ki pek de konuşmayan, tüm kararlarda saraydaken çekinmeden imza atan kişiden söz ediyoruz. Bu gelişmeler dahi karışıklıkların gerçeklerini bulmadaki zorluk kadar, sistemdeki aşmazlık ile Türkiyedeki devlet içi yeniden çatışmanın da mümkün olduğunu gösteriyor. Yeniden bloklaşma yanında, baskıların da artacağı tehlikesi de yeniden korkuyla beklenmeye de başladı.
Gezi Direnişi için şimdiden net bir şey söyleyemeğiz. Türkiyedeki tartışmaları izlerken, kimilerine göre Erdoğanın özellikle AB doğru kayma seçeneği de belirtiliyor. Karışık işlerin ve aradaki boşlukların bir anlamda bazen Gezi Davası gibi hem de son gündeki olumsuz tavra rağmen yaşanması olgusu, karışıklıkların öngörü yaparken daha dikatli olmayı da dayatıyor.
Zaten, baştan itibaren yeniden açılan “ki beratın çıktığı konu bir daha dava edilmezken” açılması ile süreç içinde hem de seçilen Kavalanın gerçeği ile bu konu hep normal olmayan koşullarla gelişti. Şimdi de son günde dahi avukatlar konuşturulmaz,tanıklar dinlenmezken verilen berat, ilerde yeni olgularla birlikte ancak daha net anlaşılır. Yalnız, bir de şu ayrıntı var: bazen Türkiyede bu tip olumlu karar veren yargıçların başına gelenleri de akıldan silmeyelim. Silersek, yeniden aldatılırız.
Bunlar birkaç gündeki birbirine uymayan gelişmeler. Bunlar her ne kadar sistemin gerçeğinin aynası olurken, yönetilemeyen, yenisi bulunamayan koşularda kriz ve kontrolu savaş her zaman olasıdır. Aynen, Kıbrıslıların tüm gelişmeler gözümüze sokulurken, yokmuşcasına bir kelime fetişizminbe takılıp kalması gibi.
Tüm bunlar bize yaşanılan günlerin nedenli karaşık olduğu, fısatı kulanan veya deyişen ilişki ağında olasılık zenginliğinin de olacağının kanıtlarıdır. Onun için, fırsat bulma veya koşullar olanak verilince gerçekleşecek çok kötü yarınlarımız da gözümüzün önünde gerçekleşmektedir. Önce gerçekten başlayıp, bunun nasıl olumlu hale geleceğinin konuşulmasıyla işe başlamak da gerekir. Dikat edin, anlatılan son karışıklıkta demokratik yaklaşım veya daha iyi seçenek yapısı hep eksikliği sonucu olaylar sistemin ikilemine sıkışmıştır.