Mart ayına sonunda girdik. Eski yaşlı kesimler, Şubatın soğuklarından kurtulma adına Martın gelişine oldukça önem veriyorlar. Gün Pazar ve 1 mart tarihi içinde, akşamın geceğe doğru gidişinde de ben yeniden makale yazmak için, klavyenin başına geçtim. Cuma günkü çelişkierle kafam karıştı: o denli gelişmeler yan yana dizildi ki “hangisininden başlamak” veya seçeceğim konuda oldukça kafam karıştı. Cuma günü de ayni duygularla klavyenin başına geçtim. İlgili gün de yine şimdiki sorunlarla seçki yapmak zorunda kalıyordum. Üstelik, 28 Şubat nedeniyle” yakın tarihin Posmoderin darbesinden tutun başka olayların da yıldönümü olarak da karşıma geldi. Kaçamak yapıp, biraz da hafif seçki adına güncel yaşanmışlıkla tiyatro gidişimden sanat ve politik içerikli makaleyi yazdım. Benimle ters düşecek şekilde gündem kaçışı gerçekleştirdim! Ama, olaylar yine brakılan yerden de öteye geçti. Üstelik, önemli konuların birisi için de 1 mart yakın tarihi oldukça ders verecek kıyastadır. Bu karışıklıklarla 1 Mart gecesine girerken, yazıma da başlayarak, konuların tümünden geçerek, enazından yorum yapmak isteyen okuyucuya da yardımcı olmaya çalışacam.******
Yazıyı yazarken 1 mart gününde bulunuyorum. Üstüne önemli fıkralar dahi yapılan Şubat sonrası Mart ayına gün geldi.Hangi konuya başlayacağımı da bilmiyorum: Suriyeden gelen haberler, yayılan virüsle ortaya çıkan önemli çelişkili bilgiler, Türkiyenin göçmen olayını nasıl silah halinde kulanıp ihraç etmekle meşkul olunan dramatikten de öte kötü duruşun geldiği aşama, Yerelde ise yanan hastane binasının bir kısmı, ansızın kapatılan bazı kapılar ve oluşan savrukluklar, bunlar etrafta ağırlaşarak sorun halinde politikayı da keskin bıçak hale getirirken, seçim rüzgarına takılan saraycı adaylar ise yıldızlar dolaşımı, kibir gösterisi, köpürtülen çocuğun oyuncak oynayış şekli, dilinde dahi konuşurken dangadunga” atışları altında pek de bu sorunları bulamamanın da siyasal kısırlığını yaşamaya devam ediyoruz.
Gün, 1 mart. Doğu komşumuzda resmen Türkiye, cihatcı teröristlerin yanında Suriye ve mütefikleriyle savaşıyor. Kimisi buna “kontrolu krizden kontrolu savaş” da demektedir.Piskolojik probaganda aygıtları da işlemektedir. Sorarsanız; ilgisi olanlara da sürpriz gelmeyen aşamadır. Ama, tarih başka bir sayfayla dünden bugüne geliş politik koşulu da kıyaslıyor: 3003 Yılında Türkiye Amerikanın yanında ırakı işkal politikasına katılmak için, TBMM tesgere sunuldu. Ve devamında da hükümetin tüm çabalarına karşın da ret edildiydi! Oysa, şimdi 27 Şubat itibarıyla idlipte Suriye ile direk savaş yapılmasına karşın, meclisin ne haberi oldu, nede olay nedeniyle olağanüstü toplantı yapma önerisine karşılık verdi. Normal günde toplanma ile ötelendirildi. Dahası: Meclisteki 4 parti de birlik adına ortak deklerasyon yayınladılar! Gariptir HDP ve SP bu metnin altında imzaları yoktur.
İdlip olayı oldukça genel Suriye ve daha da genişletilecek boyutuyla Türkiyenin siyasal hedefinin dar anlamındaki politik uygulamasıdır. Üstelik, orada idlip Suriye toprağı olmasına rağmen, Oraya girmesinde ve gözlem kuleleri oluşturmasında da Ateşkes denetimi ve silahlı radikaleri silahsızlandırma olmasına rağmen, Türkiye daha baştan Suriyenin resmi güçlerinin kendi topraklarını terörist dedikelrinin elinden kurtarmasına da karşı duruşla yanıt vermeğe başladı. Son sonuç nereden bakarsan bak, ne hukuk, ne anlaşmalar nede ülkelerin toprak bütünlüğü ile alakası olmayan tavırla kağosa doğru gidiyor. Hele de Savunma bakanının idlipten ve genelde Suriyedeki topraklardan çıkma önerileri oldukça düşündürücüdür. Öyle şeyler olacak ki “Hem Esat gidecek, hem seçim yapılacak, sonra da kendileri deyerlendirip bakacakmış”! Boşuna birkaç yazımda ve medya yorumlarımda hep şunu eksik olarak yorumlamadıydım: “Günümüz Suriye veya öteki Türkiye politikalarını doğru kavramak için, Kıbrıs sorunundan başlayan bir sorgulama yüzleşme yapılmasıyla mümkün olduğunu” uyardım.Nitekim, benzer koşullarla Kıbrıstan ıraka ve şimdi de Suriyede ayni kurallarla oraya giriş nedenine bakılmaksızın, kurallara uygunluk düşünmeksizin, kalıcılaşarak Eski Osmanlı toprağı adıyla ve son ekleme sonucu “ümetcilikle” kolayca dönüştürülmektedir.
Madem, 1 Mart tesgeresiyle başladık uyarıya veya anımsatmaya, ozaman bazı başka can alıcı bilgileri de ekleyelim: Örnek, 2006 yılında Türkiyedeki başta ABD elçiliği şu raporu hazırlayıp yönetime gönderdi: ilgili rapor geçen yıl yeniden Sözcü ve Cumhurieyt sonradan Bir gün gazetelerinde hatırlatıldı. Tele 1 yayınında da “18 dakika” prokramında da vurgulandı. Buna göre ret edilen Mart tesgeresinden sonra Amerikan çevreleri Türkiyede devlet içi Hükümet, ordu ve meclis yerine, tek adamlı başkanlığın olmasının daha iyi olduğu tesbiti yapıldı. Özetle, bununla birçok çevreyle deyil, bir kişinin iknasıyla daha hızlı karar alınacağı ve Mart Tesgeresi tipi yenilgi veya tıkanıklıkların olmayacağı belirtildi. Nitekim, bir yıl sonra Erdoğan Anıt buluşması ve yapılan anlaşma bilinmesine karşın, nedense içeriği hiçbir zaman bilinemedi.
Bu yıllardan sonra Erdoğanın gücü devlet içinde Ordudan başlayıp, kutsal mütefiki Feytulahcıları tasfiye etme dönemi de oldu. Nitekim, son Suriye gelişmelerinde Ne meclis toplandı, ne partilere bilgi verildi! Ama yine de partiler birkaçı hariç idlip cesetleriyle hazırola geçti. Tıpkı Erdoğan gibi olayın olduğu günden iki gün sonra konuşmaya başladılar. Buda politik boşalma ve gerçekten biraz uzaklaşma zaman uygulamasının esrumanı olarak kulanılıp başarıldı.Ancak, yine de Türkiye içinden bazı aydınlar ve emekli eski birokrat askerler olayın kendi açılarından bakan eleştirileri de yaptılar. Aslında, ufak gibi görülüp konuşulmayan “Türkiyenin fırsatı kulanıp ABD Rus onayı ile Suriyeye girişi” şimdiki gelinen aşamanın önemli kavşaklarıdır.Yine gariptir: Türkiye idlip hareketini tırmandırıp ölümlerle tetiklerken, bir başka Suriye komşusu İsrail de Güneyden ayni ülke kuvetlerini vuruyordu. Bir farkla; Rusya İsrail uçaklarının vurulması için hava mekanizmasını açmadı!
Başka bir güncel dolaşım yapalım: Uzak deyil bu defa…Perşenbe Günü ben prokrarm yapıp konuğum yeni kitabını Ortadoğu üzerine çıkaran Kutaya şu son soruyu sordum: “idlip, Peşaver olurmu”? Ardından eve geldiğimde ilk önemli haber şu: “Yalova belediye başkanı görevden alınıp Kayum atandı”! Artık Kayum sırası CHP eksenine geldiydi. Daha bunun sözleri kulağımdan çıkmadan, Tele 1 prokram yapımcılarından Merdan Yanardağ “Lokalize edilecek Kuzey Suriye savaşından” heycanla söz ediyordu. Daha bunun da sonu gelmeden, evdeki internet bazı sitelerin yavaşladığı, hat ta 3.G girişlerinin zorlandığına tanık oldum. Normal sayarken, ekranlar bu defa idlipten gelen ölüm haberleri ve Türkiye askerlerinin vurulduğu konusu geçiyordu. Yanımda olan arkadaşım: “Hazırlan, herhalde bizim bazı medyalar seni bilgi için arayacaklar” diye biraz da alay misali konuştu. Ekranları çevirdik, iki yönlü sansürü bulduk. Bizimkiler “laylaylom” ile hiçbirşey olmamışcasına eğleniyorlardı. TC medyaları ise ana akımın bazı piskolojik hareket tipi açıklama haberlerle kitleleri etkilemeye uğraşırken, birkaç bağımsız medya ise sansür nedeniyle çekilen sıkıntıları anlatıyorlardı.
Derken, bilinen ferman geldi! Herkes, Saraydan konu hakında bilgi beklerken, tam aksi Suriyelilere Avrupa kapılarının açıldığı haberi yayıldı. Bir anlamda AB yeniden kuşatılmış altına alınma hedefi gözetiliyordu. İdlipteki tırmanış ile göçmenlerin ki isimleri çok deyişik kulanılıyor, bunlar sınırlara salındı. Bunlar hep bir siyasetin sonucudur.
Cuma sabahı ise hastane yangını ile başlayıp, birden kapatılan 4 kapı haberiyle güne açıldık. Dahaları var da hangisi sorusuna takılıp, köşedeki yerin sıkışmasına dek geliyor. Ama, Suriye gerçeği tırmanıyor. Doğrusu hakını verelim: Erdoğan Suriye politikasında Şama gidip namaz kılmadı; Halep halen 82 vilayet yapılamadı! Ama bazen Rusyayı kulanıp önce Afrin ve çevresine en son da idlipe gözlem kuleleriyle girdi. Amerikan onayı ile de Doğu Fırata ayak bastı. Sonuçta, Kuzey Suriyede kendine has bölge kurmaya başladı. Valiler atadı, ordaki ekonomik deyerlere el koydu, Nifus dayresi ile kimlikler verdi, insanların yerini deyiştirdi…. Dünya ses çıkarmadı. İdlip onayında ise işler karıştı. Batı hem cihatcılara karşı, hem istemiyor, ama bunların da yenilmesine de direniyor. Kirli savaşın kirli probagandasıyla terörist dediklerini “siviller” diyerek de piskolojik probagandaya taktılar. Amerika da Türkiye de biliyor ki idlip gidince sıra açık işkal Kuzey Suriye toprakları gelecek ve onların da sorun olması kesindi. Bundandır ki Türkiye, hem idlipte kalıcılaşma, hem de genel politik talebin Halepe olanak olursa gitme stratejisi hala vardır. Hani başta hocam KOngar soruyor ya “Siyasi hedefleri ne”? işte yanıtı Misakı Milli adıyla AKP kendine bir hikaye yaratıp yeniden Osmanlı canlandırmasını gerçekleştirmektir. Son döneme kadar resmi yazarları “Halep Musul” hattı demiyorlardı!
Konuya daha derinliğine girmeden epey mesafe aldık. Özellikle Kıbrıs okuyucusu da bana hep “uzun yazıyorsun” diye eleştiri sıralıyor. Böylesi önemli konuda hem de oldukça yanlışlar söylenen veya bilgi verilmeyen gerçeklikte, elbet yazmaya başlayınca çok söylenecek olgu da bulma kolaylığı vardır. Ama, bol gerçek ile okunmama ikilemi de bana hep düşünmemi de uyarıyor. Bundandır ki hem idlip konusuyla genel Suriye gerçeği, yanan hastane gerçeğinde kamusal bakışın kısırlığı, göçmenleri silah gibi kulanıp denizlere veya telli sınırlara salma, durup dururken derken, en basiti Virüst veya Türkiyenin mülteciler üzerinden salımın korkusunu akla getirememe zayıflıkları hepsi bir makalede elbet yer alamaz. Bundandır ki başlığa da “Hangisini yazsam” diye düşünerek başladım.