Korona virüsün felaketinin ekonomik ve politik etkileri – Halil Paşa

5370

ÇÖZÜM VE BARIŞ KARŞITLARI KAZANDI

Koronavirüs felaketinin dünyada ve adamızda hızla yayılarak derinleştiği bu günlerde daha kötü sonuçlara hazırlıklı olmamız gerektiği ortaya çıkıyor. Böyle bir zaman diliminde Erdoğan ve AKP, ile adada emrine amade UBP-HP koalisyon hükümetlerinin bulunması ise Türkiye ve Kıbrıslılar adına büyük talihsizlik. Türkiye’de diktatörlüğün kökleşmemesi, adamız için de Denktaş’ın ve Türkiye Dış Politikasının nihai hedefi adanın “Taksim’ edilerek Türkiye’ye bağlanması lehine bir oldu bitti yaratmayacağını umalım.

Güney Kıbrıs Cumhuriyetinin siyasal iktidar erkinin lideri Anastasiades de, koronavirüs vakasının görüldüğü ilk günden itibaren kendi içe kapanmacı, milliyetçi-muhafazakar kamuoyunun sesi olup çıktı. Anastasiades, kapıların kapanmasına karşı çıkan çözüm ve barış yanlısı Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk göstericilerin değil, ama radikal milliyetçi ELAM’ın gönlünü hoş edecek bir kararla, Kuzey-Güney arasındaki tüm kapıların kapanmasının ilk adımlarını atan kişi oldu. 17 yıl aradan sonra ilk defa Kıbrıs’ta tüm geçişler durduruldu ve ne zaman, kaç geçiş kapısının, hangi şartlarda açılacağı da büyük bir soru işareti?

YAŞAM DURUNCA, ÜRETİM VE TİCARET DÜŞTÜ, İŞSİZLİK ARTTI, EKONOMİ DARALDI

Dünyada ve adamızda ilk günlerinde marketler ve dolayısıyla ticaret sektörü altı ayda yapacağı ciroyu, satışlarını katlayarak neredeyse bir haftada gerçekleştirdi. Sonrasında koronavirüs insanları eve hapsetti. Hükümetler ülkelerini dışa kapattı. Seyahatler yasaklandı, uçuşlar durdu. Oteller boşaldı. Turizm ve türevi sektörler bir anda çöktü. Pek çok ülkede olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağıyla, trafik durdu, işyerleri kapandı, inin cinin top oynadığı hayalet şehirler ortaya çıktı.

Uluslararası  finans kuruluşlarının tahminlerinde, 2020, dünyamızda üretimin ve ticaretin düştüğü, işsizliğin arttığı, pek çok iflasların yaşandığı, 2008 yılından çok daha derin bir kriz olarak tarihe geçecek.

KORONAVİRÜS VE KRİZ YÖNETİMİ

Herkesi evine hapseden koronavirüsün salgınının insanlara “eşit” davrandığı söyleniyor. Ama koronavirüs de kapitalizm gibi eşit davranmıyor. Örneğin hastalık varsıl-yoksul ayırımı gözetmese de, yine de ünlü sporcuların, film yıldızlarının, milletvekili, bakan ve devlet yetkililerinin, sıradan ve yoksul insanlardan çok daha titiz ve çok daha iyi koşullarda tedavi görmediklerini söylemek büyük saflık olur. Bu arada hala evlerine kapanan insanlardan yoksul olanlar daha kötü koşullarda, varsıllar da daha iyi koşullarda yaşamaya devam ediyorlar. Ve koronavirüs de tıpkı kapitalizm gibi güçlünün zayıfa galebe çaldığı gibi, nn çok yaşlıları ve bünyesi zayıf düşmüş olanları öldürüyor.

Dış dünyaya kapılarını kapatan siyasal hükümetler, evlerine kapanan insanları neredeyse 24 saat gözetim altında tutuyor. Gelişmiş ülkelerin baskıcı ve anti-demokratik yönetimlerinin dünya normalleştiğinde “muhalifleri ve aykırıları” sıkı takip altında tutacak yöntemlerle vücutlarının bir yerine bilezik ya da çip takıp izlemleri artık hayal olmaktan çıktı. ABD’de Trump, Rusya’da Putin, İngiltere’de Boris, Türkiye’de Erdoğan gibi ırkçı-milliyetçi ve diktatörlük heveslisi siyasi liderlerin, dünyanın en büyük nüfusuna sahip en büyük ekonomilerinden Çin’de tek partili totaliter rejimin, Arap ülkelerinin pek çoğunda İslami köktendinci iktidarların olduğu dünyada, pandemik krizin ertesinde insanlık tarihi büyük bir sınav vermeye hazır olmalı.

Ya zenginin daha zengin yoksulun daha yoksul olduğu neo-liberal ekonomik sistemler eşliğinde ırkçı-milliyetçi-içe kapanması vahşi kapitalizm

Ya da ‘sosyal devletin’, “eşitlik ve adaletin” öne çıktığı ‘özgürlükçü evrensel ve dayanışmacı’ yapılar.

Ulus devletlerin içine kapanıp polis devleti gibi vatandaşlarını özel yaşamlarına varıncaya kontrol ve gözetim altında tutması bir yanda, onlara sosyal devletin gereği olarak ücretsiz sağlık, eğitim ve temiz bir çevre sunduğu küresel ve dayanışmacı, özgürlükçü ve eşitlikçi sistemler diğer yanda.

  1. Times’daki makalesinde Harari şöyle yazmış: “İnsanlığın bir seçim yapması gerekir. Kopukluk rotasında mı ilerleyeceğiz yoksa küresel dayanışma yolunu mu benimseyeceğiz? Kopukluğu seçersek bu yalnızca krizleri uzatmakla kalmayacak ama olasılıkla gelecekte daha büyük felaketlerle sonuçlanacak. Küresel dayanışmayı seçersek bu yalnızca koronavirüs karşısında değil ama 21. yüzyılda insanoğluna saldırabilecek tüm salgınlar ve krizler karşısında da bir zafer olacak.”

Şu anda G-7’lerin dahi bir araya gelemediği ve koronavirüs’ün içine kapattığı dünyada, yaşam normalleştiğinde insanlığı daha özgürlükçü ve demokratik yönetimlerin ve sosyal devletlerin beklediğini söylemek için pek nedenimiz yok gibi.

AÇIKLANAN BİRİNCİ EKONOMİK PAKET NEYİ MURAT EDİYOR

UBP-DP koalisyon hükümeti ekonomik paketini ilan edilirken kamuda sabit maaş ve ücretlilerden olabildiğince ‘eşit oranlarda’ tasarruf tedbirlerine başvurmuş olması bir yanda, şirketlerinin gelir ve tasarrufları dışında şu ana kadar kamu tasarrufu için kılını kıpırdatmayan ve hükümet tarafından arkalanan büyük ölçekli şirketler ve dolayısıyla varsıl yönetici ve direktörleri diğer yanda.

Dahası büyük ya da küçük ölçekli fark etmez; tüm özel şirketlerin kurtarılması uğruna zaten uzun zamandır pek çok şirketin yatırmadığı sosyal sigorta ve ihtiyat sandığı primleri, hükümet tarafından 3 ay daha ötelenmiş. Ekonomik durgunluk nedeniyle zaten kamu maliyesinde yaşanacak gelir düşüşleri, zarar edeceği ayan beyan olan pek çok özel sektör işletmesinin kurtarılması uğruna daha da zarar edecek şekilde feda edilmiş. Belli ki sabit gelirlilerden elde edilecek aylık 30 milyonluk tasarrufun kaynak olarak özel işletmelere aktarılmasıyla bu zorunlu tasarruf da çar-çur edilecek. Çünkü hükümetin elinde üretimi, dolayısıyla Milli geliri artıracak ve kamu maliyesini artıya çevirecek şekilde kime ne kadar kaynak aktarması gerektiği bilgisi ve kaynakları kısıtlı. Zaten olanı da kullanacak teknik beceri yok.

EKONOMİK PAKETİN ARKASINDAKİ SİYASİ AKIL

UBP-DP hükümeti, özel yasalarla korunup kamu ihaleleriyle büyüyen, özellikle 21’nci yüzyılın ilk çeyreğinde süper karlar eden KKTC menşeili büyük ölçekli özel şirketlerden tasarrufla ilgili herhangi bir özel talepte bulunmamış. Zaten onlar da seslerini çıkarmamış. Dahası hükümet pakette kullandığı dille, mevcut özel sektörün çalışanlarını geçici olarak işten durdurmayı değil, adeta işten atmaları  için yeşil ışık yakmış. Şu anda büyük şirketlerin Mart ayı maaş bordrolarını kamu çalışanları adına hükümetin hediye edeceği 3 aylık, ayda 1.500 tl’lik maaş katkısını düşerek hazırladıklarını bilmem yazmama gerek var mıdır.

Hükümetin gerçekten başka hiçbir geliri olmayan işsizleri tespit edebilme yeteneği var mıdır? Ve hiçbir geliri olmayanın 1.500 lira geçinmesi mümkün müdür? Bunu özel sektör adına değil de işsizler adına ve daha titiz ve işe yarar bir ödenekle yapması daha doğru olmaz mıydı? Hükümetin tasarrufun sorumluluğunu yalnızca sabit gelirlilere yüklemesinin ardında, kendisine karşı diklenen işçi, öğretmen ve memur sendikalarını hizaya getirmenin de payı yok mudur?

Ama çok iyi niyetle kendimizi bir an için hükümetin böyle önyargıları olmayacağını düşünmeye zorlayalım.

Çoğu Afrikalı 30 bin öğrencinin kayıtlı olduğunu söyleyen bir başbakanın, 19 Mart tarihinde kendisine “bu insanlar parasız ne yapacak?” diye soran bir gazeteciye: “bunları temizlemek lazım” mesajını vererek ve şimdiye kadar bu genç insanlardan para kazanan özel sektörü bu temizleme işi için teşvik edecek denli ‘vicdana’ sahip bir başbakana sahip hükümetin Türk kimliği taşımayan işçi ve emekçileri gurbette açlığa mahkum etmesinin arkasında yatan ayırımcı ve ırkçı aklı da görmek gerekir.

Bir arkadaşım ekonomik paket için söyle yazmış:

“Soruyorum, sadece Türkler mi çalışıyor bu ülkede. Ses çıkarmayanlar, bundan böyle yalnızca İstiklal Marşını söylesinler. Enternasyonal ağlarda da artık olmasınlar. Bu nedenle bu ekonomik paketi iyi niyetle eleştirmek mümkün değildir.”