Koronavirüs salgınının Türkiye’ye bulaştığını anlayalı bir buçuk ay oluyor. Bugün hâlâ devletin ücretsiz dağıtacağını söylediği maskeleri bekleyenler var. Beklediğimiz, eşimizden dostumuzdan bulabileceğimiz bir maske olmasaydı ne yapacaktık? Mesela bir nükleer sızıntı sonrası çocukların, hamilelerin, bebek emzirenlerin alması gereken iyot tabletlerini bekliyor olsaydık ne olacaktı? Tiroid kanserine yakalanan çocuklarımıza bakıp, hükümetimizin takdiri mi diyecektik?
Bugün Çernobil nükleer kazasının 34. yıldönümü. Çernobil’i Nisan başındaki orman yangınlarıyla tekrar hatırladık. Bir nükleer kazanın yıllar hatta asırlar sonra bile tehlike yaratmaya devam ettiğine tanık olduk. Biz ise bunları göre göre Mersin Akkuyu’da Rusya’nın nükleer santral yapmasına izin veriyoruz. Yapımı süren bu santralda Çernobil veya Fukuşima benzeri bir nükleer kaza yaşanmayacağını kimse garanti edemez. Deprem riski var, tsunami riski var, savaşta hedef olma riski var, insanın hata yapma riski var…
Bir nükleer kaza ya da sızıntı olduğunda kaçmaktan fazla yapacak bir şeyiniz yok. Mümkün olduğunca uzağa kaçacaksınız. Bulabilirseniz radyasyon bulutlarının olmadığı bir yere. Nükleer santraldan havaya toprağa ulaşan radyoaktif maddelerin çoğuna karşı insanlığın bildiği bir savunma yok. Radyoaktif iyotlara karşı, iyot tableti alarak tiroid kanseri riskini azaltabiliyoruz. Radyasyon sızıntısının olduğu alanda bulunan çocuklar, emziren kadınlar, hamileler hatta 40 yaş altındaki herkes bu tabletlerden alıp, birkaç gün evlerinde kalarak riski azaltabilir. Öyle ama maske dağıtamayan bir devletin, nükleer kaza veya sızıntı olduktan hemen sonra binlerce insana iyot tableti dağıtabileceğine siz inanıyor musunuz?
Binlerce derken abartmıyorum. Çernobil sonrası sadece Ukrayna’da kirlenen alanın yüzölçümü 53 bin kilometre kareydi. Mersin’in yüzölçümü 15 bin. Radyasyonun Adana, Antalya, Mersin, Konya başta olmak üzere tüm Türkiye’ye yayılacağını tahmin etmek zor değil. Kaç bin tane iyot tableti hazırda tutulacak. Nerede bekletilecek? Nasıl dağıtılacak? Yoksa nükleer santral için kapalı kapılar arkasında Rusya ile pazarlık yaparken bunları düşünmediniz mi? Koronavirüs salgını bize kabul etmesi zor gerçeği bir kez daha gösterdi. Türkiye bir nükleer kazanın sonuçlarıyla baş edebilecek hazırlığa sahip değil. Bunu kabul edin. Yüz milyarlarca doları bulan kazanın maddi boyutundan bahsetmiyorum bile.
Mersin’de 1 milyon 814 bin, Antalya’da 2 milyon 426 bin, Adana’da 2 milyon 220 bin, Karaman’da 251 bin ve Konya’da 2 milyon 200 bin insan yaşıyor. Yuvarlak hesap 10 milyon kişiye nükleer santralda meydana gelecek kazadan sonra acil yardım götürülmesi gerekecek. Kaza yazın olursa turizmin de etkisiyle bu rakam birkaç milyon daha artacak. Milyonlarca iyot tabletine, insanları o bölgeden uzaklaştıracak binlerce otobüse, kazanın etkilerini azaltacak binlerce görevliye ihtiyaç olacak. Bunları çok hızlı ve organize bir şekilde hayata geçirmek zorunda kalacağız. Değil bir buçuk ay, bir buçuk saat geç kalırsanız binlerce insanı kanserin ve ölümün kucağına atmış olursunuz. Ne yapacaksınız? Numaracıktan istifa edip, halkın tepkisini azaltmaya mı çalışacaksınız? Tekrar deneyebilirsiniz elbette.
Türkiye’deki elektrik üretim santrallarının 91 bin megavata ulaşan kurulu gücü var. Gördüğümüz en yüksek talep ise 47 bin megavatı geçmedi. TEİAŞ’ın 2028 yılı için yaptığı Türkiye puant tahmini ise 71 bin megavat. Bugünkü kurulu güçle bile karşılanabilir bir talep tahmini bu. Türkiye’nin elektrik talebini verimlilik ve tasarruf önlemleriyle dörtte bir oranında azaltabileceğini de hatırlatalım. Nükleere mecbur değiliz; nokta!
Maske bile dağıtamazken neden elektriği onlarca farklı yola rağmen pahalı ve riskli nükleerden üretmeye çalışıyorsunuz? Sağlık Bakanı her akşam televizyonda yeni vaka sayıları açıklasın diye mi?