Otoriter Rejim Macaristan’da Diktatörlüğü Getirmeyi Deniyor – Tamás Krausz

8968

Küreselleşme, yani sermayenin gücünün yayılması ve neoliberalizmin siyasal rejimi, diğer yerlerde olduğu gibi Macaristan’da da toplumsal eşitsizliğin insanlık dışı koşullarını, kültürel ayrışmayı ve bireycileştirmeyi güçlendirdi.  Aşırı sağ siyasetin, Küresel Güney’den Küresel Kuzey’e tekrarlanan göç dalgalarıyla şiddetlenen bu toplumsal ve insani zorluklara verdiği yanıtlar yabancı düşmanı düşünceleri kışkırttı. Bölgeyle sınırlı olmayan bu çarpık itiraz biçimleri, uzun süredir unutulmuş gibi görünen aşırı sağ, milliyetçi-ırkçı ve hatta neofaşist ideolojilerin Doğu Avrupa’daki yeniden canlanışında kendini gösteriyor. Bununla beraber, yakın zamanda yeni bir aşırı sağ siyasetin siyasal biçim ve ideolojilerinin doğuşuna tanıklık ettik. Macaristan, Viktor Orbán liderliğinde bu sürecin öncülüğünü yapıyor.

Şu ana dek Orbanizm, liberal demokrasinin kurumlarını yıkmayı başarıyla tamamladı ve çok partili sistemi, tüm diğer siyasi partilerin faaliyetlerini ve medya etkilerini ciddi bir şekilde sınırlayarak “bir buçuk partili sistemie” dönüştürdü. Orbán’ın kendisi “ülkenin” sermayedarı haline geldi. Orbanizm, rejimin toplumsal ve entelektüel-kültürel temelini güçlendirme görevinde her şeyden çok Hıristiyan kiliselerine güveniyor ve Macaristan’da daha 1998 ve 2002 arasında gözlemleyebildiğimiz neo-Horthyst entelektüel-kültürel restorasyonu tamamlıyor. Bu restorasyon, yarı çevre kapitalizminin ve kâr elde etmenin temel koşulu olan çalışan sınıfların ehlileştirilmesi ve sessizleştirilmesinin sürdürülmesi anlamına geliyor.

Orbán ve partisi, Avrupa’da otoriter bir rejimi açıkça ve pişmanlık duymadan getirenlerin ilki oldu ve Yetki Kanunu’nun önsözünün açık bir şekilde ifade ettiği gibi “Hrıstiyanlığın temel yasalarına” dayanıyorlar. Koronavirüs salgını, iktidarı daha fazla elinde toplamasını mümkün kıldı. Bütünüyle küçük düşürülmüş ve güçsüz kalmış siyasal muhalefetin şansını sıfıra düşürülebileceği bir sonraki parlamento seçimleri için iyi bir hazırlık. 23 Mart’ta geçirilen Yetki Kanunu, Hitler’in 1933’teki Yetki Kanunu’nu hatırlatıyor. Kanun -herhangi bir zaman sınırlaması olmaksızın- bir “olağanüstü hâl” ilan ediyor ve hükümete, parlamentonun işleyişini askıya almak ve derhal çoğu yasayı yeniden düzenlemesi için iyi bir bahane teşkil ediyor: polis, başsavcının izni olmaksızın serbestçe Vergi Dairesi verilerini kullanabilir ve kural olarak belediye başkanlarının otoritesi ne zaman istenirse hükümsüz kılınabilir. Orbán belli ki diktörlüğe geçişin imkânlarını test ediyor. Siyasi muhalefet, kanuna oy vermese de seçim maskaralığına katılmaya ve Majestelerinin sadık muhalefeti rolünü oynamaya devam ederek utanç verici bir duruş gösterdi.

Orbán’ın propagandası ‘göçmenlerin’ milliyetçi dışlanmasında konusunda da  Kanunun meşruiyetini alaycı bir biçimde formüle etti. Brüksel o bildik hoşnutsuzluğunu ifade ediyor ama Orbán ne olursa olsun istediğini yapabilir. Sadece büyük Alman otomobil üreticisi sermayesi Orbán yönetiminden memnun çünkü kendileri için bir vergi cenneti yarattı.

Macar toplumu 2010’dan beri bir kayıtsızlık halinde ama koronavirüs salgını toplumu daha da atomize etti ve böylece toplumsal direniş konumları daha da aşındı. Diğer zamanlarda boş olan sokakları dolduran polisler ve askerler, tek amacı güç gösterisi olan bir düzenin teminatını sağlıyor. Büyük şirketler ve hastaneler ordu denetimine verildi. Televizyon ve radyolarda salgınla “savaşanlar” uzmanlar değil, aksine, insanları olup bitene dair “bilgilendirenler” polisler ve devlet bürokratları. Hükümetin medya üzerindeki kontrolü, daha da arttı. Orbán’ın oligarklarının kayıpları kamu fonlarından tazmin edilirken kârlar üstü örtülü bir şekilde özel ceplerde birikebileceği için bu Kanun aynı zamanda salgına eşlik eden krizin çözümü içinde bir hazırlık.

Orbán’ın, salgının bir sonucu olarak daha da kötüleşen krizin yönetimi için hazırlık yaptığı aşikar: ciddi bir ekonomik ve finansal kriz, beklenen yeni işsizlik, yoksullaşma, göçün olası sonuçları ve toplumsal direnişin ezilmesi. Bu yüzden baskı aygıtlarının yetkilerini genişletti. Yetki Kanunu’nun gerçek anlamı bu.

Böylece salgın, devletin ekonomiye müdahalesini, otoriterliği ve milliyetçiliği pekiştirdi. Hükümet, salgını solcu bir alternatif aranmasını daha da engellemek için kullanıyor ve sağ ve radikal sağa daha geniş alan açmaya devam ediyor. Avrupa sol siyaseti kendi öz savunmasıyla meşgul ve bu gruplaşmada yeni Doğu Avrupa (Polonya, Baltık, Ukrayna vs.) radikal sağını herhangi bir durdurma veya takip etme imkânını göremiyoruz. Nazizm ve Faşizm’den kurtuluşun 75. yılının anti faşist direnişe şu anda  sunduğu bariz fırsata rağmen bu böyle. Buna karşılık geçen Eylül’de Avrupa Parlamentosu, Sovyetler Birliği’ni Nazi Almanyası’yla, Stalin’i Hitler’le ve kısaca komünizmi faşizmle bir tutan bir kadar geçirdi. (Radikal) Sağı denetim altında tutabilecek şeyin sadece kitlesel direniş olduğu ve liberal hareketlerin mücadele etmekte yetersiz olduğu kanıtlandığı için sorunun köküne inmek ve kapitalizme işbirliğine açık bir sosyalist alternatif bulmaktan başka çare yok. Salgın kapitalizmin tüm çelişkilerini gösterdi; şimdi görev bu sisteme ait çelişkilerin yok edilmesi. Uluslararası Orbanizmle mücadelenin başka yolu yok. En azından ben göremiyorum.

Avrupa Birliği içerisinde, Orbanizm yeni aşırı sağın vücut bulmuş hâli ve aşırı sağın eski, Oklu Haç geleneklerini reddederken temsilcilerinden bazılarını iktidarın orta ve alt seviyelerine katarak yönetimine istikrar kazandırdı. Kararlı sosyalizm karşıtı ve nihayetinde insanlık karşıtı toplumsal karakterini, yönetici sınıfın bir hizbinin temsilcisi olarak gösteriyor ve rejimi yadal ve siyasal olarak bertaraf edilme neredeyse imkânsız duruma getiriyor. Sözde korporatist rejim sadece dış ekonomik baskı veya bir halk ayaklanması yoluyla ortadan kaldırılabileceği için yeni popülist aşırı sağ böyle yaparak tarihsel görevini yerine getirmiş oluyor.

Çeviri: Kontra Salvo