Yaşamda gerçekten kopuş çok tehlikelidir. Siz gerçeklerden kopmaya başlayınca, yeniden gerçeklre dönmek oldukça zordur. Kopuşla başlayan öğrenmek ve kabulenmek, yaşamdaki gerçeklerle karşılaşma sorununu da yaşarsınız. Bizler, daha çocuk yaştayken, deyişik nedenlerle gerçeklerden koparıldık. Koparılmakla kalmayıp, kurgularla başka noktalara yönlendirildik. Yeniden gerçeğe dönmek veya yüzleşmek de oldukça güçtür. Yaşarken ki kopuş ile gerçeklerle karşılaşınıldığında anlamamak ikilemleri hep gerçekleşir. Kıbrısta, çocuklukla başlayan süreç, devamında da sürünce, üstelik bu yaşamdaki kendi başarısıyla da zorlanınca, gerçekten kopmak ile yeniden dönmenin tehlikeleriyle de olay epey karışıklaşır. Bu önemli yaşam felsefesi haline gelir. Günümüz gerçeklerinden uzak ve yanlışlara rağmen yaşamanın da sıkıntıları içermektedir. Her çarpıcı gerçekle de sarsılmalar yaşanması da nadir ama oldukça gerçek olarak da yaşanma olasılığı da vardır….
Önemli günlerden geçiyoruz. Gerçekten kopuş ile yapılanan siyasal koşullarda hayatda tutunmaya çalışıyoruz. 21 Mayıs, tarihi Çerkez sürgününün yıldönümü. Burada önemli tamamlayıcı olguyu da belirteyim: Kıbrıslılar olarak eğer gerçeklerle birlikte yaşadıklarımızı içimizde yerleştirdiysek, benzer durumdaki insanlara daha duyarlı olacaktık. Yeri geldikçe hep anımsatırım: Kıbrısta yaşamak ve yaşadıklarımızla gerçekten kopmadan gerekli dersleri de alıp birikim sağlasaydık, kendi yaşadıklarımızla dünyaya kendi koşullarımızla bakacaktık. Ancak, gerçekten koparak, başka yönlü düşünce kültürleştirirsek de öteki gözle bakışın aşamasına gelmekten kurtulamayız. Buna özellikle Türkiye Kıbrıs farklı bakışın koşulalrla gerçekliğin sonucu olarak hep kıyaslarım. Yine, olaya devletsel merkezle yaşamsal eksenden bakışlarda farklılaşır. İş Kıbrıslılığa da gelince, burada olanların gerçekleriyle yaklaşınca da kendimizi dünyadaki benzer yaşanacaklara karşı daha duyarlı olacaktık. Biz ta baştan kendi gerçeğimizden koparıldık. Bir daha tuturamıyoruz.
Tekrar yazalım: önemli tarihi günlerin yüküyle dolu dolu geçiliyor. 21 Mayıs Çerkezlerin yurtlarından sürülmelerinin yıldönümü. 22 Mayıs, Türkiyenin Truman anlaşmasıyla birlikte Amerikanlaşmanın da tarihi olayıdır. Türkiye 1947 yılında 22 Maayıs anlaşmasıyla Küçük Amerika eksenine Trumaan Droktirini ile Marşal yardımı uygulamasıyla artık yerine oturdu. Yine istersek, 58 yılında Kıbrısta, özellikle Mayıs ayında Önce sendikacılar öldürüldü, baskıyla itirafcı yapıldı veya ingiltereye kaçtılar. Gazeteci Fazıl Önder katledildi. Bu yazımda çocukluk bazı gerçeklerden kopuş yolculuğu ile başlayıp Çerkez gerçeği ile buluşma üzerine anısal bir makale ele alacam….
***
Çocukluğumda ilk önemli siyasal piskolojik korkulardan birisi, Eniştemin Halamı yanlışlıkla tabanca kurşunuyla vurmasıydı. Gece yarısı, teraçalarda av tüfeğini gömmeden başlayan bu 58 yaz korkusu, sonradan babamın tehtitleriyle sürdü. Babam bana ısrarla ve dafalarca, “İngiliz polisi gelip de sana soru sorar ve sen de söylersen, seni gebertecem”! Hızını alamayarak, “sana yemiş, çikolata verip konuşturmak isterse de sen de konuşursan, seni evden atarım” diyordu. Bereket böyle bir sorgu için İngiliz polisiyle karşılaşmadım.
Yine başka bir çocukluk anım da şu: Aytotoro, Mevsili köylerinin İngiliz dönemindeki postacı Fehim dayı idi. Yanılmıyorsam 59 yılındaydı. Fehim dayı gelen mektubu Mevsili köyünde bir ruma getirir. Mevsiliden Aytotoraya gelirken, teşkilatdan birisi yolunu keser. Onu bir güzel benzetir. Hırsını alamayarak, Rumca konuştu diye beş şilin de ceza olarak alır. Bu çocukluk anılarım, adeta Kıbrıs sorunu ile gerçekleri görmeme öğrenmenin önemli başlangıçları oldu. Nedense, özellikle tabancadan çıkan kurşun olayına rağmen İngiliz sömürge devleti eniştemi sorgulamadı. Hat ta, anamın da ısrarla tekrarladığı gibi; Mansurada vurulan rum olayında İngiliz polisinin “ben kimin yaptığını biliyorum* Dua edin ki biz gidiyoruz. Ne haliniz varsa görün” sözleri de hep aklımın bir yerine yerleşti.****
Okul serüvenim ikiliydi. Kıbrıs Körler okulunda türk rum karışıktı. Özellikle daha öğrenmeye başlamadan, tarihi farklılıklarla karşılaştım. Öğretmenin ikinci sınıftan anlatığı ile Rum öğrencilerin söylediği tarih hiç birbirini tutmuyordu. Köye geldiğimde ise Amcam Salahinin evindeki Kıbrıs haritası da bana epey çalkantılı sorular yaratıyordu. Harita Kıbrısı ikiye ayırıyor ve Türklerin elinde olacak bölgeleri bayraklarla gösteriyordu. İkili seçenekle, kuzey veya güney bölgedeki Türkiye müdahalesiyle olacak Kıbrıs resmi amcamın deyişi ile 58 yılından beri çizildiydi.
***
Normal konuşmalardan, derslere varan, dinlediğimiz ratyo izleriyle de hep Türklerin üstün olma duygusunu da öreniyorduk. Okul yaşam ile Türk yapısını daha genişleterek öğreniyorduk. Öyle ki Moğollardan Çerkezlere herkesin türk olduğu öğretisi kafamıza yerleşti. Buna resimli romanlar ve filimler de katgı yaptı. Hayallerimizde hep dünya türk bölgesi kurgusu da yerleştiriliyordu. Hep Kıbrısın ikiye ayrılacağı duygusu ponpalanıyordu. Bir anlamda, moral deyeri, piskolojik tatmin duygularımız da güçleniyordu.
Çelişki şurda: ırkçı ve kurgularla öğrenirken, sanatsal alanda ve özellikle edebiyat ile müzikte de aykırı beyeniler vardı. Müzikteki batıya açılım ile Cem Karaca gibi dinleme duygusu aslında ilerde bu çelişkinin yansıyışına uğrayacaktım. Bu gelişim, Türkiyeye gidince bozulmaya başladı. Özellikle sadece siaysal ayrışmalar deyildi elbet. Mezhepsel farklılıklar, Alevilik, giderek Kürt ve sonradan Çerkez gerçekleriyle karşılaştık. Burada Çerkez konusuna deyinecem.
****
Çerkez kuramını ve müzikle alakam nedeniyle Şeh Şamil olayı önceleri ırksal Türklükle bakıyordum. Halk Evleri araştırma girişimlerim ile yeniden Alevilik, Kürt, Keldani, Çerkez konularıyla halk bilimi alanında karşılaştım. İlk Çerkez yüzleşmem, Edirneli genç güzel, uzun boylu bir kızla konuşmam oldu. Önceleri çekinen kız, benim Kıbrıslı oluşum, konulara oldukça yanbancı kalışım, ırksal bakmamam ve öğrenme isteyim sonucu, benimle sohbet gerçekleştirdi. İlk Çerkez tabum bu konuşmayla oldu. Çerkezlerin sürgünü ile çektikleri üzerine öğrendiklerim, kurgulanan Çerkez türk üst ırk bakışımın silinmesine yöneldi. Hele de dil konusu da gelince, işler iyice karıştı. Ayrıca, sınıf arkadaşlarımdan da birisine hep Çerkez sürgünü denilirdi ve oda kabulenip anlatmaya çalışırdı. Böylesi karşılaşmalarla, kafadaki kurgular birden darmadağın oldu.
Ünüversite yaşamımda konu daha da gelişti. Rektör lakabını taktığım “Ünal” ile Kıl lakaplı “Yusuf” da çerkezdi. Üstelik, bunlar daha net söylemekteydiler. Ünal ile olan samimiyetim yanında, müzik ortak paydaşlığımız da vardı. İki arkadaş da bana Çerkezce şarkıların olduğu birer kaset getirdiler. Ben bunları dinleyip beyenirken, OTÜ şenliğindeki Çerkez derneğinin müzik konseri ile artık iyice olayın içine doğru girmeye başladım. Hele de, bir taraftaki faşist eksende olan Çerkezlerle, öte yanda Dönüş hareketli vatanlarına dönme umutlu Kafkas gerçeği, konuya daha meraklı olmamı da tetikledi. Önemli kırılma da önce Kafkas ortak türk mutlaklığı bilgiyle aşılıp, Azeri olayı ile netleşirken, gidrek Çerkezler kuramının da farklılaşarak Çeçen, Apaz, Adicanlılar gibi farklılıkları da öğrenmeye başladım. Bunlar hep özellikle müzik denilen ezgilerin tını farklılığı ile inanılmaz güzel tatların da yardımcılığı oldu.****
Türkiyeye gitmeden önce sadece Türk deyip daha da ileri gidrek, Moğollardan Çerkezlere herkese Türk derken, gidrek öğrenerek banbaşka gerçeklerle karşılaşıyordum.Zaten, açerson planıyla Kıbırs kurgusundan gerçeklere geçiş sürecini sancısızca geçirme dirayetim de bana epey güven veriyordu.
Seksenler sonrası, Çerkez konularına olanak buldukça girdim. Öğrenip, birikimi geliştirdim. Sürgünün nedenleri üzerinden Osmanlıda başlarına gelenleri bulmaya başladım. Hat ta Apdulhamit döneminde Kıbrısa da Çerkez sürgünlerin geldiği, ama burada iklim nedeniyle tutunmadıklarına dayir bilgilere de ulaştım. Doksanlarda Sovyetler dağılırken, Kafkasyada ve özellikle Kuzey Kafkasyada çeçenler, güneyde Gürcistanda Apazların hareketli döneme girmesi ile artık Çerkez dünyasından epey bilgi akmaya başladı.
****
Çerkez konusunda tarihi bilgi olarak Karl Marksın Doğu sorunundaki direniş olayından sonra bakışım epey tetiklendi. Yetmişler sonunda elime geçen müzik kasetleriyle birlikte, arkadaşın birinin bana bu kitabın Çerkezlerin direniş bölümünü okumasıyla, Kuzey Kafkas direnişinde aslında uluslaşma döneminin de doğudaki rolunu da anlamaya başladıydım. Yine, Rus çarlığının, verimli Kafkasya topraklarını ele geçirme ile orada direnen Adicanlılardan Kabartaylıları sürme politikasını kavrıyordum. Ayrıca, Osmanlılının, özellikle İslam nifusuna ihdiyacı nedeniyle de Rus Çarlığının Çerkezleri sürme politikasına karşılık verip, Çerkezleri anadoluya yerleştirip İslam nifusunu artırma ve savaşçı Çeçenleri orduda kulanma politikası izledi.
Sonuçta, Kafkasyadaki Çerkezler yenildi. Topluca Osmanlı ülkesine sürüldüler. Denizdeki olanıksızlıklar bir yana sürgün anındaki felaket koşulalr sonucu, epey insan denizde boğuldu. Osmanı ülkesinde iskan konusunda çok sorun yaşadılar. Bunlar dağıtılarak darmadağın edildiler.Bazı batılılar, hem Rusyayı da engeleme adına, Çerkezlerin Karadeniz ile doğu kesiminde yerleştirilmelerini önerdi. Osmanlı padişahı Apdulhamit buna yanaşmadı. Mısırdan Balkanlara yayılan Çerkez yapısı oldu. Sarayda kadınları halayık olarak gyaşananları varken, köleleştirilen bolca insanı da vardı. İyi savaşçılığı nedeniyle savaşlarda kulanıldılar. İstanbulda kendi dilerinde okul açıp gazete dahi yayınladılar. Kurtuluş savaşında Anzavur Osmanlı, Etem paşa Müstafa kemalin yanında yer aldılar. Yine de Etem Paşa sonradan ayrışmalarla ayrıldı. Ancak, Kurtuluş savaşı sonrası Çerkezler için okul açılmadı. Hat ta, Balıkesir Gönen olayları da yaşanıp, yeni sürgünler de oldu.
******
Çerkezler, Türkiyede Türkleştirilirken, kendi dilerini de çoktan unutular. Hat ta, çaldıkları Çerkez Mızıkaları dahi yasaklandı. Bir kısım Çerkez Türkleştikçe faşist hareket içinde yer alırken, bazıları da dönüş hareketi için kendi vatanlarına dönme isteklerini sürdürüyordu. Sovyetlerin dağılması, dünyada kimlik siyasetlerinin önceleşmesi, Gürcistanda Apazya, Rusyada Çeçenistan ve Adican çıkışları, Türkiyedeki Çerkezleri de uyardı. Yeniden kendi geçmişleriyle sorgulanmalar da başladı. Giderek, 21 Mayıs, Kafkas Çerkezlerinin sürgün olayına tepkilerle yavaş yavaş duyurtmaya çalışım girişimi yükseldi.
***
Çerkez konusu, Kafkasyada başlayan ve iki imparatorluğun boğduğu tarihi süreçtir. Sürgünle vatanlarından uzaklaştırılan Çerkezler Suriyede dahi kendi dilerini hala kulanırken, Türkiyedeki sonuçları oldukça asimile edildi. Anadoluyu deşerken, hep nice bilmediğimiz tarihin ağırlıklarıyla dolu bilgilere raslarız. Çerkez Sürgünlüğünden tutun hiç duymadığımız Keldaniler halkı gibi birçok halkın yaşananlarıyla doludur. Yeniden dönüp yaşanılamaz. Yaşananı da yok sayacak güç de yok. Sadece, örtersiniz veya günü kurtarmada kulanırsınız. Ama, birgün gelir bunlar toprağın altından fışkırır. Çerkez konusu da onca insan gerçeğine rağmen, konuşulmazken, hat ta kendi aralarındaki farkı dahi netürüze ederken, yaklaşık iki asır sonra yeniden dünyada gündem olmaya başladılar. Hala 1864 yılından günümüze tüm yaşanan yıkımlara rağmen, Çerkezler sürgün tarihi yeniden giderek konuşulur hale gelmesi tesadüf deyildir. Mutlaka, bunu seslendirecek ve karşılık bulacak koşular vardır.
*****
Dışarda rüzgar esiyor. Zaman zaman, fırtınaya dönüşüyor. Yıllar öncesine gidip,korkunç fırtınalı Karadenizin içinde milyona varan insanı taşıyan sandalarla, denize düşüp gömülen insanlar hayali, hala beynime gelip dayanıyor. Adican şarkısı veya Kabartaylı ağıt sesleri dağların derinliklerinden deniz suyundaki tuzlu suda türkü olup tarihi günümüze getiriyor. Hangi halk olursa olsun, çekilen sürgünler yaşatılan acılarla tarih bunları nedenli gizlese de resmi siyasetleri kurtarsa da sonuçta tarih tarihtir. Gün olur kendi bilimiyle kendini yazar.