yazılariktibasOlağanüstü Hal Mi? Gönder gelsin! — Todd McGowan

Olağanüstü Hal Mi? Gönder gelsin! — Todd McGowan

alıntı yapılan kaynakYersiz şeyler
Orjinal yazının kaynağıThe Philosophical Salon
diğer yazılar:

Koronavirüs salgınının en şaşırtıcı yanı, otoriterlik heveslisi Donald Trump ve Jair Bolsanaro gibi liderlerin olağanüstü hal ilan etmekte gösterdikleri isteksizliktir. Bunu ilan etmek devlet iktidarını arttıracaktır ve onlara insanların faaliyetleri üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir denetim imkanı verecektir, otoriterlik heveslilerinin özlemi de tam olarak budur. Fakat olağanüstü hal ilan etme fırsatını yakalamaktansa, Trump ve FOX News’daki destekçileri, hızla yayılmasına rağmen koronavirüs salgınının önemsiz bir hadise olduğundan şikayet ettiler. Bazı muhafazakarlar salgına “solcu komplosu” demeye işi vardırdılar. Madem Trump’ın otoriter eğilimleri var ve FOX News’daki takipçileri onun otoritesini güçlendirmek istiyorlar, o halde neden koronavirüs vesilesiyle devlet iktidarını genişletme imkanlarını kucaklamak istemiyorlar?

Bu isteksizlikten çok şey öğrenebiliriz. Bu isteksizlik, önceden eşyaşam (simbiyoz) gördüğümüz yerde bulunan bir çelişkiyi açığa çıkarır. Trump’ın olağanüstü hal ilan etmekteki gönülsüzlüğü, kapitalizm ile devlet iktidarı arasındaki gizli bir çelişkiyi ortaya çıkarır. Devlet çoğu zaman sermayenin çıkarlarına hizmet etse de, doğal afet, devlet ile sermaye arasındaki ayarsızlığı belli eder. Sermaye mantığı bizim yalıtık monadlar olduğumuzda ne kadar ısrar ederse etsin, doğal afet, kolektif yaratıklar olduğumuz gerçeğini netleştirir; kolektif dert tamamen yalıtık kalmamızı gerektirse bile bu böyledir.

Otoriterler olağanüstü hal ilan etmeyi severler, böylece aşırı siyasi tedbirler almak için net bir gerekçeleri olur. Bu yüzden kuramcılar, geleneksel olarak, olağanüstü hal ilanlarını faşizmle ilişkilendirmişlerdir. “Tarih Kavramı Üzerine”nin [1] sekizinci tezinde, anti-faşist kuramcı Walter Benjamin, olağanüstü hal ilanı ile “gerçek olağanüstü hal”i birbirinden ayırır. Amaç, ilan edilen olağanüstü hali, kapitalizmin temellerini sarsacak gerçek bir olağanüstü hale dönüştürmektir. Benjamin’e göre, olağanüstü halin ilan edilmesi, gerçek olağanüstü hali uzaklaştırma girişimidir, her türlü özgürleştirici ayaklanmayı zaptedebilecek bir otoriter denetimi sağlama girişimidir. Diğer düşünürler, en ünlüsü Giorgio Agamben olmak üzere, Benjamin’in bu düşünce hattını takip ettiler.

Ne Benjamin ne de Agamben farklı olağanüstü hal ilanları arasında ayrım yapar. Onların düşüncesinde hepsi birdir. Fakat, doğal afet sonucunda oluşan olağanüstü hal, savaşın getirdiği olağanüstü halden çok farklıdır. Savaş her zaman muhafazakar bir görüngüdür çünkü dost/düşman ayrımını harekete geçirir, bu da muhafazakar siyasetin çıkış noktasıdır. Aşırı muhafazakar filozof Carl Schmitt’e göre bu ayrım siyasetin olmazsa olmazıdır, ama bu görüş olsa olsa onun siyasi kanaatini yansıtır. Solcu ya da özgürleştirici siyaset, düşman gerektirmeyen bir kolektiflikten yola çıkar. Düşmandan söz edilmesi, muhafazakar düşüncenin galip geldiğini belirtir, ama koronavirüs gibi doğal afetler dost/düşman ayrımıyla ele alınmaya uygun değildir.

Bir anlamda, Donald Trump ve FOX News’daki uzmanlar, koronavirüsü solcu bir görüngü saymakta haklıdırlar. Kendi siyasi bakış açısına göre, Trump, olağanüstü hal ilan etmeye direnç göstermekte haklıdır. Bunu ilan etmek kolektifliğin itirafı olur, bireyleri yalıtıklık yanılsamasından söküp çıkarır. Bir doğal afet sırasında olağanüstü hal ilan etmek, bizi kapitalist öznelliğin folluğundan [2] özgürleştirir. Bu ilan, kolektifin bakış açısından kendimizi görmeye bizi zorlar, bireysel mali çıkarlarımızı bir kenara koymaya bizi zorlar.

Tüm doğal afetler, “fıtratları” gereği, toplumsal düzeni alıp özgürleştirici siyasetin sahasına yerleştirir, çünkü hiçbir düşmana başvurmadan kolektif olanın önceliğini açığa çıkarırlar. Bir doğal afet, ulusal ve bölgesel sınırların katılaştırılmasını talep ettiğinde bile, insanları ayrıklıkları içinde birleştirir, Biz’in karşısına Onlar’ı koymaz. Trump ve yandaşlarının umutsuzca düşman yaratma girişimi –koronavirüse “Çin Virüsü” ya da “Kung Flu” demeleri– doğal afet siyasetini zımnen anladıklarını gösterir. Doğal afet, muhafazakar liderlerin bile solcu yanıtlar aramasını talep eder, bu yüzden ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçilerin evrensel temel gelirin (geçici ve yozlaştırılmış) bir çeşidini desteklediklerini görürüz. Bu yasama girişimi, virüs sonucunda artık muhafazakarların da solcuların sahasında top oynadığını gösterir.

Özgürleştirici bir netice alınacağının elbette hiçbir garantisi yoktur. Eğer liderler halkın çoğunun kabul edeceği etkili bir dost/düşman ayrımını pekiştirebilirlerse, o zaman doğal afet adeta bir savaş gibi olacaktır. Bu şekilde otoriter bir hamleye vesile olacaktır ve özgürleştirici bir görüngü olmaktan çıkacaktır. Fakat böyle bir gidişat, muhafazakar liderlerin muazzam ideolojik çalışmasını gerektirecektir; olayın kendi doğasına aykırıdır.

Süren doğal afetin ortasında, devlet, artık pazar gereklerinin hizmetçisi olmaktan çıkar. Sermaye mantığı, malların ara verilmeden biriktirilmesini gerektirir; ama devletin afete verdiği yanıtta men edilen şey tam olarak budur. Afet, sermaye mantığını ayıpçıl (müstehçen) kılar. Virüs tehdidi 5 Mart’ta ilk yoğunlaşmaya başladığında, Rick Santelli CNBC’ye çıkarak bu mantığa katıksız bir ifade verdi. Virüsün serbestçe hüküm sürmesine izin vererek ekonomik bozulmayı asgarileştirmeyi savundu. Böyle yapılsa hastaneler dolup taşacak ve milyonlarca insan ölecekti, ama sermayenin akışı sürecekti. Kamuoyu baskısı Santelli’ye geri adım attırmış olsa da, başta dile getirdiği düşünce, sermayenin talep ettiği buyruklara dair iyi bir kavrayış sağlar.

Koronavirüs salgını sırasında halkın güvenlik kaygısı ağır bastığı için, devlet, Santelli’nin tavsiyesine uymadı; sermaye mantığını takip etmedi. Bunun yerine, Trump, aralıksız birikime duyduğu bağlılığa rağmen, kapitalist ekonomiye kısıtlamalar getirdi. Bu afet sonucunda, Trump gibi muhafazakar devlet liderleri bile devlet iktidarını doğrudan anti-kapitalist bir tarzda uygulamak zorunda kalıyorlar. Trump’ın nihai gayesi kuşkusuz kapitalist toplumu kurtarmak olsa da, hayat kurtarmak için sermaye zararına eylem zorunluluğu, devlet ile sermaye arasında altta yatan gerilimi açığa çıkarıyor. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda bu gerilimi kırılma noktasına kadar zorlamak da bize düşüyor.

Bu mücadele yalnızca sermaye güçleri ve onların temsilcilerine karşı bir mücadele olmayacak. Devlete olan husumetlerinde inat eden Sol’dakilere de karşı çıkılmalı. Bu da Giorgio Agamben ve Roberto Esposito gibi biyoiktidar kuramcılarını içerir; bu düşünürler, koronavirüs felaketine verdikleri yanıtta, biyoiktidar kavramının “fıtratında” bulunan tehlikeyi gösterdiler. Bu kavram onları bir yandan devletten bütünüyle kuşku duyarken öbür yandan sermaye hakkında tamamen sessiz kalmaya götürmüyor mu? Hem kriz zamanında hem başka zamanlarda ölümcül bir bileşim bu.

Agamben yazdığı yazılarla salgına verilen kolektif yanıta fırça atıyor. Sermaye zararına hayatın dert edilmesinde takdire şayan hiçbir şey görmüyor; özgürlük ve şefkat ideallerimize layık olmadığımızı görüyor yalnızca. Halkın güvenliği için hususi meskenlerimize çekilmemiz, Agamben’e göre, “yaşamsal deneyimimizin birliği” [3] dediği şeye ihanettir. Hatta Papa Francis’i adaşı Aziz Francis’in cüzzamlıları ziyaret ettiği gibi koronavirüs hastalarını ziyaret etmediği için azarlamaya kadar işi vardırıyor. Etkileşimden çekilmemizin kalbinde başkalarını dert etmemizin olduğunu göremeyen Agamben, sonunda en hırslı kapitalizmin müdafilerinin safına düşüyor.

Koronavirüs salgınında açığa çıkan şudur: Frenlenemeyen kapitalizm çağında, kolektif hayatta kalma adına eylemde bulunmak siyasi bir eylemdir. Devleti bizi gözetleyen bir iktidar sahası sayan biyoiktidar kuramının algılayamadığı şey budur. Denetimsiz kapitalist üretim ve tüketimi durdurma yeteneği, mal mantığına direnen bir şefkatin varlığına delalet eder. Böyle bir anda devletin olağanüstü hal ilan etmesi, birikim buyruğuna kolektifin “Hayır!” dediği bir noktayı temsil eder.

Bu koronavirüs afeti günlerinde olağanüstü hal ve devlet iktidarının yeniden düşünülmesi, Sol ve Sağ hakkındaki düşüncelerimizi sil baştan kurmamızı sağlar. Eskiden muhafazakarlığın alanı sayılan yerlerde özgürleştirici imkanlar görebiliriz. Devletin artık her durumda baskıcı sayılması gerekmez. Böylece afetin bize verdiği fırsatı azamileştiririz. Afetler belki bizleri özgürleştiremez, ama özgürleşmeye giden bir yolu bize gösterebilir.

Türkçesi: Işık Barış Fidaner

[1] ç.n. “Tarih Kavramı Üzerine” Walter Benjamin

[1] ç.n. Bkz “Çevirmenler, False’a Yanlış demeyelim, Fol diyelim” Işık Barış Fidaner

[2] ç.n. “Agamben: Bir Soru” Giorgio Agamben

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin