13 Mart’ta, Covid-19 salgınının ilan edilmesiyle eşzamanlı olarak Slovenya’nın yeni bir hükümeti oldu. İstediği reformları uygulamakta başarısız olan Başbakan Marjan Šarec’in 27 Ocak’taki istifasının ardından, göçmen karşıtı ve sağcı Slovenya Demokratik Partisi (SDS) liderliğinde dört siyasi parti 25 Şubat’ta koalisyon kurmak için anlaşmıştı bile. Šarec, SDS önceki seçimlerde en büyük parti olsa da lideri Janez Janša’nın aşırı sağ siyaseti nedeniyle diğer partiler koalisyon yapmayı reddedince beş küçük partiyle kurulan azınlık hükumetinin lideriydi. Šarec, istifasıyla erken seçimlerin yolunu açmak istemişti ama eski koalisyon ortaklarından ikisi taraf değiştirdi ve erken seçimin meclisteki sandalyelerine mâl olacağından korkan Modern Merkez Partisi (SMC), Yeni Slovenya (NSi) ve Emekliler Partisi (DeSUS), SDS ile koalisyon kurmaya karar verdiler.
Janša daha önce 2004’ten 2008’e ve 2012’den 2013’e dek Başbakanlık yapmıştı. Slovenya’nın 1990’da bağımsızlığını kazanmasından bu yana ülke siyasetindeki en tartışmalı isimlerden biri oldu ve Finlandiyalı savunma şirketi Partia ile anlaşma aşamasında rüşvet almaktan mahkum edilip altı ay hapis yattı. Cezası daha sonra delil yetersizliği nedeniyle anayasa mahkemesi tarafından bozuldu. Yine 2018’de, iki gazeteciye fahişe diyerek hakaret etmekten üç ay tecil edilmiş ceza aldı.
Janša’nın partisi, ırkçılığıyla ve Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’a yakınlığıyla biliniyor. Son birkaç yılda, Orbán’a yakın Macar medya şirketi sahibi işadamlarının, Janša’yla ilişkili medya şirketlerini finanse ettiğine dair bilgiler ortaya çıktı.
Yeni hükümetin Covid-19 salgınıyla mücadele için Mart’a ayında aldığı önlemlere bir dizi sorun eşlik etti. İlk olarak, hükümet, Ulusal Halk Sağlığı Enstitüsü gibi sağlıkla ilgili olanlar da dahil, hızla çok sayıda ulusal kurumun başkanlarını değiştirmeye başladı. Kriz süresince hükümetin kararlarına uymakta başarısız olmalarının veya kararları eleştirmelerinin ardından bazı yetkilerinin yerlerine başkaları getirildi. Bu kararların siyasal olduğu kısa sürede belii oldu ve bu nedenle yeni atamalar kamuoyunun tam olarak güvenini alamadı.
Slovenya’da ilk Covid-19 vakalarının tespit edildiği hafta, basın toplantıları uzmanların konuşması ve gazetecilerin soru sorması için bir zemin oldu. Yeni hükümetse göreve gelir gelmez resmi iletişimi sadece tek bir konuşmacıyla kurdu ve sağlık endişesi nedeniyle gazetecilerin basın toplantılarına katılmasını ve hatta soru göndermeleri dahi engelledi. Bu da açıklamalarının önceden kaydedilmiş olduğu anlamına geliyor. Basın özgürlüğünün bu şekilde kısıtlanmasına kamuoyunun itiraz etmesinin ardından, gazetecilerin video yoluyla soru sormasına izin verildi. Bununla beraber aynı anda, yeni hükümet ve SDS partisiyle ilişkili medya, gazetecilere karşı bir dizi açık saldırı başlattı. İlk olarak, araştırmacı gazeteci Blaž Zgaga’yı bir karalama kampanyası hedef aldı. Zgaga’nın, salgınla mücadele etmek amacıyla yeni kurulan Slovenya Cumhuriyeti Kriz Merkezi’nin işleyişi ve yapısıyla ilgili bilgi almak için Hükümet Genel Sekterine bilgi edinme özgürlüğü kapsamında talebini iletmesinin ardından, Kriz Merkezi’nin resmi hesabından atılan ve “karantinadan kaçan dört hasta” arasında olduğu ve “Covid-Marx/Lenin virusu” bulaştığı açıklanan bir tweetle Zgaga hedef alındı. Sonrasında SDS ilişkili medya tarafından “derin devletin sözde gazetecisi” diye taciz edildi ve hatta uluslararası basın örgütlerinin Slovenya hükümetinden tacize son vermesini istemesine yol açacak kadar ölüm tehdidi aldı.
Medyaya yönelik saldırılar, hükümet yetkililerinin açık bir şekilde farklı farklı gazetecilere ve hatta Ulusal Radyo Televizyon kurumuna karşı sert davranışları bugüne dek devam etti. Ulusal Televizyonda bir konuğun, bu krizde çoğu insan gelirini kaybetmişken hükümetin görev gelmesinden sadece bir hafta sonra maaşlarını arttırmasını eleştirmesinin ardından, Başbakan ulusal televizyonun yalanlar yaydığını tweetledi ve hatta “çok fazla maaş alıyorsunuz ve sizden çok fazla var” dedi. Bu, Ulusal Televizyon’daki gazetecilere karşı doğrudan bir tehditti ve kanalın genel yönetmeni Igor Kadunc’u, hiçbir şekilde sansürü kabul etmeyeceklerine dair hızla açıklama yayınlamaya sevk etti.
Geçtiğimiz ayki bir diğer önemli konu da Covid-19 nedeniyle insanları gelirlerini kaybetmesiydi. 2 Nisan’da hükümet, salgının etkilerini azaltmak için “Korona Karşıtı Büyük Yasa” denilen 2 milyar dolarlık bir teşvik paketi açıkladı. İnsanların işlerini korumasına da yardım etmesi amaçlanan yasa, salgın nedeniyle çalışamayanlar için ücret telafisi, bazı sosyal güvenlik katkı ödemelerinden muaf tutulma ve çok sayıda başka düzenleme getiriyor. Ancak düzenleme, zaten zayıf olan toplumsal gruplara ya yardım etmiyor ya da yetersiz yardım ediyor.
Zaten işleri en güvencesiz olan serbest çalışanlar için belirlenen devlet yardımı alma koşulları, mümkün olan en az sayıda insan yararlanabilsin diye tasarlanmış gibi. Bütün koşullar karşılanmazsa yardım, faiziyle birlikte geri ödenecek. Birçok insan, yıl sonu gelirlerinin hükümetin koşullarını karşılayıp karşılamayacağından emin olmadıkları için başvurmaya dahi korkuyor. Serbest çalışanların büyük çoğunluğunu işleri salgından ciddi şekilde etkilenen kültür işçileri oluşturuyor. Alınan önlemler yardım almalarını zorlaştırmakla kalmıyor, kısa zaman önce Kültür Bakanlığı, Slovenya Kitap Ajansı ve Ulusal Film Merkezi’ne projelerini askıya almayı emretti. Bu da işçileri ilaveten etkiledi.
Yasa, gelirini kaybeden kısmi serbest çalışan ebeveynleri de göz ardı ediyor. Enstitümüz de dahil çok sayıda STK, mali zorluk içinde olan ve yoksullukla karşı karşıya kalan hem kültür işçileri hem de diğer serbest çalışanlar için bağış toplamaya başladılar. Aynı şekilde, devlet, hiç ihtiyaç duymayanlar da dahil olmak üzere tüm öğrencilere bir kereye mahsus 150 euro yardım ödemeye kadar verdi. Hem çalışıp hem de okumak zorunda olan ve fahiş kiralar ödeyen öğrenciler için ise bu miktar neredeyse hiçbir şeye yaramıyor. Ülkemizde bu salgın esnasında en zayıflara yardım etmek için STK’ler öne çıkarken geçen hafta hükümet STK’lerin kaynaklarını mümkün olduğunca kısıtlamaya karar verdi.
Aydınlatılması gereken son konu da hükümetin Savunma Yasası’nın 37a Maddesini devreye sokma girişimi. Hükümetin lider partisinin açıktan göçmen karşıtı olduğu ortada ve bu nedenle de ırkçı eylemlerde bulunuyor. Salgını, göçmenleri hedef alan ve onları ülkemizin düşmanı olarak gösteren daha sert uygulamaları kabul ettirmek için bir gerekçe olarak kullandı ve kullanmaya da devam edecek. Bu maddenin devreye sokulması Slovenya ordusuna, daha geniş sınır alanını korumak için polis benzeri yetkiler verecektir.
Ordunun zaten sınır polisine yardım ettiğini düşünürsek Madde’nin sınırsız bir süre devrede kalacağı ve ülke çapında sıkıyönetim tesis edileceği korkusu var. Daha da ötesi, 2016’da Balkan koridorunun kapanmasından beri Slovenya polisinin 16.000’den fazla insanı Hırvatistan’a sürdüğü biliniyor. Oradan da göçmen sayısının düzenli bir şekilde arttığı ve bir insani krizin zaten yaşanmakta olduğu Bosna Hersek’e şiddet kullanarak geri gönderildikleri bildiriliyor. Eğer Orduya polis yetkisi verilirse bu, daha fazla insanı hakları olan uluslararası korumaya başvurmaktan alıkoyacak. Birçok örgüt bu konuyla ilgili AB kurumlarına başvuruda bulundu.
Geçtiğimiz aylarda bu konuların birçoğuna epey güçlü tepkiler verildi. Eğer insanlar salgın nedeniyle evde kalmaya zorlanmamış ve toplanmaları yasal olarak engellenmemiş olsaydı, sağcı SDS’nin bir koalisyon oluşturacağı işaretlerinin görünür olduğu Şubat ayında olduğu gibi yeni hükümete karşı protestolar patlak vermişti bile. İnsanlar hoşnutsuzluklarını ifade etmek için sosyal medyayı kullanıyorlar ve pencerelere ve balkonlara afiş asmak, parlamento önünde tek başına protesto etmek, her Cuma öğleden sonra pencerelerden ve balkonlardan ses çıkarmak gibi eylemler ortaya çıkmaya devam ediyor. Salgının neden olduğu toplumsal krizde, çoğu insan başkalarına yardım etmek ve onlarla dayanışmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Birçok insan Covid-19 nedeniyle değil de salgın sırasında yeni hükümetin deneyebileceği ve uygulabileceği şeyler konusunda endişeli. Geçen ay yapılan bir protestoda taşınan pankartta dendiği gibi: “virüs gidecek ama diktatörlük kalabilir”.
23.04.2020