Bazıları bir de hükümet masrafı çekmeyelim, bir vali atasınlar olsun bitsin diyorlar. Ancak Kıbrıs’a asker sokarken nedenlerini dünyanın yutacağı şekilde açıklamışlar ve Türkiye’ye kısmen veya tamamen ilhak etmeyeceklerini taahhüt etmişlerdi. Onun için vali ile kolaylık sağlanamamıştır.
Onun yerine burada eski adı Amerikan işi yardım heyeti, şimdiki adı ekonomik ve sosyal işbirliği örgütü konan yardım heyeti ile idare ediyorlar. Şimdiye kadar ne yapsalar başarılı bir uygulama yani harcanan para ile Kıbrıs’ta saptadıkları hedeflere ulaşma mümkün olmadı. Ekonomik ve sosyal işbirliği kurumu yıllık gelişmeleri ve belirlenmiş hedeflere uylaşma oranını da değerlendirip raporunu da hazırlamak zorunda idi tabii ki başarı denecek bir şey de bulamamakta idi.
Bir yılın raporunu internete koyduktan sonra başarısızlığı gösteren Elçinin ve raportörün yazıları, basmaya sıra gelince, çıkarılmış ve yerlerine yeni yazılar konulmuştu. Yani başarısızlık kesindi ve hedefler tutturulamıyordu. Ancak mızrak torbaya saklanamazdı. Kendi ülkesinde büyük bir popülist yozlaşma ile kamu kaynaklarını israf eden bir idarenin Kıbrıs’ı istismar etmeyeceği beklenemezdi. Rum mallarının dağıtımında ganimetin tadını alan mal komisyonları gibi ganimeti çıkara çevirmek burada bir üst yönetim oluşturma yolu açmıştı.
Daha işin başında anayasa bir kenara konulmuş TEMEL KURALLAR adında anayasanın üzerinde bir düzen kurulmuştu. Bayraktar’ın emri her şeyin üstüne konulmuştu. Yeni nizam ise, bir bütçe yılında yapılacak her iş, ödeneği ne kadar ve kim harcama yetkisini kullanacak diye belirlenmiş yerlilere ancak ikinci derecede yer bırakılmıştı. Küçücük bölgelerde sıkışan halk Türkiye’nin desteği ile ayakta dururken elinde bir yetki de olmamıştı. Genelde asker kökenliler Kıbrıslının amiri olmuştu.
Zaman içinde değişiklikler olmuş derken savaş yaşanmış ve devlet ilan edilmişse de ve sıkıyönetim altında geçen seçimlerle kurulan kurucu meclis bir anayasa yapmışsa da işin başında statüko devam ettirilmek isteniyordu. Nitekim siyasi partiler kurulması ve seçimle iktidarın oluşması direnişle karşılanmıştı. Kıbrıs Türk devletinin tek bir silahlı gücü olmasın diye elden gelen esirgenmemişti. Sonra yeraltında da egemenlik Türkiye’de kalsın diye yapılanlar yanında tek radyo ve televizyon yayını da devlet kurumu ama askerin yönetimde bulunmasıyla Türkiye denetimine alınmıştı. Polis ve itfaiye yanında devletin uzun vadeli planları da, yıllık programları da, basın yayın organları da (Tak Ajansı da) Türkiye’nin elinde idi ve öyle kaldı.
Paketlerle işe başlamışlardı. Paket demek devletin beslemelerine destek olsun diye parasını harcamak, üretimi planlı yapmak için devlet yatırımları yapmak ve yatırım kararları alanların hesaba çekilmemesi demekti. Sonunda buna doğal seyir olarak yerli sermayeyi de yatırıma teşvik etmek devlete yüklenmişti. Karma ekonomi diye de tanımı belirsiz bir ekonomik model uydurulmuştu. Ancak yıllar boyunca kamu harcamaları artmış, devlet sektörü yatırımlar dâhil artmak veya batmak ikilemi arasında yaşamıştı. Türkiye de para vermekte amma yeterince memnuniyet görmemekte idi. Ancak sistemin de sorumlusu kendisi idi. İlk yıllarda CHP koalisyonu döneminde karma ekonomik iddialı politika sorumlu tutuluyordu ama olanı da yıkan Özal liberalizmi reel sektöre destek deyip beslemelerin adını değiştirse sorumluluktan kurtulamadığı için şikâyetler artarak devam ediyordu.
Güzel sözler icat etmek kolay iştir. Adil de kamu harcamalarını kısmak özel sektörü veya reel sektörü destekle demek kolaydır. Para bulunca harcamak daha da kolay ve bereketlidir. Eti’yi kapat ama oradaki fedakâr emekçileri kapının önüne koymak olur mu? Devlet elbet çalışana sahip çıkıp bir kapanan kapının yerine başkasını açar! En iyisi ekmeğini taştan çıkarması için ona hibe kredisi vermek veya kredi yerine kamu arazilerinden nominal (saymaca) (sözde) kira ile ebedi billah ta ki koçanını elde edinceye kadar nominal içinde ödenmiş sayılmasını sağlamak.
Böylece Kıbrıs’tan gelen şikâyetlere yanıt vermek ama işlerin iyi gitmemesinin sorumluluğunu da ona yüklemek olanağına kavuşmuşlardı. Ancak bir süre sonra Türkiye’de de değişiklik olmuş ve Kıbrıs için görevlendirilmiş olanlardan o kadar para harcıyorsak da memnun edemiyoruz ve Kıbrıslılardan sürekli şikâyet alıyoruz diye de endişelenme başlamıştı. Ancak en ucuz ve teknoloji istemeyen gölet inşatları iyi para getiriyorsa müşterisi de hazır oluyordu. 18 gölet yapılmış ancak ikisi işe tam yarayacak gibi olmuştu. Bir süre sonra göletlerin su geçirme miktarı da azalınca yeraltını beslemesi de sona ermişti.
B u düzeni ham humcu Kıbrıslılarla onlarla ortaklaşan TC müteahhit şirket ortakları idi. Hepsinin de siyasi partilerle ilişkileri vardı ve Kıbrıs’a yardım kârlı olmaya devam ediyordu.
Bir yıllık program yapılmış değerlendirmesi de internette yayımlanmıştı. Raporda elçi başarısızlıktan bahsediyordu, raportör de onu takip ediyordu. Ancak yukardakilerin hoşun a gitmedi ve elçi’nin takdim yazısı da raportörün değerlendirme yazısı da sökülüp yerine yenileri konulmuştu. İkisinin de belirttikleri aynı şeylerdi. Başarısızlık kesindi ve halkın tepkisi de seçimlerde kendini göstermeyecekti.
Seçimlerde halk Kıbrıs politikası hakkında ne düşünüyorsa onu destekliyordu, ekonomi ve saire etki etmiyordu. Tabii bunun anlamı Kıbrıs’ta çözüme gidilmesi için baskı yapmamak ve Türkiye’yi izlemekti ve öylece devam edecekti.
Kıbrıs konusunu istismar edip çıkar sağlayan Kıbrıslı ve Türkiyeli yolsuzlar işbirliği içinde kendilerine uygun programları, projeleri ve planları, onaylamaya uygun kişileri kullanarak kaynakları sömürmeyi sürdüler. Sürdürecekler. Onun için üstüne sorumluluk alan yok.
Halk büyük bir davanın olduğunu sansın, Osmanlıya ait Kıbrıs’ın tekrar Türkiye’ye iadesi için çalışmanın tek varlık nedeni olduğunu düşünsün ve kendini milli dava yolunda feda etmeye hazır olduğunu kabul etsin diye Türkiye var gücü ile çalışır. Onun için bazıları da bunu benimser ve fedakârlık yapar. Ancak çok kişi de bu kavgayı sürdürdüğünü gösterirken cebini doldurur ve kendisini destekleyenlerle ister Kıbrıslı ister Türkiyeli kendi gibi sorumsuzları besleyerek keyfine bakar.
Artık Kıbrıslı anlamalı ki işler olması gibi değil. Türkiyeli her şeyi kendi bildiği gibi planlar karşılığını alır ama sorumluluk taşımaz. Türkiye’deki müteahhitlerden ve işadamlarından işbirliği ile menfaat sağlarlar, iktidardakiler tezgâhı bilirler ve işe yaramaz projelere paralar atılır, desteklenmeye layık olmayan düşüncelere dayanarak yatırım harcaması olur ve sonunda ortaya çıkan işler sürdürülmesi zor ve masraflı olur. Sorumlusu bu sakat projeleri yapanlar bile olmaz ve Türkiye adamlarını kollar, Kıbrıslıya yükler. Kıbrıslı elbette ülkesinin sorumluluğunu almalı ve işine karışılmasına izin vermemelidir.
Kıbrıslı bilmelidir ki sorumluluk almayan yöneticilere bir yatırım emanet edilemez. Kıbrıs Türk tarihinde kamuda kararlarının sorumluluğunu almış tek örnek yoktur. Tek bir projesi başarısız oldu diye hesap veren görülmemiştir.
Güzelyurt’ta projeler vaat edip proje paraları harcatan ajanslar, Kıbrıs’ı tekrar zeytin adası yapacağız vaatlerine gömülen paralar ne olacak?
Bu projelerin Türkiyeli tarafından yapılması da Kıbrıslı Tarafından yapılması da önemli olmamıştır. Çünkü iktidar tek ve ortaktır. Fark Türkiye’nin daha fazla Kıbrıslının daha az söz sahibi olması idi. Artık Kıbrıslı sorumluluğunu almalı ve insanlarımızın kendi siyasi kararlarını vermesini, kendi ülkesini planlamasını ve kaderinin sorumluluğunu almasını kabul edip savunmalıdır. Yoksa salgın sonrasında kilitlenen ekonominin olumsuz etkilerini gidermek için Türkiye’den hükümete ve meclise hemen hemen hiç iş bırakmayan bir programdan medet ummak akıl işi değildir.
Neden böyle telaşsızdırlar diye bakarsak onların dertleri hangi fırsatlar doğacak şeklindedir. Ülkenin son durumunda para kumarhaneden mi geliyordu, hemen onun artarak devam etmesi için şikâyet ettiğimiz yasadışı kumar, kumar arasında kara para aklama ve fuhuş gibi zararlı yanlarının bile un utulması sağlanacak ve devlet eliyle kumar teşviki reel sektörün desteği projelerine yatırım desteği yapılacaktır. Kendini Türkiye’nin buradaki beşinci kolu sayanların da ağızlarından övülen ve Müslüman havasındaki kişilerin programı beğenmesi ve bu kadarını biz bile ummazdık demeleri gaflet sayılabilir ama üzerinden bir az zaman geçmesi gerek ki sözü sahibiyle irdelesinler.
En dramatik olan ise hızlı solculardan da hükümeti eleştirecek diye sanki Türkiye’den gelecek programlarla hayırlı bir yapılabilirmiş gibi yorumlarla “Bunlar değil biz olsak belki programların gereğini yerine getirebilirdik” deyip “onu bırakın bizim yolumuzu açın” mesajına benzer açıklamaları yapmaktı. Program bizimkilere iş bırakmadı. Hemen her şeyi değerlendirip takvime bağladı ve uydunuz parayı alırsınız, uymadınız avucunuzu yalarsınız diyor ya uydun uymadı alacakları para olacaktır tabii… Bizim rolümüz var: denizlerde Libya’ya kadar hak sahibi iddiamız var, yapacağız ve bizim adımıza ilan edilen haklara Ulacağız hakkımızdır diyeceğiz. Bizim adımıza da fiili durumlar yaratacak olan Anavatanımıza alkış tutacak ve Akdeniz’i Türk denizi ilan edilmiş gibi havalar yaratıp seçimlerde birilerinin en büyük olduğunu göstereceğiz.
Yoksa plan ve programdan gerçekten sorumlu ve yetkili olup da bir şey bekleyen yoktur. Turizm sektörü için kumarhane yanında yüksek öğrenim kurumu arasına gece kulübü yapmak ve teşvik için kumarhanelerin de açılacağını müjdeler gibi duyurmak tüm davanın para vurma davası olduğunu izah ediyor.
Türkiye yönetimine seçimlerde övünülecek büyük davalar ve meydan okumalar gerek bizim yönetime de o davalara şakşak çekip Dünya Sağlık Örgütü’ne üyelik gibi girişimlerle havalar vermektir.
Ülke betonlaşıyormuş, daha da betonlaşsın diye yabancılara da peşkeş çekilerek yerleşecek yabancı avına da destek vereceklermiş! Rus ve Yahudi yarışını ve gözle görülmez kılmaya çalıştıkları yurttaşlık yarışının önündeki TC sermayesini körüklemek de artık devletin işi oldu. Sağcı olduğu için milliyetçilik maskesi taşıyanlar da ülkeyi yabancılara satarak ve çevre sağlını umursamadan yağmaya açmaktan geçim elde etmek amaç oldu.
Hangi ekonomist, çevreci yurttaşlarıyla bir araya gelip böyle program ve projelerle karın doyurulmasını önerir ki! Satıp savıp dünyada izlenmesi gereken genel politikalarla yeni Covidler gibi dertlere karşı savaşabilecek, çevreyi koruyup iklim değişikliklerini durduracak ve yeni sömürü savaşlarına engel olacak adil bir dünya yaratmak adına atılmış tek bir adım gösterilebilir mi? Yazıklar olsun!
Ne diyecek acaba virüs derdi sonrası doğa, çevre, iklim değişikliği, betona karşı tepki ve benzeri konuları dert edip bundan sonra dünyanın değişmesi gerektiğini söyleyenler?
İlk salvo Türkiyeli öğrencilere borçlu çıkmak oldu ama öğrenciye karantinada da sağmal inek gözü ile bakanlara az bile dediler ama denize nazır diploma hazır üniversite için müşteri olup ülkemizin açıkgözlerine bir sosyal bir sosyal soruna düşmesine neden olmaktan ve gece kulüpleriyle mücadeleye bile katılmayı düşünmemek olacak iş mi? Üniversite öğürencisi olacaksın ve dünyanın sorunlarına değil tarihi haklar peşinde savaşmayı sürdürmek düşüncesi taşımaya devam edeceksin!
Bize akıl verecek olan önce zavallı dünyanın akıbeti dert edinmeyi öğrensin.