İnsanın kaçınılmaz iki yaşam dönemi vardır. Doğarken dünyaya merhaba deyişi ve hayata gözelrini yumarken ki çekilen duygusal acılar olarak kolayca anlaşılır. Bunlar, normal her insanın başına gelse de yine de karşılaşındığı zaman sevinç veya üzülme duygularıyla karşılaşmadan da edilemiyor. Hele de yaşama veda edilirken, mutlaka içte sızılarla duygusalaşır. Bu daha yakın biri olunca, etkisi de kaçınılmaz olarak daha önemlidir. Sonuçta, yakındaşlarından biri hayatından kopuyor. Senelerdir yaşananların birikim, güncel akışı birden yok olduğu için, oluşan boşluk beraberinde duygusal konum da oluşturur. Ölümlerin ikili karakterisliği vardır. Kimisine gerçeketen üzülürken, bazısı da bazen yaptıkları olumsuzluklar nedeniyle tüm acı mesajlrına rağmen, şu cümller de deyim haline geldi: “beraberine ne getirdin? Dünya malı dünyada kalıyor, beş kuruşluk bez dışında beraberine bir şey getirmiyorsun. Onca kötülük yaptın da ne oldu” gibi sözlerin de edildiği görülüyor. Fakat, özellikle sevdiğiniz eşiniz, evladınız veya ana babanız gibi yakınlarınız ölünce de duygusal boşlukta hisetirmeseniz de bocalarsınız. Yalnız, son Neoliberaleşmeyle birlikte oluşan bencilik sonucu ölüm sonrası paylaşımlar nedeniyle veya hayat da oluşan kötü yaşananlar, klasik ayle duygusallığının da erozyona uğramasını da getirdi. Yalnız, yine de şu ikilem var: beklenen ve artık mesajlar veren ölümlere daha hazırlıklı olunduğu için duygusalığı daha azdır. Ancak, beklenmedik ölümler ve hele de tam da ısınmış ilişkiler üstüne gelirse, duygusal olarak sarsıntılar da getirir.***
Beni bilenler bilir: bir Lefkoşada yalnız yaşanan hayatım ve Yalusada arada gidip Anamla birlikte olduğum ikili şekil vardır. Salı sabahı Yeniereköyden ayrıldım. Anamla şakalaşarak Lefkoşaya yolandım. Cuma buluşma umudu da belirtildi. Tabi malum bizim kamu taşımacılığımız lüks beklentiler nedeniyle iş yapmadığı için, birini bulup da köye gitme şansım vardı. Göz nedeniyle araba sürememenin ve kamu araçlarının ihdiyacını duyduğum gerçekle de kamu taşımacılığı daha yüksek sesle savunmam bundandır. Derken, Çarşanba sabahı gezi prokramını arkadaşımla yaptık. Tam da dolaşıp Girneye dek gitme hesabı yaparken, gelen telefonla Anamın hayata gözlerini kapatığı haberi geldi. Yine araç sorununu sağolsun eniştem le birlikte köye dönüp en azından bir gün önce canlı braktığım anamın cenazesine katıldım.
***
Kısa zamanda hem de beklenmeyen gelişme ile gelen ölüm, aklımı ordan oraya dolaştırdı. Özellikle galiba yaşlanmanın getirdiği duygusalık ve yalnızlık telaşının da katgısı mutlaka vardır. Korona salgını sıkı döneminde köyde anamla beraberdim. Her olayda bana geçmişteki benzerlikleri de anlatıyuordu. Örneğin, ençok içerlediği uygulama ile birlikte şunu söylüyordu: “eskiden de 64 döneminde aynisini yaşadım. Bize tabakta kuru makarına verilirken, makarınayı dağıtanların çocukalrının elinde kocaman hellim parçaları yemelerini hatırlıyuordu! Olayı canlandıran durum şu: anamın maaşı babamdan kalan az bir emekli ücretiydi. Komşumuz vardı. Evi moderin, üstelik birçok yerde kiraya verdiği başka evlr de vardı. İngilterede kafe çalıştırıyordu. Ona yardımlar verilirken, seksenlik anamı o yardımalr görmedi! Yaşlılık haliyle geçmişte göçmenken yaşadıkalrı da aklına gelip her zamanın ayni olduğu düşüncesini tekrarlıyordu.
Kolay deyil, 3 defa göçmenlik yaşadı. Mal varlığı iyi olmasına rağmen isgan oyunlarıyla bazı malları dahi yok sayıldı. Ona sakın sistemin eşitlikli olduğunu söylemeyin: tüm evlatlarının çektiklerini size sıralayıp, birilerinin nasıl savunulduğunu anlatırdı. Rumların yaptıklarını anlatırken, örnbeğin sırf oğlu barış ateşinde konuşacak ve belki dövülme tehlikesi nedeniyle hiç katılmadığı eylemlerle, o gün katıldı. Gerçekten, her konuşana geçmişten günümüze anlatacak çok acıları vardı. Göçmenlik, evlatlarının uğradığı haksızlıklar ve kendinin iyi bir havıza birkimi olduğu tartışılmazdı. Ama, köyünde iyi durumdayken, göçmenliklerle adeta kayırmadaki partili görülmeme sonucu hep kaybetti. Fabrikada tütünde ve Omorfoda portokal bahçelerinde çalıştı. Omorfoda Rumlar döneminde portokala gitti. Her anlatıda portokal ve tutun ikilemindeki çalışma koşullarını iyi anlatıyordu. Bilinci yoktu. Ancak, yaşadıklarıyla uygulamada farkları güzel koyuyordu. Rum Türk deyil de çalışana verilen ücret üzerinden anlatıyordu. Hele de portokal onuşunda onları şöförlerin kandırması ve rum bahçe sahiplerinin uayrmasını söylerken, “… rum, işini biliyordu” diyordu…
Ölmeden önce bolca eskileri konuşuyorduk. Yaşananlar yeniden filim şeridi gibi önümden geçip yeniden canlandı. Köyünü çok görmek istiyordu. Fakat, arabalara karşı bünyesi oldukça zayıftı. Şunu anama kimse anlatamıyordu: sağlık bedavadır! Çünkü öylesine anıları ve güncel yaşananları vardı ki düşük maaşına rağmen nasıl yolunduğunu acısıyla çok iyi biliyordu. Hele de dedemin ameliyat masasında kalışı, hala her konuşmasında içererek tekrarlıyordu. Ama, çaresizce yine parasıyla doktorlara gidip parayla tahlil de yaptırıyordu. Hastahane gerçeklerini belki de kitap okumasa da en iyi yaşayanlardandı.
Ben sadece anamı deyil, köye gidip kalacak yer ve konuşacak bir arkadaşı da kaybettim. Şüpesiz beklenmeyen başka gelişmeler de yaratmaya adaydır. Ben onu canlı braktım. Oysa yeniden buluşmadan kaybettim. Ne acı tesadüf ki babam da elerimin arasında şakalaşırken yere yığılıp öldü. Bunlar bana yaşlı çağımda ufak ufak bir damıtılan duygusalıkla hatırlanınca sızı veren gerçekler haline geldi. Anam ne solcu nede bilimciydi; KKTC uzman akademisyen hiç deyildi. Fakat, her konuştuğu kişiye damıtılmayan yalan olmadığı için, çoğunu şaşırıyordu. Eski yaşanmışlıklar ile evlatlarının çektiği hepsi kadına siyasete uzak durmayı getirdi. Son seçimlere gitmiyordu. Hep suçlayıp yaptıklarını anlatıyordu. Nitekim, son başkanlık seçimine de gitmedi. Hele de seçimlerdeki para dağıtmaları da gayet iyi hatırlıyordu. Ama, artık yok. Tıpkı köyde benim belkide gidecek yerim kalmama tehlikesi gibi.
****
Bir duygusal yazı yazdım. Öyle ezber kelimelerle nostaji dizmek amacım yoktu. Unutmadan, anamın iki teyzesi Lozan anlaşmasıyla Türkiyeye göç eden kesimin içindeydi. Böylesi zengin ve acı hayat, elbet insana öğretir. Hele de torpili yaşamayan ve sağlıkta dahi metalaşmayı yaşayarak tanıklaşma gerçeği, saf insanın hayat öğretisinin dersleriydi. Ama, artık anam yok. şİmdi kaybettiğim bir insan için duygusal boşlukta, düşünerek elim klavyeye geldi. Yalnızlaşan sesizlikte, duvarlar elbet ses vermiyor. Konuşup yeni bir şey anlatmıyor. Bakalım, bu yaşam bize daha hangi duygusal gelişmelri yazdırtacak?
Her ölüm, ne acıdır ki ayni zamanda dostları ve dikate almayan yakınları birlikte yaşatır. Taner Morisin bana 4 yıl önceki uyarısını buraya yazarak yazımı bitirecem: “sen zamanında herkesin evine gittin. Her bölgeyi gezdin. Sağlık veya yoksuluk nedeniyle birçok kişiye incitmeden yardım topladın. Şimdi senin araban yok, olanakların belli; ozaman herkesin arabası var madem, onlar da seni ziyaret etsin. Bu söz bana dokundu ve galiba yaşama da geçirmeğe başladım.