Küçük bir sınıfın, dünyanın kanını emdiğini sorun etmedikten sonra, yeteneklerinizin, zorda olanlar çıkarına, kıymeti harbiyesi yoktur.
Demek istenen;
İşsizliğin, açlık sınırı altındaki asgari ücretin, halkları birbirine kırdırma tehlikesinin, doğanın imha edilmesinin, baskının, çaresizliğin, aşağılanmanın ve buna benzer şeylerin sebebi ve bu sorunların çözülememesinin, iyi eğitilmiş insanların yönetici durumunda olmamaları… Sermaye sınıfının kötülüklerini örtbas etmek için daha ne kadar yalan söylenebilir? Merak ediyorum. Düzenin iflas etmişliği ayyuka çıkmışken, insanlara önerecek sağlık projesi bile yaratamaz ve kaldırımlarda ölmeyi seçenek yapabilmişken, hala bu düzenin haysiyetini bir hal yoluna koymaya çalışıyorsanız, sömüren sınıfın destekçisisiniz…
Hangi sorunlar?
SAVAŞA HAYIR – PETROL PAYLAŞIMINA HAYIR Yalnızca savaşa hayır demek de işin kenarından geçmek anlamına gelir. Cumhurbaşkanı seçimi gelmiş, her yer savaş gemisi ile dolmuş, atış tatbikatları her yerde devam ederken adaylar, petrolün paylaşım meselesi ile halkın kafasını karıştırıyorlar. Savaşlara sebep olan tüm ekonomik ve politik faaliyet ve zorbalıkların durdurulmasına taraf olunmalı. Bunları dillendirmeliyiz. Yoksa bunun ötesi olmayabilir. Belli ki sermayenin şakası yok. Kapitalizm dünya çapında tarihinin büyük ve son bunalımını yaşıyor. Gerekirse buraları hallaç pamuğu gibi atacaklar. Bunun sebebi, bitmekte olan kapitalizmin enerji ve yeni üretim tarzı yaratabilmenin yolunun aranması. Durum böyleyken, bütün yalanlara ‘HAYIR’ demenin yolunu bulamazsak ortada hayal bile kalmayabilir…
Ada çevresine, doğal gaz paylaşımı ile ilgili sermayenin kolluk güçleri yığılmışlar. Dünyada ne kadar etkin sermaye gücü varsa hepsi burada. Bölge halklarını ateşe atma niyetleri var. Kapitalist dünyanın, son elli yıldır, son çırpınışı boyunca, ‘Kıbrıs Meselesi’ adı altında esir almış olduğu Ada halkı, iktidarların çıkarlarını kendi çıkarları saydı ve bunun altında ezildi, aşağılandı.
Hiçbir adayın, Akdeniz’deki petrol savaşlarından, Adadaki finans sektörünün egemenliği ve diktatörlüğünden ve kendi yönetimlerinin işbirliklerinden söz etmemeleri tesadüf değildir. Samimi olduklarını söyleyenler de, bu düzenin sonsuza kadar var olacağına inanan, fakat kendilerinin ezilenden yana olduğu yalanını söyleyen, düzenin ıslahına inanmış olan aldatmacılardır.
Cumhurbaşkanı adayları, Kıbrıs’ın geleceği konusunda, Ankara Hükümeti ile daha iyi iş birliği yapabilecekleri konusunda, yarışa girmiş durumdalar. Sözü edilen iş birliğinin, ne demek olduğunu görünür kılmak gerekir. Geçmişten beri kurulmuş olan işbirliği, tarihsel, milli ve günümüzde git gide daha çok dinsel bir heyecan adı altında yürütülmeye çalışılmaktadır. İş birliğinin hangi sınıfın esenliği için yapıldığı açık edilmez. İşbirliğinin, Türkiye ve Kıbrıs yönetilen sınıflarının aşağılanmaları ve sömürülmelerini dert etmediği söylenmez. Bunu söylemek sermaye sınıfı ve temsilcilerine düşmez. Ancak sol ve kapitalizmle derdi olan bir siyasetin söylemi olabilir. Ülkenin kendi ayakları üzerinde durup, büyüyeceğinden bahsedilir. Fakat hangi sınıf için büyümekten bahsedildiğinden söz edilmez. Yapılar, devletler ya da başka toplumsal şeyler arasındaki iş birlikleri somut ve sınıfsal temelli olurlar. Ankara ve Lefkoşa arasında bir planlama, siyaset veya işbirliği söz konusu yapıldığında, hangi sınıf faydasına diye sorgulatmazlar. Milli çıkarlar temelinde gerçekleşen hareketler olduğunu anlatırlar. Milli Birlik dedikleri ise sermaye ve yönetici sınıflarının iş birlikleridir. Kendi sınıf çıkarlarına dayalı şeyler olurlar bunlar. İş birliği yapılırken, hangi sınıfın planlarını gerçekleştirme gayretinde olduklarını söylemezler. Manevi gerekçeler, gerçekleri, yani yaşananların ardındaki sınıfsal gerçeği gizlemeye yarar. Kredi, savunma, turizm-kumar veya altyapı-inşaat projeleri olarak yürütülen işbirliği denilen şey, sermaye büyütme operasyonlarıdır. Yapılan her şey, Türkiye veya Kıbrıs yönetilen sınıflarının daha iyi bir geleceği için yapılmamaktadır. Zorda olanların hayatların daha iyi hale getirme kaygısı taşımamaktadır.Onlar için; taş, toprak, emek, para, hayal, doğa satılacak şey haline getirilmek için vardırlar. Bunu yapanın özel bir maksadı olmayabilir. Sermayesini büyütmelidir. Bunu yapmak zorundadır. Çünkü kapitalisttir. Sermaye sınıfıdır ve Kapitalizmle hayat bulur. Yoksa kendi kendilerini inkâr edemezler. Seçimler yaparlar, kandırılan sınıfların çıkarını gözetmeden, onların üzerine basarak, sermayenin yüzü suyu hürmetine, halka yalanlar söylerler. Daha iyi bir yaşam vaat ederler. İkna edilenler kandırılırlar. Bunu yaparak Kıbrıs ve Türkiye işçi sınıflarının kendi çıkarlarını düşünmelerine engel olurlar. Yüz binlerce Kıbrıslı, sefalet yüzünden ülkeyi terk ederken, çoğunluğu İngiltere’de olmak üzere, başka yerlerin işçi sınıfları oldular. Uzaktan uzağa onlara öğretilen ise Adadaki etnik karşıtlarının bunun müsebbibi olduğuydu. Etnik yapılar dediklerinin her iki tarafındaki yönetici-sermaye sınıflarının, büyük servetler kazandıkları gizlendi. Manevi hassasiyetler öğretilirken, sermaye sınıfının fayda sağlamış olmasının normal olduğu öğretildi. Türkiye Kıbrıs işbirlikleri her zaman işçi sınıfının lümpenleştirilmesi anlamına geldi. Turizm-kumar ve buna bağlı altyapı yatırım projeleri neye yarıyor sandınız? Türkiye ve Kıbrıs halkına yüklenmiş borçlandırma olarak değer kazanmaktadır bu işler. İhtiyaca dönük ve halkın yaşamını iyileştirecek şeyler değildirler. Ne olursa olsun kapitalizmi yaşadığımız ve üretimin ve ekonomik faaliyetin yüzde sekseninin hiçbir şey için değil yalnızca kar için yapıldığını unutmamak gerekir. O kadar arsızdır ki bu düzen, doğanın dengesini bozar ve yenilemesine fırsat vermez. Örneğin, sermaye faydasına işler yapmak için dağların taşlarını patlatıp satılacak mala dönüştürürken, doğadan eksiltiyorlar. Bir yılda imha edilen taş, yüz yılda yenilenemiyor. Sermaye düzeni her şeyi yok ediyor. Lefkoşa’dan bakınca, imha edilen doğa çıplak gözle gözlemlenebiliyor.Yatırımlar diye yapılan kar hesaplarının, Türkiye ve Kıbrıs yönetilen sınıflara, olumsuz etkilerinin olması kaçınılmaz. Halkın daha da borçlu sayılması ve geleceğinin ipotek altına alınması anlamını taşır. Anlaşmalı sermaye guruplarına para kazandırmak için yapılanlar, halkının yaşama tutunmasını daha da zorlaştırmaya yaramaktadır. Sermaye büyütenlere ise güç vermektedir. İhtiyaçtan olmayan ekonomik faaliyetler çoğaltılıp her şeye egemen olurlarken koyacak yerleri kalmayacak kadar paraya sahip hale gelenler, paraları ile para kazanabilecek alanlar arayışına girdiler. Kıbrıs’ın kaldıramayacağı kadar para, para ile alınıp satılıyor, fakat yine gerçek bir şeye dönüşemiyor. Halk daha çok borçlandırılmaya çalışılıyor fakat o da zaten sınırını çoktan aşmış. Enflasyon, pahalılık ve daha çok satabilmek için daha çok üretme çabası. Çıkmaz yol… Kapitalizm dışında bir yaşam yaratılmak için bir şeyler yapılmalı…
Seçim konusuna dönersek; adayların diğer bir söylemi, kendilerinin diğerlerinden daha samimi ve bilgili oldukları ve sorunların çözümlerinde avantajlı oldukları söylemi… Düzenin çökmüş olmasını yeteneksiz yöneticiler sorunu olarak göstermektedirler. Akıl edilemeyen doğrular hayata geçemiyor ve ülkede sorunlar ortaya çıkıyor demek isteniyor. Aslına bakılırsa, bu tür yaklaşımlara, çocukça denirdi. Fakat burada olmaz. Çünkü çocuk art niyetli yalan söylemez. Küçük bir sınıfın, dünyanın kanını emdiğini sorun etmedikten sonra, yeteneklerinizin, zorda olanlar çıkarına, kıymeti harbiyesi yoktur.