.. Çünkü Kapitalizm sürdükçe, salgın bitecek fakat halkın ve doğal yaşamın pandemisi sona ermeyecek.
.. Ekonomi ya da ‘üretim’ konusuna tapınmamalı. Bu düzende sömürülen olmadan üretim olmayacaktır. Neden üretim? Denilmeli.
.. Daha denetimli bir sürece gireceğimiz, her adıma yerleştirilen gözleme kameralarından hissettiriyor kendini.
.. Bunun için Akdeniz’deki gazı çıkararak, yaşanabilir atmosferi yok ediyorlar, Doğanın temel taşlarını, meta üretimi için enerjiye dönüştürüyorlar, Maraş’ın her noktasını yeniden sermayeye dönüştürebilmenin hesabını yapıyorlar, Sahillerden kaplumbağaları kovuyorlar. Sömürünün o kadar sınırına geldiler ki doğayı ve uygarlığı, kabuk kabuk yok ediyorlar. Ve asgari ücreti yoksulluk sınırının altında tutmaktan utanmıyorlar.
‘Salgınla mücadele veriliyor. Ekonominin çarkları bir şekilde dönmeli.’ deniyor. Ekonominin ne olduğu, neden dönmesi gerektiği, kimin faydasına olduğu konuşulmuyor. Ne yapıp edilecek, çark döndürülecek. Fakat ekonominin, toplumsal bir düzenin ifadesi, ilişki biçimi olduğu saklanıyor. Kapitalizmde ekonominin sermaye büyütme ve yoksulluğu çoğaltma anlamına geldiği gizleniyor. Kapitalizmde, ekonominin sömürme anlamına geldiği, herkesin günlük yaşamında görebildiği kadar açıkken.
Garip bir durum, açlık sınırında yaşayan da, binlerce kişinin ücreti kadarını eline alan da, yediği her dilim ekmek için aynı miktarda vergi veriyor. Bu saçma bir durum. Aklın yitirilmesi gibi bir durumla kabullenilebilecek bir şey. Fakat bu durum normal sayılıyor. Açların çoğunlukta ve çok tokların azınlıkta olduğu bir dünya…
Aynı ekmekten aynı verginin alındığı ve alınan bu vergilerin, sermayenin servetine sunulmasına da ekonomi demeliyiz. Kapitalizm demeliyiz…
Yüzde beşlik bir sınıf, bankalardaki yüzde seksenlik mevduata sahipler. Aynı zamanda, çıkmaza girmiş durumdadırlar. Eğitim, inşaat ve turizm sermayesi büyüme krizine girmişken, bunu pandemiyle gerekçelendiriyorlar. Asıl nedenin, sermayeyi şişirme güdülerinden olmasını sorun etmiyorlar. Akıl almaz sermaye birikimi var fakat pazarda döndürmedikten sonra, bu para beş para etmez. Ambarlar dolusu para hareket halinde olmalı. Olmalı da, işin içinde, emeğini satmak zorunda olanlar da olmalı. Bu olmazsa, paranın döndürülmesi artı bir değer yaratmaz. Sömürülen olacak ki ondan arttırılan, artı bir değer yaratmış olsun. Sömürenin varlığını ve sermayesini çoğaltsın. İşçi, pazar değeri on lira olan bir şey üretecek, emeğinin karşılığı olarak bir lira alacak. İşi çıkmaza götüren ise üretene bir lira verilen ürünü aynı üretene on liraya satma zorunluluğu. Tek çıkış var. Borçlandırma. Daha fazla borçlandırma şansı kalmayan sermaye, çıkmaz bir yola girmiştir. Doksanlı yıllardan beridir, Lefkoşa’nın neredeyse her sokağında banka, finans sektörü türemesinin başka açıklaması yoktur (Kayıtsız paraların, bunlarla sisteme sokulması işlevleri dışında). Günümüze geldiğimizde, mahkemelerdeki mazbata davaları on binlerle ifade edilmektedir… Çarklarının dönmesi gerekir denilen ekonomi, varlıklı sınıfın çarkından başka bir şey olmamalı.
Demem o ki;
Ekonomi ya da ‘üretim’ konusuna tapınmamalı. Bu düzende sömürülen olmadan üretim olmayacaktır. Neden üretim? Denilmeli. Üretim edebiyatı yapan akıl hocaları, yeniden üretimi ‘büyütmek!’ derken sermayenin karlılığını yükseltme projesini ifade ederler. Kimse kuru üretim edebiyatı ile göze girmeye çalışmasın. Sermaye neyi nasıl yapacağını bilir. Sorun kapitalizmin çıkmazda olması. Kimse ekonominin düzlüğe çıkması, karlılığın arttırılması konusunu kafasına takmasın. Muhalif ayaklarıyla, sosyal ve ekonomik avantajların, liyakatle, ‘devletin ve düzenin’ yol yordama konulması safsatalarıyla elde edilebilir şeyler olduğunu söylemekle halk kandırılırken, sermayenin gözüne girmeye çalışılması hoş değil. Dünyaya hâkim ekonomik örgütler bile afallamış ve sosyal ve ekonomik çıkmazdan söz ederken, büyümeciliği, sermaye sınıfı adına yürütme heveslisi olmak yakışık almaz.
Aynı şekilde, Ersin Tatar’ından partilerine, sanayi-ticaret-turizm-inşaat odalarına varıncaya kadar hayat kurtaracak üretim büyütmekten, çarkların dönmesi için doğru teşviklerden bahsediyorlar. (Zengin ve yoksulun aynı ekmeğe aynı vergi verdiğinden söz edilmez.)
Yıkılan düzeni büyütmek, sömürülen üzerindeki baskıyı çoğaltmakla mümkün olabilir. Başka türlü olması mümkün değil. Önümüzdeki süreçte, başkanlık sistemi de dâhil, çeşitli yönetim şekilleri tartışılacaktır. Daha denetimli bir sürece gireceğimiz, her adıma yerleştirilen gözleme kameralarından hissettiriyor kendini.
Rekabet ve kar düzeni gerilirken, daha ucuz emek kullanmak ve daha fazla meta üretmek zorundadırlar.
Bunun için Akdeniz’deki gazı çıkararak, yaşanabilir atmosferi yok ediyorlar, Doğanın temel taşlarını, meta üretimi için enerjiye dönüştürüyorlar, Maraş’ın her noktasını yeniden sermayeye dönüştürebilmenin hesabını yapıyorlar, Sahillerden kaplumbağaları kovuyorlar. Sömürünün o kadar sınırına geldiler ki doğayı ve uygarlığı, kabuk kabuk yok ediyorlar. Ve asgari ücreti yoksulluk sınırının altında tutmaktan utanmıyorlar.
O zaman üretime yönelmemek mi gerekir? Sorusuna karşılık ise ‘Neden?’ sorusunu sormalıyız. Kaldı ki ters bir durum var. Üretimle ‘Büyüyelim’ derken ithalatı da büyütüp yerel üretimlerinizde zorluklar yaşamanıza sebep olacaktır. Çünkü yaptığınız üretim rekabete dayanan bir çılgınlık kültürüdür.
Gel gelelim, hayatın çarklarını döndürme meselesi, “kimin hayatının çarkları?” sorusunu akla getirmeli. Daha doğrusu, hangi sınıfın hayatı? Demeliyiz… Çünkü Kapitalizm sürdükçe, salgın bitecek fakat halkın ve doğal yaşamın pandemisi sona ermeyecek.