Şöylesine okurken rahatlayın. Yaşananın sorgusunu yapmnadan okumaya çalışın. Çıldırtma veya kandırmaca duygularına kapılıp, öfkelenmeden zaman geçirme amaçlı zamana oynayın. Arada gözlerinizi yumup da olanları hayalendirın. Geriye ne kaldığını biraz sonra isterseniz düşünün. Nerede olduğunuzu ve neyi konuştuğunuzun da kıyası artık size kalıyor.
Yavaş yavaş rahatlayın. Sanki fazla tanıklık yapmamaış gibi durun. Masal okurcasına bazı olguları da hayalin içinde brakın. Bir ada ülkesinde bulunduğunuzu anlamaya uğraşmadan, sanki ortaçağ karanlığındaymışsınızcasına günümüzden kopun. Birden kendiniz Mesaryanın ortasında bulun. Sabahleyin kalkıp dükanınızı açtığınızı veya kahve içmek için kahvenin yolunu tutuğunuz güncesine gelin. Birden karşınızda tanımadığınız bir takım insanlarla karşılaşın. Ardından başkalarının da geldiğine şayitn oluyorsunuz. Oysa, ortaçağ gününde ve epey kapanmak zorunda olduğunuz koşulları da aklınıza getirin. Elbet böylesi karşılaşış sizi ürkütmesi de doğaldır. Anlamaya çalışırken de kuşkularla korkular birbirini yarışta kovalarcasına hızlanıyor. Muhtarınıza sorar, oda bilmiyor. Bölgesel yöneticinizin de haber aldığı yok. Derken, bakaların kapısında, kahvenin eşiğinde dolaşan insanlara sorunca da dış üljkeden gelip burada filim çektiklerini anlarsınız. Dahası, bu insanların epey zamandır buralarda dolaştığı lafı da sizi daha da ürkütmesi kadar doğal bir şey elbet olamazdı. Konu yayılır. Herkes tahmine girişir….
Sorularla kuşkular birbirine karışır. Kimsenin buraya gelmemesi gerekirken, nerede ise köy kadar insan hem de “dış ülkeden” gelmesi sözkonusu. Dahası, ada ülkesi olduğunuz için, bunlar ancak uçakla veya gemiyle gelme şansları vardır. Yine de bukadar kalabalık insanınn hem de yasakların olduğum koşulda habersiz gelmesi mümkün deyildir. İzin makamına soruldu. Bilmiyor. Bilmemeler yyanında, gelenlerin öğrenci yurtlaqrdan kalışı ve askeri alanda ki herkes kolay kolay giremezken girdikleri bilgileri de kaynıyordu. Sonuçta düyüm çözüldü! Baş makamcının ve ilgili ülkenin adadaaki “elçiliğin” izniyle geldikleri anlaşıldı. Ama, kimseye söylenmedi. Daha da gelecek bilgisi, çekilmekte olan filim hernekadar adayla alakalı olsa da temeli bağlı olunan ülkenin idolojik kültürüne yönelik olduğu da anlaşıldı*******
Biraz başka dil ile yorumlanan son Gönendere hikayesine gerçek sonucu da ekleyelim. TRT bağlı yapılmakta olan Filim klasik yeniden Osmanlı dirilişine yönelik kültürel ve idolojik esruman olacaktır. TRT Osmanlıyı yeniden diriltip idolojikleştirmek için önceden de diziler çekti. Kurgularla bezenenen dizilerin, idolojik temelli propagandayla ortaçağ kültürünün daha doğrusu siaysetinin yeniden üretimi amaçlanıyor. K. Kıbrıs gerçeği ile kural dinlemeyen, yasal prosedüre hiç uyulmayan ve elçi imzasıyla bağımlılığın yansıtışıyla konu gelişti. Dangadunga diye daha ilk adımıyla anlatığım Tatar sağolsun beni hiç haksız çıkarmaya yönelmiyor. Son durum adeta gerçek ile anlatılan arasındaki uçurumu tekrardan kuralıyla, yasasıyla ve bağımlılığı kadar, burada bu tip anormalliklerin nasıl doğal hale gelişin de kısa bir anlatımıdır.******
İlk bölümde de belirtim: olağan üstü durum var. Bunun temel ekseni ise Pandemi. Daha adım atmadan öylesine başarı hikayesi söylenip, öylesine anormeliklerle beceriksizlikler birlikte işlendi ki demeyin gitsin. Her kararda veya yapılan açıklama da yaşanması yetmezmiş gibi en basit uygulamada da torpilin ta kendisi yine normalin şekliyle yaşandı. Aşı olayındaki onca beceriksizlik ve çalkantılar arasında, kuşkular artarken, aşı başlarken dahi torpilin torpido gücü yeniden ortada patladı. Makamcının şöferinden odacısına bu kıyakta oluşu ise birokrasideki torpil ve avantanın da yeniden üretim biçiniydi. Ünüversiteye sağlık kesimi için verilen aşının da başına gelenler aynen tekrarlandı. Hep yandaş kayırma ve torpil kulanma yöntemleri normalin üstüne çıkma becerisi de oldu. Sıkılmadan, makamcı da “başarılı şekilde uygulanıyor” demekten, pişkinlik duymuyordur. Gerçeğin ahlaki çöküşün resmi tamamlanıyordu.******
Bu arada tarihi sözleri de hatırladım: Aydının görevlerinden birisi de tarihin resmi olarak karanlıkta braktıklarını ortaya çıkarmaktır da vardı. Nitekim, TC yayınlarını okurken, pek de konuşulmayan, fakat oldukça tarihsel önemli konuya rasladım. 1 asrını dolduran Türkiye ilk büyük meclisinin yaptığı anayasa* Nedense bir çok anayasa konuşuldu. Övüldü veya yerildi. Osmanlıdaki meşrutiyet anayasaları konuşturuldu. Fakat, Kurtuluş savaşı döneminde mecliste geçirilen ilk Türkiye anayasası nedendir bilinmez pek de bu akışkanlığa katırılmıyor.
Birkaç yazarın konuyla alakalı makalelerini okuyounca, Türkiye Osmanlı dönemlerinde meclisin direk yaptığı bu anayasanın içeriğini anladıkça, sonucunu da buluyordum. Gerçekten, Türkiyede Kurtuluş savaşını yöneten meclisin yaptığı ve 1 asrı dolduran kabul gününü yaşarken, öteki tüm anayasalarda olmayan demokratik içerik vardı. Hem de çok kısa ilkeleriyle birlikte. Irkların birlikteliği veya yerel yönetimlere verilen yetkiler, meclisin temel eksen olup yetkilileri seçme gücü tüm bunlar Kurtuluş savaşının yönetilme başarısının da sırrını açıklıyordu. Fakat, Kurtuluş savaşını övenlerin nedense direk halktan gelen temsilcilerle hazırlanan anayasanın rolunu anlatmaktan kaçınmalarının aslında demokratik ret etmenin de kendisi oluyordu. Sovyetlerin etkisi, sol kesimin talepleri ve üst güçlü devletin olmadan direk halk nazarından seçilenlerin hazırlama koşulları, böylesi ilerici demokratik anayasa oluşturuldu.
İlgili anayasa yapılışı başka anayasalarda görülmedi. Cuntalar, darbeler ve sonuçta devlet eksenli anayasaların yapıldığı ve devlet hukuklu koruma zırhıyla bezendiği de kesin. Sanırım, ufak bilgiyle 1 asrı dolduran ve şimdi namesi okunmayan Türkiye Büyük millet meclisinin ilk anayasasının hala yakınına gelinemeyen gelişmelerin de önemi ortada.****
Yuz yıl sonraki hale bakın: sadece yazıyı yazdığım gün Türkiye Anayasa kuruluşunun bir vekilin hak ihlaline uğradığını ikinci defa karara bağlıyordu. Bunun kısa özeti şu: daha önce de Anayasa mahkemesi Enis Berberoğlunun hak ihlaline uğradığı kararını verdi. Alt mahkemeler uymadı. Klasik Anayasa bağlılığı ile alt mahkemelerin uygulama basit ilkesi dahi uygulanmadı. Bunun için ikinci defa Anayasa mahkemesi yeniden uyarıcı şekilde karar aldı. Tam da Türkiyenin yüz yıl önce yaptığı anayasadan sonra gelinen hukuki yönetim şeklini işaret etmektedir. Kurtuluş savaşından yüz yıl sonrası böyle.