Aynı şey uğruna, değil Kıbrıs’ın her yerine, uzaya asfalt döşeseniz, kar düzeninin akla uygunluğu, her gün daha da azalıyor. Yapılacak şeyler, ihtiyaçlar için olmadıktan sonra, bu böyle sürer gider…
Bir kere zaten uzaydayız. Aklımızın alabildiği her şey uzaydadır. Onun dışı yok. Bunun tersi düşünülemez. Eskiden beri, ilerlemek, kalkınmak anlamında da kullanılır bu uzay konusu. Gerçekleşmesi çok zor olduğundan herhalde, bunu yapmanın, ancak çok gelişmişliğin ifadesi olduğu düşünüldüğü için herhalde.
Belki dünya savaşları ile hayran kalınan gökyüzleri, daha da ötesini çağrıştırmıştı. Gökyüzünden insanların üzerine yağdırılan bombaların kaç milyon ton olduğunu kimse bilmezken. Daha da yukarıda olmak, daha üstün olmayı çağrıştırmıştır muhakkak. Daha yüksekte olmak, daha büyük egemen güç olmak anlamına geldi. Üstün olmak demek oldu.
Uzay diye tabir ettiğimiz şey, dünya çapında, kayda değer sermaye güçlerinin işidir. Uzay işi başlarken, dünyaya hâkim olmanın bir yolu olarak ifade edilmekteydi. Hala öyledir. İletişim, ticarete hâkimiyet, pazar tayini ve yönetimi uzay dediğimiz yerlerden denetlenmektedir. Dünya ekonomisinin kontrolü amacı ile geliştirilmektedir. Bu düzende böyle oluyor. Fakat bir şey daha var. Kapitalizmde, ekonomi tek başına olmuyor. Birbiri ile rekabet eden ekonomiler oluyor. Sermaye grupları, kolektif sermaye yapıları oluyor. Bu güçler, dünyayı kuşbakışı denetleyebilecekleri teknolojilere sahip olmak isterler. Kendi karlılıklarını çoğaltmak için yaparlar. Fakat bunu, halk için matah bir şeymiş gibi anlatırlar. Akılları bulandırarak, konu ile hiçbir ilgisi olmayan halkı memnun edip, desteğini ve emeğini karşılıksız alırlar. Halkın geleceğini güzelleştirmek için yaptıklarını söylerler. Karşılıksız alırlar çünkü kendi rekabetlerinde güçlü olmalılar.
Halka uzaya gideceğiz denir. Ama sormazlar mı? Hadi gittin diyelim. Gittin de niye gittin? İsterseniz bütün uzayın sahibi olun, uzaya merdiven yapın. Eğer insanlığın yüzde sekseninin sofrasındaki yemek, ölmeyecek kadar ise ve yüzde on biri de aç ise, buna ne demeli? Bu nüfusun, on binlercesi her yıl yemeksizlikten, aç kaldığı için ölüyorsa…
Uzaya bile hâkim olabilme hayalleri kurabilen uygarlık, nasıl oluyor da bu sefaleti yaratabiliyor? Aslında, hâkimiyet savaşları (Rekabet) için sarf edilen değerler, dünya nüfusunu birkaç kez doyurabilecek kadardır. Düzen rekabete dayalı olduğu için, daha çok değer, boş yere harcanıyor. Öyle olmasaydı, dünya nüfusu, değil sekiz saat, günde bir saat bile dilediği üretmeye katılsa, herkes her ihtiyacına, eksiksiz bir şekilde ulaşabilirdi.
Demek ki Kapitalist dünyada uzaya gitme işi başka, dünyanın zorda olan sınıfının mutluluğu başka şeylerdir. Çünkü soru şu: ‘Uzaya niçin gidiyorsun?’ Söz gelimi, ticari avantajlar kazanmak için, kar için yapılacak şeyler, sermayenin değirmenine su taşımaktan başka işe yaramaz.
Geçenlerde Türkiye Hükümeti ile UBP Hükümeti ile bir dizi uzlaşmalar yaptılar. Mesela konulardan bir tanesi, Kuzey Kıbrıs sınırları içerisindeki kara yollarının tümünü yeniden yapmak, modern hale getirmek. Şu sıralar Kıbrıs’ta memur maaşları aybaşında verilebilecek mi? Diye düşünülürken, işten atılan işçiler her gün çoğalırken, aşı temini konularında ekonomik sorunlardan söz edilirken, bu neyin projesidir?
Deniyor ya, bu sistem çökmüş… Çıkış yolu için, yani ekonomiyi hareketlendirmek için, bir şeyler yapmak isteniyor (Sermaye büyütmeye, her koşulda devam edebilmek için). Yollar bulunmaya çalışılıyor. Fakat hikâyedeki gibi: Fırının sattığı ekmeklerden herkes şikâyet ediyormuş, gramajı düşük diye. Fırın sahibi satıcıyı kovmuş. Şikâyet bitmemiş. Yeni satıcıyı da kovmuş, şikâyet yine bitmemiş. Bu şekilde işleri yoluna koymaya çalışıyormuş fakat her defasında şikâyetler bitmek bilmezmiş. İşler, her gün kötüye gidiyormuş. Fakat satıcıyı değiştirmek yerine, ekmek tartısının bozuk olabileceği kimsenin aklının ucundan bile geçmezmiş…
Aynı şey uğruna, değil Kıbrıs’ın her yerine, uzaya asfalt döşeseniz, kar düzeninin akla uygunluğu, her gün daha da azalıyor. Yapılacak şeyler, ihtiyaçlar için olmadıktan sonra, bu böyle sürer gider…