Hakan aksaydan çalıntı bir cümleyle başlayacam: “72 saat de neler olmaz ki”! Tele 1 prokramına Hakan Aksay başlarken, kısa zaman içinde olan onca gelişmeyi şöylesine kısa ifadeyle 72 saatlik zamanla sorgulayıp önemdeki ağırlığını anlatmaya kısa yol olarak kulandı. Gerçekten, Aksayın seçtiği cümle ile olanlar deyim yerindeyse “şap” diye oturdu. Ayni tarihi benzetmeyi dünya Paris Komünü için 72 gün yaşananla değerlendirip önemini açıklayıp bellekleri canlandırmaya uğraşıyordu. Ayni dönemde yanin günümüz sürecinde Türkiye 72 saat de önemli kararlarla gidilecek caminin minaresi yanında alanını da gösterirken, K. kIbrısta, Şükranlı yalakalı yağışlılarla Şükür teşbihi çekişlerle sanki hiçbir şey olmamışçasına teslimiyetin tatlı sürecini tatmaktaydılar. Sol Hareketin eylemi de bu sis içindeki duyulan bazı endişelerin tepkilerini duyurtmaya çalışıyordu.
****
Gerçekten, sadece isimlerinin yazılması dahi Türkiyeden gelen net tutumlar, alt idari bölgesine yansımayacak deyildir sığıntısının olmayacağı gerçeği ili birlikte düşünmek gerekir. Benzerleri zaten buraya protokol, dayatma, yardım gibi birçok esrumanlarla çaldırtılmaktadır. Nitekim, Cuma gece yarısı Türkiye ile alakalı önemli kararlar duyulurken, K. Kıbrısla alakalı enerji anlaşmasının da uygulamaya gireceği karar konumu da netleşiyordu. Bunu dahi yalaka işbirlikçi yalan tatlıcıları duymadı. Duyanlar da bunun şekerli bölümünü aldılar. Unutuyorlar ki diyabetli halimizle çok şekerli tatlının oldukça ölümcül hali de vardır….
Gelelim 72 saatin basit dokunuşlu gelişmelerine: Önce Ömer Faruk Gergerli oğlunun fezlekesi okundu. Konuyla alakalı çok tuhaf gerekçeği önceki yazılarımda yazdım. Sadece haber olan haberi link yapmanın dokunulmazlık kaldırılması oluşunun acayipliği dahi yetiyor. Ayni anda, HDP kapantılması için anayasa mahkemesine Yargıtay savcılığı baş vurdu. Yine bir önemli tuhaflıkla yetinecem: ölen, dosyalarıyla beraat eden vekilerin dahi ismi olup kapanmaya gerekçe gösteriliyor. Üstelik AKP nin da katıldığı çözüm sürecindeki görüşme suçu sadece HDP vekilerine ve üyelerine yüklenmektedir! Daha bunlar unutulmadan, depremler devam ediyordu. Bunları yakalamak zor. Elbet Pandemi sürecindeki yükselen bilançoya karşın renklerin dyeiştirilmemesi ve konunun haberleştirilmeme tutumu da başka bir paradokstu. Aşıların hikayesi masala döndüydü.
Derken Cumaya geldik. AKP operasyonlarının önemli ayaklarından birisi de hafta sonu ile gece yarısı oluşlarıdır. Nitekim, hiç uzağa gitmeyelim: UBP operasyonu da gece yarısı Fuat Bey kanalıyla gerçekleştirilip Sucuoğlunun gerçeği rüyaya dönüştürüldü. Cuma gecesi deprem şeklinde iki karar yayıldı. Daha dün gibi atanan Merkez bankası başkanı görevden alındı. Bu yükselen fayizle alakalı olduğu herkesin birleştiği nokta gibiydi. Merkez bankası krizle birlikte epey kafa verdi. Yetmedi: bu defa iş kadınlara döndü. Sıra onlara geliyordu. Aslında ben bunun olacağını yazdığımda, bana bazı K. Kıbrıslı kadınlar “biraz hayal görüyorsun: uluslararası anlaşmadır ve kolay kolay çekilemez diyorlardı. Ben de “bekleyin ve yaşanınca konuşacağız” dedim. Kendimi beyendiğimi dahi söyleyerek alay edenler oldu…
Derken resmi gazetede Cumartesi sabahına doğru Türkiyenin İstanbul anlaşmasından çekildiği haberi yayınlandı. Kimi öfkelendi, kimisi de “hukuk falan” dedi. Özellikle Kıbrıslılar galiba ahmak yerine konulmaktan memnun gibi ayni eksende konuşanlar oldu. Oysa: Kıbrısta yaşadığımız gibi birçok net anlaşmaya karşın bunların yok sayılması, pratikte aksini yapmanın bol örneklemiyiz. Şimdi sanki türkiye bu kararlara çok uyuyormuş gibi uluslararası karar ve yasanın meclis gücü denilerek uygulanmasının zor olduğu sözleri duyuluyor. Oysa Türkiye gerçeği, hukuksal konum netdir.
Bu konuda kendimi hep yetmişler sonunda bulma gibi tuhaf bellek zorlamam oluyor: Semih Hoca biza Marksis Yöntemi anlatırken, hukuki boyutuyla şu kuralı beynimize yerleştiriyordu: “Sömürge tipi ister demokrasi ister faşizim deyin, farketmez. Burada herkes yasaya bakmamızı önerir. Oysa Sömürge tipi yönetimlerde yasanın varlığı eşitdir yetkide uygulanmaz. Yetki mutlaktır. Yasayı ister uygular ister uygulamaz. Örneğin, işkence yasak olsa da işkence sömürge tipi devletlerda hukuken yargı sorgulama yöntemidir. Yetki olarak kulanılır.”. Semih Hocanın özetle aktardığım bu anlatı özellikle devrimci çevrelerde çok tartışılırdı. Yasal denilip demokratiklik gibi anlayışların Marksis bakışla eleştirisi de böyle yapılıyordu….
Turgut kazanı dinlerken, ister istemez Semih Hoca aklıma geldi. Kazan, hukuksuzdur denip Uluslararası anlaşmanın önceliğini dahi anlatı. Bu demokrat kurallarla yönetilen ülkeler için geçerlidir. Yetkinin hem de tek elde mutlak olduğu, atamaları yargıda dahai bu gücün yaptığı gerçekler nedense hep öteleniyor. Bunlar 72 saatde gerçekleşti. Buna dileyen başka gelişmeleri de ekler. Ama, hızla oluşan bu gelişmeler ve muhalefetdeki ortak tutumun derecesini ölçünce, durum pek de iyi deyil. Üstelik, garip şu mesaj da geldi: AB kesimi alması beklenen bazı dondurma kararlarını durdurdu. Neymiş, bazı iyi gelişmeler varmış. Çünkü, AKP Türkiyede baskıları artırırken, aldığı AB fonlarıyla hazırladığı belgelerde yabancı sermayeye bazı güvenelerle Türkiyeye gelmesine yardımcı olmaya çalışıyor. Sistemi unutrsak, onların emperyalist dyeil de demokrat olduğuna bakarsak, böylesi yanılgılar da olur. Çünkü, onlar karına bakar. Hala Erdoğanın Türkiyenin başında kalıp kendilerine yardımcı olmasını da bekliyorlar. İnsan hakları pek de onların önceliği deyildir. Öyle olsa AİHM yetkilerinin bir kısmını Türkiye kurumlarına vermez, alınan önemli insan haklarının uygulanması için baskı yaparlardı. Selahatin Demirtaş bunlardan sadece birisidir. Belediyelere kayum atanmasından Boğaziçi olaylarına hepsinde tutumlar ortada. Tepki koyanlar da malum. Unutmadan, Gezi parkını da İstanbul belediyesinden alıp vakıflara devredildiği kararı da oldukça şüpeli düşünceyle yaklaşılması gerekiyor.
***
Tüm bunlar olurken, K. Kıbrısta açıklanan her anlaşmayla, paketle yeni yetki devretme teslimieyti olurken, hala yalakalı sözler uçuşuyor, gerçekere konuşulmamasına özen gösteriliyor. Son Sol Hareketin yaptığı eylemi bazı “muhalif” kesimnlerin desteklmememesi debunun tutumudur. Her yerden bekleyerek işlerin yoluna gireceği umudu vardır. Bol yeni yurttaşlarla nifus kabarırken, son yargı kararıyla yakalanan iki kaçakçıdan birisine hapis ötekine hem sigarası veriliyor hem de hpse konmama tutumu dahi başta barolar olmak üzere etnik ayrım üzerinden olması eleştirilmiyor. Ama, birielri de boş sözle barış diyor. Barış okadar kolay deyildir. Hele masaya oturafcakların siyasal duruşları da ortadayken, başka oyunun da kurallarını geliştireceği kesindir. Mitinkteki önemli sözü tekrarlayıp yazımı bitirecem: “her yerde örgütlenmek gerekir. Eğer örgütlü olubnmasaydı, Sol hareketin tutuklanan insanları dyulmayıp bunlar karanlıkta kalacaktı. Örgütlenelim ve bu mücadelede en yakın olan örgütlerde bulşuşalım. Aksi taktirde yok olup gideceğiz.