25 yıl önceydi. Ansızın St Barnabas Olayı ortaya çıkmış, adeta Kuzey Kıbrıs’ta Soğuk Savaş ve Olağanüstü hal şartları estirilerek toplum baskı altına alınmış, topluma gözdağı verilmek istenmişti. 1989 sonrasında resmi ideoloji dışında kalan Yeni Kıbrıs Partisi’nin birkaç defa kundaklandığı, kurşunlandığı ve liderinin arabasının bombalandığı şartlar devam etmekte, toplum gene korku verilerek susturulmaktaydı. Yaşanılan terör eylemleri o güne kadar parti merkezlerini kundaklama, kurşunlama şeklinde olurken, bu olayda ilk defa bir de aydın yazarımız öldürülüyordu.
Bir Mart gecesi, St. Barnabas Kilisesi’ne giden resmi ve askeri arabalar orada bir operasyon yapmış ve nöbetçileri etkisizleştirerek kilise avlusundan bir şeyler almışlardı (St. Barnabas’ın mezarı orada küçük bir kilise içinde bulunuyordu). Askeri ve Sivil Savunma Dairesi’ne ait araçlarla, birçok askeri personelin de katıldığı bir operasyon olduğu söylenmekteydi. Şimdilerde öğreniyoruz; mafya militanları da ta Türkiye’den getirtilerek, bu operasyonu eleştiren yazılar yazan aydın kesimleri katlederek susturmak için faaliyete geçmişti. Daha sonra öğreneceğimiz, bir öldürülecek aydın listesinin hazırlandığıydı… Belli ki baskılar ayyuka çıkmıştı. O dönemlerde Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde harçları protesto eden öğrenciler tevkif edilmiş ve olaya daha da baskı katılmıştı. Öğrenciler sorgusuz sualsiz gene üst Kesimlerden, daha fazla militer güçlerden gelen emirlerle derdes edilmişti. O günlerde konferans vermek için Kıbrıs’ta bulunan Özgürlük ve Demokrasi Partisi Başkanı Prof. Ufuk Uras ve Prof.Fikret Başkaya da bu tutuklama olayını protesto etmişlerdi. Ama belliydi ki Kıbrıs’ta Derin Devlet gene bir şeyler kotarmaktaydı. Aynen şimdiki gibi suç örgütü şeklinde çalışmaktaydılar ve bilhassa St. Barnabas Olayı’nı kapatmak için derinden tehditler de başlamıştı.
Bir gece bu gerginlik ve korku içinde evdeyken, evime ta Baf’tan tanıdığım, savaş sırasında aynı mevzileri paylaştığımız, Baflı eski emekli polis ama MİT ajanı olduğunu da bildiğim Kenan İnatçı gelmişti. Kenan İnatçı Baf’tan tanıdığım olaylara eleştirel bakan, namuslu bir demokrattı. Sol Kemalist çizgide bir insandı.
Beni aldı ve Maraş Bölgesi’nde ıssız bir bölgeye gittik. Bana orada aynen şu şekilde konuştu:
“Türkiye Özel Harp Dairesi senin ve Kutlu Adalı’nın yazılarından rahatsız.. Karar aldılar, seni ve Kutlu Adalı’yı vuracaklar. Sen vurulacak ikinci adamsın, o da birinci. Artık St. Barnabas konusu üzerinde yazı yazmayın. Beni Özel Harp Dairesi içinde bulunan yurtsever bazı Kemalist subaylar gönderdi, onlar da vurulmanıza karşı. Yazılarınızı bir müddet için durdurun. Bu defa kararlıdırlar seni de, Kutlu Bey’i de, hatta bu konuda ısrarlı olup yazı yazan tüm aydınları da vuracaklar.Hemen yarından itibaren Lefkoşa’ya git ve Kutlu Adalı’yı bularak onun da yazılarını durdurmasını söyle. Onu vuracaklarını haber ver” dedi. Gerçekten bu ölüm tehdidine ürpertmiştim. İnanın hayatta bundan daha da ürpertici bir haber olamaz. Ben, o ertesi gün, sanatçıların hazır bulunacağı Ledra Palace Barikatı’na gittim. Hüseyin Çakmak arkadaş’a İtalyan Büyükelçisi Karikatür Sanatında başarılarından dolayı kazandığı İtalyan ve Uluslararası Bordigera Ödülü’nü Barikatta törenle verecekti. O güne kadar ödülünün verilmesi bizim rejim tarafından engellenmişti. Kutlu Bey de Karikatürcülerin üyesi olduğu için oradaydı. Her ikimiz de Karikatürcülerin organı olan “Akrep” Gazetesi’nde mizah öyküsü yazmaktaydık. Hüseyin Çakmak ve ben , Kutlu Bey ve Hanımı, Çakmak’ın arabasına girerek ona Kenan İnatçı’nın söylediklerini aktardım. Hatta;
-Kutlu Bey artık yazmayın, hanımınızı da yanınıza alıp adayı bir müddet için terkedin dedim.
Bunu üzerine Kutlu Bey;
-Sana bunları söyleyen MİT ajanı Kenan İnatçı mıydı?, diye sordu.
-Evet, dedim.
Kutlu Bey o beyefendi kişiliği ile sessizce kafasını öne eğerek bir müddet düşündü ve bana;
-Gidersem selamsız kalmaktan korkarım, sözünü söyledi.
Bu olaydan birkaç hafta sonra da 6 Temmuz gecesi onu vurdular. Olayın ve yapılan tehditlerin muhataplarından biriydim. O günlerde her anımız korku ve dehşet içinde geçmekte, her an bir ölüm tehlikesi ile karşılaşacağımız duyguları içindeydik. Cinayetin ayrıntılarını 25 yıl sonra Türk mafya örgütlerinde “Reis” olarak tanınan Sedat Peker açıkladı ve cinayetin nereden, kimlerden kaynaklandığını da öğrendik. 25 yıl sonra bu dava nereye kadar genişletilir, ne olur bilmiyoruz ama Peker’in Türk Devletinin suç örgütlerine dayandığını ve bir tuğla alarak tüm tuğlaları devirebileceği de açık.
Kutlu Adalı 25 yıl sonra da onu öldürenlere zor anlar yaşatıyor ve enselerinde bir nefes gibi onları mezara kadar takip edeceği de aşikar oluyor.
Türkiye, demokratik reformlarla kendini yenilemez ve de kalın barsaklarını temizlemezse, belli ki bu gibi olaylarla daha da kötü durumlara düşecek.
Görünen köy kılavuz istemiyor…