Birkaç haftadır Türkiye ve Kuzey Kıbrıs gündeminde suç örgütlerinin devleti ele geçirerek devlet adına işledikleri suçları okumakta veya izlemekteyiz. Suç örgütlerinin devleti ele geçirip çürütmesi hemen şimdi mi olmuştur sanıyorsunuz? Bu işin çok uzun bir süreci vardır ve maalesef bölgeye baktığınızda bunun hukuk ve demokrasiyle ilintili olduğunu da görmektesiniz. Hele hele insan hakları olayını bu yapıda hiç aramayın. Evet, ne demiştik? Bu olay hemen ortaya çıkmadı aslında. 1915 Ermeni Tehciri Olayları ve Mustafa Suphi Olayı’nda, hatta Sabahattin Ali cinayetinde bile, devletin suç örgütlerini yüreklendirdiği ve onları cinayet ve tehcirlerde kullandığı görülmektedir Hatta denilebilir ki başka ülkelerde mafya devlet boşluğunda ortaya çıkarken mesela bölgemizde veya Türkiye’de bunlar devlet desteğiyle oluşturulmuşlardır da…
Şimdi bir ülkede cinayetler olup da failleri bulunamıyorsa ve her şey gizemini koruyorsa, o ülkede bu işler alışılageldik bir rutin olay olarak görünür ve devlet eğer kendini bu suçlardan arındıramazsa bu derin işler devamlılık kazanıp artık her suçun örtülmesine çalışılır, devlet suçluları koruyucu bir yapıya ulaşır. Yakın bir zamanda daha 90’lı yıllarda, Türkiye’de Kürt Sorunu’ndan ötürü 17 bin faili meçhul cinayet işlenmiştir. Ülkemizde de parti ve gazetelerin kundaklanması, bombalanması hatta Kutlu Adalı Cinayeti’nde devlet parmağı olduğu hep konuşulmuştur. Nitekim Kutlu Adalı Olayı’nda Sedat Peker bize devlet içinde önemli militer komutanlarınve bir önemli siyasetçinin isimlerini vermiştir. 1996 yılında işlenen bu cinayette kamuoyuna, gerek bu cinayette gerekse Türkiye’deki faili meçhul cinayetlerde failler konusunda bir bilgi verilmemiştir. Daha sonraları faillerin devlet içinde gizlendikleri ortaya çıkmıştır. Onu da bırakın Türkiye’de öldürülen şahısların ellerindeki banka hesapları ve mülkler de el değiştirmiş veya son zamanlardaki Sedat Peker’in deyişiyle bu mallara çökülmüştür.
Kurgu bir darbe olduğu şüpheleri olan FETÖ darbesi sonrasında da binlerce para hesabı ve gayrı menkule çöküldüğü iddialarını duymakta veya okumaktayız. Maalesef bu çökme işlerinde devletin içinde önemli görevlerde bulunan adamların hatta gazeteci ve sözde yazarların da olduğu konuşulmaktadır. Bu adamların bazıları deşifre olarak isimleri açıklanmıştır ama bu kanunsuzlukların devlet içine girmesinde “Tek Adam Rejimi”nin rolü olduğu söylenmektedir. Çok yakın bir zamanda bakanlıklar veya üst devlet görevlisi olarak hizmet veren insanların isimleri uyuşturucu kaçakçılığında da geçmektedir.
12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında vesayet Rejimi önce solu ortadan sildi. Binlerce solcu genci hapislere attı ve susturdu. Bu operasyonlardan sonra vesayet rejimi, devleti gene suç örgütleri ve gizli tarikatlarla anlaşmalar yaparak yönetti. Anayasa fikir suçları yarattı ve 12 Eylül Anayasası suç örgütlerinin yaratılması zeminini yarattı. Şimdi Kuzey Kıbrıs’ın bu sistemden etkilenmemesi imkansızdı. Resmi İdeoloji dışında ses veren partiler, demokratlar ve düşünce adamları, ses verdikçe onlar da aynen Türkiye’de olduğu gibi susturuldu ve beniletildi. Kutlu Adalı’nın öldürülmesinin ardında da düşünceyi ve konuşmayı yasaklayan faşist zihniyet vardı. Bunlar kendi yaptıklarını ifşa edecek kaynakları ortadan kaldırmak için her türlü tedbiri aldılar. Kedileri tüketirsen fareler çoğalır örneğinde olduğu gibi namuslu demokratlar ve sol kesimler sindirilirken, devlete suç örgütleri egemen oldu. AKP İktidarı da 12 Eylül Anayasası’nın getirdiği boşluk ve imkanlardan yararlandı.
Bir ülkede, demokrasi, hukuk ve adalet, emeğe saygı yoksa, meydan suç örgütlerine kalır ve eşkıya da dünyaya hükümdar olur. Bizde ve Türkiye’de yaşanan maalesef budur.