Kıbrısta yaşarken, elbet oluşann koşulların da etkisine uğramak kaçınılmazdır. Kıbrısta yaşanan siyasi süreçlr, oluşan yeni sömürge şekli ve yapılanlar elbet bazı konularda ister istemez bakışınızı da etkilr. Üstelik, bazı durumlarda, Kıbrısı yaşamak sonucu, dyeişik öncelik veya başka gözle de düşünceler oluşur. Benzerlikler nedeniylen bbazı konularda daha dikkatli olursunuz. Nitekim, konumuz olan Lübnanı değerlendirirken, Türkiye penceresinden bakan ile KIbrısı yaşayıp buranın durumuyla ilgilenen arasında bazı farklı yönlerle yaklaşmak da normal haldir. Çünkü, Lübnan bir anlamda Ortadoğu yeniden sömürgeleştirilirken oluşturulan yapısıyla bize birçok benzerlik koşulu oluştu. Oysa, Türkiye veya iran isterseniz israili de katın, bunlar merkezi bölgesel güç gözüyle konuya yaklaşım sergilemektedir. Bu nedenle, Kıbrıstan Lübnana bakarken, orada ve burada yaşananlarla bir anlamda kaderdaşlıkların bol olduğu ülkeler olarak da incelenme olasılığı fazladır.
Yetmişler sonunda genel Ortadoğu incelemeleri yaparken, bölgenin ayrıcalıklı yapılanan iki ülke karşıma sık sık geldi. Tabi israilin ayrıcalığı bir yana itilirse. Bir anlamda düşündüm: Kıbrıslı olmak adalılık kimliği ile başlar, sonra Kıbrısı anlama adına da ortadoğuya dek genişletme zorunluluğu var. Yetmişlerdeki gelişen Yeni sömürgecilik ve yeni Kisincır stratejileri Kıbrıs ile Lübnanın benzerliklerine tanık oldum. Örnek, Ortadoğuaa ülkeler otoriter yapılarla militarist özelikleri varken, Kıbrıs ve Lübnan, resmen yumnuşak devlet görüntülü, etnik ve meshep ayrımlı dağınık siyasal yönetim şekliyle yönetiliyordu. Üstelik, ayrıcalıklar yönetime yansıtılırken, çatışma zeminleri de hep canlı tutuldu. Böylelikle ortak devlet aklının da oluşması hep engelendi. Buna ek olarak, hem Kıbrıs hem de Lübnan resmen dış saldırılara açık yasal koşullar dahi oluşturuldu. Bu nedenle bu iki ülke başta komşuları tarafından hep işkallere uğradılar.
Buradaki önemli fark, Kıbrıs stratejik sömürge şeklinde örgütlenirken, Lübnan finansman merkezli Beyrut odaklı ekonomik piyasal Honkonk Sigapur tipi düşünüldü. Olmadı. Her iki olgu iflas ederken, yine de Kıbrıs stratejik sömürge olarak hep kulanılmaya devam edildi. Böylesi Ortadoğu tipi Kıbrıs Lübnan ortak farklı sömürgesel yapılanış oluştu. Ben buna bağlı olarak öteki başka ülke aydınlarından ayrılarak Lübnana biraz da Kıbrıs yaşanmışlığımla yorumlama hep yaptım ve yapacam.
Aslında, Lübnan diye bir ülke yoktu. Fransızlar Şam yönetimini istediği gibi yönlendirip tutamadığı için, Lübnanı farklı ülke olarak örgütleyip bir anlamda Suriyenin hem etkinliğini azaltıp, hem de cezalandırmış oldu. Lübnan bu koşularla gelişirken, Fransızlar tıpkı Kıbrıstakai gibi yeni sömürgecilik kuralı olarak yönetimde etnik ve mezhep ayrımlı bakanlıkların paylaşıldığı bir zayıf devlet oluşturdu. Böylelikle devlet mezhepsel ayrışmalarla oluşturuldu. Feodal beyliklrin etnik ve dinsel olgularla siyasallaştırıp yönetim paylaşımı kuruldu.n Devamında desteklediği Hristiyan kesimlere önemli makamları verirken, Şiğileren de en etkisiz yerleri braktılar. Bir anlamda Fransa çekilirken Beyrut bankacılık merkezi olacak ken, etnik mezhep savaşlarının da alanını geliştirdi. Üstelik, Lübnan daha kurulurken, Amerikadan Fransaya, Suriyeden israile direk saldırı alanı haline gegtirildi. Nitekim, bu şartlar, Lübnanı hem iç savaşlara taşıdı hem de işkalelri de gerçekleştirildi. Yine de Lübnanlılar, tüm kanlı iç savaş ve işkaller rağmen ülkenin birliğini de koruma gibi siyasal paradoksu da başardılar.***
Akdenizin doğusundaki Lübanan, son günlerde epey can çekişen koşularla pençeleşiyor. Ekonomiden siaysete krizler peşpeşe geliyor. Yetmiyor; Suriye mültecileri oldukça fazla. Nifusun nerede ise yarısına varan mülteciler var. Ülkenin yönetim krizinde dış güçler oldukça baskı yapıyor. Özellikle oluşan Hizbulah eksnli bazı Hristiyanların da olduğu blokun hükümetde etkin olmasını isetmiyorlar. Bazı sabotajlarla elektrik krizi epey artı. Bankalar işlemez hale geldi. Buna ek olarak dünyanın en çirkin politikasının da yükünü çekiyor: Suriyeye karşı yapılan batı anbargosu hiçbir suçu olmayan, üstelik mültecilerle de dolan Lübnanı da iyice kısgaca aldı. Lübnanın ülkedeki mülteciler için Türkiye gibi rant isteme durumu da yok.
Özetlediğim sorunlar Lübnanaın geleceğini zorluyor. Bu güne dek tüm bedelere rağmen korunan birliğin şimdi kayma tehlikesi artıyor. Özellikle Suriyeye karşı net karşı çıkmamasının cezası gibi anbargolar uygulanıyor. Fransa ve Amerika direk olarak Hizbulaha fatura çıkarıp sağ bloklu mafyacı Hariri sülalesinin etkin olmasına çalışıyorlar. Çalkalanan Lübnanda gösteriler de oluyor. Birileri hem seviniyor hem de kuşku içinde. Çünkü, protestoların yeni Lübnan siyasetiyle daha demokratik sıçrama yapma endişeleri de vardır. Ama, protestolar Hizbulah eksenine zarar verecek düşüncesi de ateşlemeleri yönlendirmek, gösgerileri kontrol altına alma hamleleri de var. Hele provakasyon ve suikasletelrdeki israilin sicili oldukça kabarık. Lübnandaki parçalanma ve Hizbulaha darbe vurmada İsrail fırsatları hep deyerlendirmeye çalışıyor.
Eklemek gerekir: batının tüm etnik ve dinsel ayrıştırmaya karşın yine de bloklaşmada heer kesimden yapıların bir araya gelip itifaklar kurması da Lübnan tipi siyasetin önemli deneyimidir. Ayrıca, Lübnanda yoğun filistin ve Suriyeli mülteciler de vardır. Fakat, bunların pazarlığını yapan bir Erdoğan yok. Tüm bunlar, Lübnanda can çekişmelerin yaşandığı günlerin işaretidir. Kurulmak istenen yeni hükümet ve koşullardaki aşmazlık, ambargolarla dış baskıların katmer katmer artışı bir anlamda Lübnanın geleceği için karanlık işaretlerdir. Tek ayakta kalan deyer, Lübnanlıların tüm kendi iç parçalanmalarına rağmen ülkenin dağılmasını engelemeleridir. Bilmem bu son sözden Kıbrıslıllar bir şey alıyormu:n Sakın ha Lübnandaki yaşananların Kıbrıstakilerden daha hafif olduğu yalanına sarılınmasın.