Peşinen belirteyim: ben söz konusu olan genel bölge Dilirga’da yaşadım. Bizzat olayları da tanıklıkla beleğime kaydettim. Savaşların korkusundan, göçlerin mağara yaşamına dek direk yaşamla tanıklık ettim. Bu nedenle öyle konuya pek de yabancı değilim. Ayrıca, konuyla alakalı hemen sonra yetmişler yılında olaylarla alakalı direk yaşayanlar yanında bazı araştırma bilgileri de topladım. Nitekim, 75 yılında, Türkiye’de Ankara’da Gazi Mahallesi Halkevinde Kıbrıs semineri vermek için geniş araştırma yaptım. Tarihi siyasal önemli sıçrama bilgilerine de ulaştım. Acheson planını öğrenmekle, 64 yılında Erenköy’deki savaşı kıyaslama ikileminde Kıbrıs sorunuyla özdeşleşip, emperyalist gerçekliğe dek önemli birikimim oldu. Sosyalist dünyamla Kıbrıs yerel bütünleşmem de tamamlandı. Bu durumu daha sonra bölgede sorumluluk yapan Ahmet Savalaşa da sorunca: “Özkanım, ben komutandım. Nerden bileyim Achesonu ve öteki genel konuları” diye yanıtladı. Nitekim, 64 yılı oldukça Kıbrıs için karışık geçtiği kesindi.
****
Bu bilgilerle gelişen tarih kuram yaklaşımım ikinci soruya beni taşıdı. Hala anlamamış gibi davranıp sorduğumda yine resmi net yanıt yok. Her tarihi gün oluşumunda, olayın ya başlangıcı veya sonucu alınıp olay simgeleştirilir. Oysa, Dillirga olaylarında ne başlangıç nede sonuç alındı. Başlangıç 5 Ağustos veya bitiş 12 Ağustos değil de 8 ağustosun günleşmesi tesadüf olamazdı. Hatırlarsanız, 1 Ağustos için de TMT kuruluşunda ayni eksikliği sordum. Demek ki düşününce bazen acı şekilde anlarız. Tıpkı 8 Ağustos’un Türkiye uçaklarının müdahale günü olması nedeniyle bölge savaşları için tarihleştirildi. Bunu dahi pek konuşan olmuyor.
Bir de günlük paradoks ekleyelim: geçenlerde köpürtülük kayyum ataması gibi atanan Saner’in kendi mecrasımış gibi BRT yayınında “74 öncesi Kıbrıslı Türkün nesne bile olmadığını” söylediği akılda. Şimdi ise Erenköy direnişiyle alakalı laflar birbirini kovalıyor. Böylesi paradoksal gerçeklerimiz de mevcut.
****
Dilirga olaylarıyla alakalı her yıl yeri geldiğinde yazılarımı yazıyorum. Aynisini tekrardan da kaçınıyorum. O denli sildirtilip unutturulan gerçekler var ki her yıl bazılarına değinmekle yetiniyorum. Örneğin, bölgeye çıkarılan nerede ise tüm geleceğin aydın gençliği boyutu pek konuşturulmaz. Halbuki her ülke savaş halinde dahi bazı geleceğin aydınlarını savaşa sürmeyip, onların gelecek için eğitilmesine öncelik verilir. Türkiye’deki Çanakkale savaşı gibi. Nitekim, nedeni ne olursa olsun, bölgeye çıkan öğrencilerin yaşadıklarıyla, yeniden Türkiye dönüş sonrası önemli etkileri oldu. Peşinden Türkiye’de başlayan sosyal gelişmeler, buradaki birikimle birçok yeni olgular hareket şeklinde siyasallaştı. Bu yönüyle de fazla değerlendiren olmadı. Ayrıca, Dilirgada çatışımlalar ağustosta ısınırken, sadece Türk değil Cumhuriyet içinde de önemli çelişkiler oluştu. Oysa bizim hamaset hepsini ayni torbaya koyup kendine yontarak laflaştırıldı. Bu konuda yayınlar da çıktı. Hat ta harekete karşı olan yunan komutanın olayın nedeni olarak dahi verileştirenler oldu.
Birçok konu unutturulurken, 1 Ağustos 64 yılında Dilirgaya Denktaşın Vuruşkanla çıkışı da arada yok bildirimine sokulmak istendi. Oysa, bu olay dahi soruları sormayı gerektirecek derecede önemlidir. Türkiyeye kaçan Denktaş ve örgüt lideri olarak sunulan Vuruşkan ve öteki yönetici Nalbantoğlu hepsinin bölgede ne işi vardı. Garip gelecek: TMT kuruluş günü diye sunulan günün ayni kesimin TMT hakimiyetinin de günü olmasına da benziyor. Gerçekten Onca Denktaşcılığa karşın bu durum hiç sorgulanmadı. Üstelik Denktaş savaş sonrası gelen ilk gemi ile yeniden Türkiyeye gitti.
****
Görüyorsunuz, konuşmaya, hatırlamaya başlayınca, torba açılınca, sorular artar. Hele de Makariyosn 25 Temuz Açersson planının retinden hemen beş gün sonra hızlanan bu gelişmelerin de elbet bir başka kuşkucu sorusu da olması gerekir. Ama hiçbiri sorulmadı. Tarihler yerine konulup kuram haline getirilmedi. Her yıldönümünde birşeyler anlatılırken, önemli anlatılanlar dahi sildiritilme peşindedir. Bu yıl Tatarın dangadungaları ise bir başka hikayeye eldiğimizin de işaretidir. Ama, 64 yılından beri Erenköy yolu Rumlara hiç açılmadı. Sanki adadan kopuk yeni bir adacık gibidir. Buda siyasal sonuçlardan birisidir.
Konuyla alakalı epey kitap yazıldı mümkün olduğu kadar okudum. Kimisi kendine dokunmayacak yönleri atıp anı şekilde yazdı. Kimisi de Mit yaratarak kendini kahramanlaştırarak konuyu işledi. Birkaç kitapta gerçekten kendi düşüncesi olanağında önemli derlemeler yapıldı. Fakat, siyasal neden olan konuda genel siyaset ve tarih kuramıyla bakışta tıpkı genel Kıbrıs konusu gibi hep eksiklikler görülmektedir. Daha tehlikesi, unutuldukça, hamasetle içi boş resmi idolojikleşen duruma dek gelindi. Son günler bunun acı sonuçlarını işaret etmektedir.
Kısaca, bir yıl daha karışık şekliyle Dilirga olaylarını Erenköy adıyla anıyoruz. Hamasetleşip kimine göre piknik yapma düşüncesine dek getirilen bu tarihi dönemin ilerde nasıl düzeltilip gerçeklerle yazılacağı beklentimle yazıyı sonlandırıyorum.