Muhalefet, kökten değişim istemektir. Toplumsal bir sistem, işler haldeyken, onu başka bir şeye dönüştürme düşüncesi anlamsızdır. Toplumsal düzen, kendi mantığı çerçevesinde işler. Bir balon üzerinde yaşamayı kabullenmişsek, bilmeliyiz ki bizim doğru parçası dediğimiz, balon dışında olanlar için eğridir. Başka bir balon üzerindekiler için doğru parçası olan ise bizim için eğridir. Bir balondaki doğruyu, başka bir balondaki doğruya dönüştürme çabası anlamsızdır.
Her sistem kendi mantığı çerçevesinde doğrulara sahiptir. Biri diğerine dönüşemez. Bir sisteme muhalif olmak demek, başka bir sistemi savunmak demektir.
Doğrunun ve yanlışın parasallığı ile değerlendiği kapitalist düzende, insani değerler, eşitlik ve özgürlük gibi ölçütler ile değerlendirme yapamazsınız. Sistem bunu kabullenmez. Siz istediniz diye de değişmez. Bu yüzdendir ki iki nokta arasındaki, herhangi bir eğriye, doğru parçası denmektedir. Fizikte bu böyledir. Her eğri bir doğrudur. Kimin doğrusu? Önemli olan bu sorunun cevaplanmasıdır.
Sıklıkla ‘hükümet krizleri’ yaşanmaktadır. Aslına bakarsanız, bunun adı başka bir şeydir. İnsanı ve doğayı sonsuza kadar sömürememenin ortaya çıkmasıdır. Bir de dönüp dolanıp yönetim sınıfının yönetememesi üzerinden teoriler üretilmesi, kapitalist sistem eleştirisini önemsizleştirmektedir. Mesela alışılagelmiş ‘muhalefetin’ bu gün önerebildiği, başa gelirlerse üretime önem vererek kendi ayakları üzerinde duracak bir ülke yaratabilecekleridir. İfade çok muğlak. Kimi kalkındıracak üretimden bahsedilmektedir. Her üretim iyidir diye bir kural mı var? Atmosferi imha eden, sömürüyü azdıran, üretim değil mi? Üretim ve araçları üzerindeki söz sahipliğinin önemi yok mu?
Kıbrıs Türk Federe Devleti ve KKTC’ye geçiş dönemlerinde ‘üretim patlaması’ olmuştu. Ev bahçelerinde bile hazır giyim üretilmekteydi. Yurt dışına ihracat yapılmaktaydı. Ayni dönemde, otobüslerle ülkeyi terk eden ve etmek isteyen gençler sıra bekliyorlardı. On binlerce insan İngiltere ve diğer yerlerde işçi olabilmek için kuyruğa girmişlerdi. Gençlerin sorunu, ülkeyi terk edip etmeme değildi. Okul bitince mi yoksa bitmeden mi? Ülkeden kaçalım sorunuydu. Portakal üretimi patlamış, her gün ihracat yapılıyordu. Ülkeyi terk edenlerin yerine, Anadolu’dan tarım işçileri getirilmekteydi. Artık öyle bir döneme gelinmişti ki, hak talep eden işçi de, kaçan işçi de patlatılan üretim ile ulaşılan sömürü seviyesine muhalif olabilme yeteneğinden mahrum bırakılmış oluyordu. Muhalif olacak olan çoktan yedeklenmişti. Demek ki üretim patlaması olmuş fakat üzerinde durulacak ayaklar başka ülkelerin yolunu tutmuşlardı. Yerine gelen işçilerse kalkınamamış, fakat sermayeye zaman kazandırmışlardır ve açlık sınırı altında çalıştırıldılar. Sorun başka bir yerde olmalıydı. İnsan için bir şey önerilmeli, sermaye için değil.
Her seferinde, alışılmış muhalefetin dillendirdiği, kötülükleri yaratanın hükümetin beceriksizliği, iş bilmezliği ve yoldan çıkmışlığı olduğudur. Onların yerine kendileri seçildikleri halde, samimiyetle çalışarak, ‘kalkınmayı’ sağlayacaklarını anlatırlar. Fakat sizin yoldan çıkmışlık dediğiniz, Kapitalizmin kendisidir ve sermayeye göre düzenlenen bir yaşam biçimidir. Eğer siz gerçekten başka bir yol seçme niyetindeyseniz, başka doğruları seçmek zorundasınız. Öyle şeyler olmalıdır ki bunlar, toplumun çoğunluğu için akıl almaz şeyler olmalı. Mesela öngörünüz, ‘Herkesin ihtiyacı olan her şeye ulaşabileceği’ vaadini verebilmeli. Kapitalizm dahilinde kalkınma denilenin, açlık anlamına geldiğini kabullenmelisiniz. Fakat alışılagelmiş muhalefetten bunu beklemek saflıktır.
Hükümet krizi denilen nedir?
Türkiye üzerindeki hakim sermaye gücü ve yönetim sınıfı, kazanç çoğaltma sıkıntısı çekerken, Türkiye’nin her karış toprağı ve ürünüyle ilgili en fazla karı sağlamak için her şeyi düşünmek zorundadır. Geçmişte de Kıbrıs, Türkiye sermaye sınıfı açısından ekonomik bir birikim sayılırdı ama acil değildi. Fakat kapitalizmin genel yaşamını sürdürememe durumuna paralel, çaresizlikler yaşayan Türkiye egemen sınıfları, her tür karlılık ihtimallerine, tereddüt etmeden, bir an önce yönelmektedir. Kıbrıs’taki garantörlük ve diğer özel durumlarından dolayı, göstermelik de olsa ‘demokratik parlamenter’ sisteme hassas bir mesafede görüntü vermeye çalışılırdı. En azından halkın rızasını kazanma mesafesi ile hareket eder görünürdü. Fakat yukarıda bahsettiğim sermaye sınıfının her şeyi acil olarak elde etme mecburiyeti ile ilgili ruh hali, her şeyi açık etmeye yetiyor. Herhangi bir yatırım, sermayeye sağlanacak nefes, zaman geçirmeden elde edilmeye hazır olmalı. Bu yüzden, adada oluşturulan alışılagelmiş muhalif seslerle bile kaybedilecek zaman yoktur. Öyle bir Cumhurbaşkanı olmalı ki zaman geçirmeden politik tavır alabilmeli ve öyle bir hükümet olmalı ki karlılık taşıyan bir alan hemen harekete geçirilmeli. Nitekim onaylanmış bir Cumhurbaşkanı ve onaylanmış bir Başbakan ile yola koyulmuş oldu.
Şu an gündemde olan erken seçim konusunda, UBP-YDP hükümetinin binlerce taşıma oy organize etmiş olduğu iddiaları, neyi ne için yaptıkları konusunda fikir vermektedir.
Herhangi bir Kıbrıs anlaşması durumunda veya bunun dışında Maraş’ı sermaye haline getirme çalışması, yeniden yapılandırılması, on ile yirmi milyar dolar olarak hesaplandığı iddia edilmişti. Hükümet krizi denen şeyler göstermelik. Kar çoğaltma girişimleri devam etmeli. Krizin hiç önemi yok. Kapitalizmin doğası bu demeliyiz.
İki buçuk milyar insanın yoksulluk sınırı altında, bir buçuk milyar insanın açlık sınırı altında yaşadığı sermaye dünyasında, sermaye birikimlerinin nasıl gerçekleştiğini anlamak çok kolay. Milyarlarca insanın ihtiyaçları için var edilmiş olması gereken her şey, sermaye yönünde hareket etmektedir. Kapitalizmin doğrusu budur. Bu yön kendiliğinden değişmez. Bilime aykırı.