Günler uçuştu. Ordan oraya savrulduk. Senenin sonuna doğru, iklimlerin bozulmasının etkileriyle yaklaştık. Onbeş kasıma da ulaştık. İlgili gün yeniden bildik tabloyla karşılaşıyoruz. “KKTC ilanının” yıldönümünü yaşamaya başladık. Mehteran takımıyla öncden yürütülen çocuklar veya konuya başka açıdan dikat çekme amacıyla yapaılan mitink konunun birer karşıt gösterielridir. Türkiye yetkililerinin gelişi ve yapılacak gösterişler, söylenecek hamasinin de ötesindeki nutuklar, bize yeniden bir koşullar travması yaratılacaktır. Meydan okunup enkazda yaşamanın paradoksuyla birlikte karşılaşmak zorunda kalacağız. Oysa brakalım denilen ile var olanı, Onbeş Kasım sadece ilgili ilanın yıldönümüyle sınırlı değildir. Kofünye olayları veya Filistin bağımsız devletinin ilan edilme günüdür de. Bunları pek hatırlayacak olanına da raslamamak gerçeği vardır. Halbuki her geçmiş olayın mutlaka günümüze gelen yansıyışı ve yüzleşerek gelecek için alınacak dersleri vardır. Köfünye 67 olayları gibi:… Çünkü Köfünye olayları resmen Kıbrıs tarihinde yeni bir sıçrama gerçekleştirdi. Türk Rum eksenli olaylar ve gelişmeler den kayılarak yapılan ayarlarla, yeni kararların yürülüğe girmesiyle bu çelişki Kıbrıs Yunanistan yelpazesine kaydırılmaya başlandı. Sonuçta da 74 darbesi ve ardından Türkiyenin müdahalesiyle günümüzün ikiye ayrılan adanın siyasal tarihinne geçişine de gelindi…
Filistin hikayesi daha da dramatik: Filistin bağımsız devleti sürgünde temelinde açıklanırken, günümüzde sürgündeki Filistinlileri kimse konuşmuyor. Yapılacak anlaşmalarda dahi adını koymuyor. Yok saydırtılma başarısı sağlatıldı! Dahası, Filistinde işkal aaltı topraklarına taşınan yönetim, günümüzde oldukça silik ve parçalanmış haldedir. Hat ta Lidrleri geçinen Abasın nerede ise öteki Filistinlilerin katline sevinecek duruma gelindi. Halbuki Filistin devletinin sürgünde atılan adımları ve onu epey tanıyan devlet de vardır. Birçok uluslararası örgütlerde gözlemci veya tam üye bulunmaktadır. Oysa şanlı “KKTC” brakın tanınma veya gözlemciliğini, uluslararası hukukta dahi Türkiyenin alt idari birimi yani tam adıyla sömürgesi olarak kabullenip, Türkiye de onayladı….
Görüldüğü gibi Onbeş Kasım konuşuldukça içi boş olma yerine oldukça kabarık bir tarihi birikimi vardır. Biraz daha beyin cimnastiği yapalım: Seksen yılında Denktaşın bağımsız devlet ilanıyla konu tartışılmaya başlandı. Amacın bağımsızlık değil, Türkiye ile bütünleşme olduğunu ozmanın Halkder ve Türkiyedeki öğrenci siyasal kesimli Devrimci Gurup tarafından hemen yayınlanan bildirilerle anlatılmaya çalışındı. Türkiyede dağıtılan bildiriyi de benim yazdığımı elbet burada ekleyecem. Bu tartışma özellikle 81 yılında yapılan seçimlerle ve ardından gelen müdahalelerle ateşlendi. Rıskının önemli kesime göre kazandığı cumhur seçiminin çalınması ve ardından TKP içi çözülme hareketleriyle kamuoyu bir anda yükselen muhalefetin kırılmaya başlamasına da neden oldu. Buna Türkiyedeki 12 Eylül cuntasının önemli baskıları da eklenince, işler pişirilmiş oldu. Önceki yazımdaki gelişmeler oldu. Bir gün önce meclis partileri hayır ile yürüyüş yaparken, sarayda teslim olma ikilemiyle, bir anlamda Kuzey Kıbrısta siyasal muhalefet önemli darbe aldı… ilanın Türkiyeye bağınlı sürecinde yeni sıçrama gerçekleşti. Nitekim, Doksan başında da Denktaş muhalif kesime verdiği balı da aldı. Direk iki devletli ve daha ieri giderek bütünleşmeleri gerektiğini net şekilde savunmaya başlandı.
İlan için gayet güzel zaman ayarlaması da gerçekleştirildi. Türkiyede seçimler gerçekleşip Özal yönetimi almadığı geçiş sürecinde ilan edildi. Bunları hep İlter Türkmen yeri geldikçe direk söyledi. Fakat, hep gerçeklerden kaçma tutukusundaki “aydın ve sol kesim” uyduruk gerekçelerle kendi kendilerini avutu. Örneğin, Denktaşın Cuntayla Özalın kucağına ateş topu atığı, veya Denktaşın Türkiyeye rağmebn bağımnsızlık ilan etiği kahramanlaştırma esrumanları çalındı. Sonuçta bu bahane bulmalar ilan sonrası da başta Akıncı ve kabul eylimli kimi CTP kesimi “artık çocuk doğdu, onu yaşatmaya çalışmalıyız. Yani KKTC tanıtılması” politikası ısıtılmaya girişildi. Bu hem TKP hem de CTP içinde kısa dönem sonra da parçalanmalara dek gidilen gerilem süreci olarak yaşandı.***
Bu ufak hatırlatmalar sonrası tam 38 yıl sonra gelinen noktaya bakın: en basitiyle, Başbakan denilen kişi hükümeti ilk önce TC elçisine getirip sunuyor. Ne kadar gizlese de gerçekler ortada dolaşmaya devam ediyor. Yine ekonomik politikada paketle uygulanış ve belki gelcek parayla beklentiye dek gerilendi. İlaç sıkıntısı, zamların günceliği sgandaların peşpeşe kovalanması, Türkiyedeki her açıklamada K. Kıbrısın ortaya serilme gerçekleri de normal hale geldi. Mafya vveya başka kirli işlerde direk K. Kıbrıs da yerini alıyor. Öyle ki zaman zaman konuya biraz uzak olan Türkiye gazetecileri “Türkiyede yasak, K. Kıbrısta yasaldır” ifadelerini bazı mafya tipi konularda kulanmaktan çekinmiyorlar. Saraydaki Cumhur ise saçmalamalarını şükran ve teşekkürle doldurmakla övünme durumundadır. Nifus olayı ise travmanın da ötesinde. Her konuda nifusun bilinnmemesi nedeniyle sorunun erkenden patlama sonuçlarıyla karşılaşıyoruz. Planlamaya bonba koyan öteki kural halindedir. On yıllık çöp yapısı dört yılda dolma gerçeği veya başta eğitim ve hastahanelerin tıkanmasında nifusun bilinmemesi önemli olumsuzluktur. Hele de cezaevinden okula yurtaş olup olmama ikilemlerinde yurtaş olmayanın fazlalık rakamları da bir başkadır.
Hani derdik ya Türkiyeye bağlanma stratejisinin adımıdır: tam da son dönemde sokaktan örgütlere bu gerçeklerle normal halde yaşamaya gelmenin kanıtıyla yaşamaktayız Bunları istemesek de her alanda karşılaşıyoruz. Bir devlet bağımsız diye ilan edilirken, kurumları çökmüş, nifusu darmadağın yapılıp ekonomisi tüm yapısıyla Fuat beyin eline verildi. İşbirlikçiliğin de daraldığı bir noktadayız. Sadece yandaşı memnun etme dışında yol yapma yetkisi dahi kalmayan koşullara ulaşıldı. Belediyelerin elçilik kapısında bekler haleri ve tüm yolsuzlukların, bağımlılıkların normal hale gelişinin ilanını kutlamaya hazırlanılıyor. Mehteran takımıyla çocuklar marşlar halinde sokaklarda gezdirilirken, sekiz yaşındaki bir kız çocuğun hastahane ölümü ise çığlığın zafer çığlıklarında bastırılmaa ikilemi haline geldi.
Sonuç olarak, değişen bir şey yok. Daha teslim olup silikleşen gerçeklikle birşeylerle Türkiyeye memnuniyetle görevde kalma döngümüz döndükçe dönüyor. Muhalefet ise sistem kurallarına sıkıştıkça, ülkeye çok yönlü nifus taşınıp sistem beslendikçe, sosyalistlerin de alanları iyice daraldı. Çünkü siyaset sadece siyasal ve ekonomik değil, kültürel ve sosyolojik olarak yapısal olarak Kuzeyi yeniden dizayinde raha rahat yol almaya devam ediyor. Ama, marşlar, nutuklar ve şükranlar peşpeşe gidecektir. Tıpkı Türkiyede saray nutuklarıyla meydan okunurken, sokaktaki yoksuluğun büyümesi gibi.
yazarın tüm yazıları:
Özkan YıkıcıYeniden Onbeş kasıma gelirken – Özkan Yıkıcı
"Bu Memleket Bizim" yayınlarını izleyin