Bugün Türkiyede sabahın seherinde eflasyon oranı açıklandı. Hemen, akabinde tepkiler de gelmekte gecikmedi. Çünkü, açıklanan rakam, yaşam karşılığının çok gerisindeydi. Hat ta öncesi yapılan eflasyon aylık tahmininden de çok düşüş rakamı veriliyordu. Eflasyon sepeti soruldu. Muhalefet ilgili kuruma gidip bilgi almak istedi. Karşısında sadece yasak duvarı ve devletin muhteşem donatımlı polisi buldu. Bu yanlış ve yine de yüksek rakama TL yie tepetaklat yanıtıyla karşılık verdi. Bunun üzerine son dönemde pek yapılmayan hamle ile Merkez bankası piyasaya döviz sürdü. Beklenti, düşüşü kontrol altına almaktı. Doğal kurallardan birisi de buydu. Fakat, unutulan öteki gerçek etrafa saçıldı: Merkez Bankasının piyasaya sürdüğü döviz direk rezev değil de ödünç alınan döviz olması, hemen öteki silahın ortaya çıkmasına neden oldu. Risk kuruluşları bu eylemler olumlu değil de güvensizlik nedeniyle güvenilir risk notunu negatife çevirdi. Böylelikle kriz döngüsünde piyasada da para saarmalında birçok rol ile oynanmaya devam edilmektedir.
Benzeri mutlaka burada da olacak. Çünkü bizde de özellikle eflasyon rakamları genellikle güvenilmezdir. Hele de kriz dönemli yükselme sürecinde rakamlara pek inanan yok. Türkiyeleşmenin ve buradaki işbirlikçiliğin ısmarlama eflasyıonların kaderidir bu durumlar. Olayın önemli noktası şu: geçen yazımı da okuyanlar anladığına inanıyorum. Eşel Mobil olayına neden seksenlerde karşı çıktığımız da daha doğru anımsanıp anlaşıldığı noktasına gelmemenin de sıkıntısıyla yeniden hatırlatıyorum: Eflasyon rakamı ayni zamanda özellikle çalışana verilecek maaşın da otomatik etikeleyecek sonuçlardan birisidir. Eflasyonla oynamak demek, hele de oldukça düşük gösterilmesi, ayni zamanda çalışanın da o derecede eflasyona ezdirilmesi demektir. Buda sonuçta yoksulaşma ve açlık sınırına ulaşmanın yolu da hızlandırılacaktır. Nitekim, Bizde pek de rakamsal veri olmasa da Türkiyede bu uygulama ile Asgari ücret alan nifus yüzde elilere yaklaştı. Buda yoksulaşmanın önemli kanıtıdır. Oysa başlangıçta oaran Y.5 cıvarındaydı. Şu anda AB ülklerinde ortalama asgari ücret Y.8 cıvarıdır. Türkiyede ise Y.48 cıvarıdır. Bizde belirtiğim gibi net kavram yok. Çünkü önemli özelliğimiz olan kaçak işçi sayısı bilinmiyor. Yurtaş olmayıp da yasal çalışanların da ücretleri de pek de net rakam verilmiyor. Bunnlar sonuçta bizdeki bilinmeyen nifus ile de durum daha vahim hale geliyor.******
Yukarda özetlediğim Perşenbe günkü taplosu örneğin Cuma günü camiden çıkan Erdoğanın sesiyle nerelre dek savrulacak sorusu da kuşkuyla yanıtını da bekliyor. Tüm bunlar, Türkiyeye bağımlı olan ve gidrek yetkileri eline alan ankara gerçeği sonucu, buraya yansımaması da mümkün değildir. Zaten yansıyor. Bir farkla, bizde Türkiye düzeyinde muhalefet ivmesi yok. 21 ünüversitemize rağmen de bilimsel olarak açıklama da raslanılacak olgu değildir. Böylelikle kendi kendimize çalma oynama ve çalanın da söylenenin de burada olmadığı sahne kuralıyla politika oynanmaktadır.
Sözün kısası: gerçekler uçuşuyor. Vurduğu yerde can yakıyor da hala bunları yok sayarak, banbaşka sis perdesinde birşeyler söyletilmeğe devam ediliyor. Kuzey Kıbrıs gerçeğinin brakılan alanıyla oyalanıyoruz. Hele de seçim esintisi oldukça meydanlarda hisedilmeğe çoktan başlandı. Yalnız: Akdenizli olmanın da kültürel durumu var: lafazanlığı da gayet iyi severiz. Gerçekerli değil de dedikoduya da düşkünüz. Yetmiyor, konuşturulmayanlara uyup brakılan yerden abartıyla kendimizi de övmeği çok severiz. Teslim olup, yasaklaarın kolayca yerleşip de yine de lafazanlık sevilince, bir başka olur benim memleketim!
Demeçler gırla, seçim dalaveraları da bir başka tatdadır. Birbiriyle sarmaşdolaşlıktan, kesmeğe varan derin nehir su akışı misalidir. Ozaman da başlar kıyaslı saçmalamalar. Öncelikle hala demokratiklik övünmesi işin garnetürü. Seçim ortamına girince de öncesini kolayca unutma hastalığı nezle gibi hissedilir. Sonrası mı gelir peşpeşe lafazanlıklar. Taraftarın sarıldığı, ötekinin de veriştirdiği polemiklerle uçuşup gider.
Son günlerde piyasaya yeni bir anbalajlı algı probagandası başladı. Özellikle bazı gazeteciler ve muhalefet kesimi buna hemen sarıldılar. Birşye yazmak isteyen ve kıyas bulamayan, gerçeklerden korkup konuşamayan kişiler de hemen sarılır. Doğruluğu, saçmalığı düşünülmeden de örnekleşir. Bir örnek verelim: öyle bir örnek ki konuşanların dahi düşünmeden sarıldıkları bir olgudan söz edelim…. “şu anda yaşanan durum, Türkiyenin seksen önceki koşullarına benziyor”! Kıyas dile kolay bir şey bilmeden atıp tutana bulunmaz sözlerdir. Fakat, öyle alıştık ki böylesi tutarsızlıklaruı da hemen kaparız. Tıpkı, yeri gelir Norveçle kıyaslanır, sonra birisi Singapur olacağız der. Hemen sorgulamadan taraftar kapar, arayıp da bulamadığı, gerçekleri konuşacak cesareti olamayanlar da bu tip acayiplikleri hemen kapar.
Benzeri Türkiyede de olmluyormu: örneğin bir gün İsrail denip ona benzeşeceği açıklanır. Sonra tutmayınca da şimdiki gibi Çin denir. Çünkü ezber eğitim ve bilgisizlikle yandaşlık aşkı bu tip benzetlelere hasret gibi havada kaparlar. Tabi gerek bizdeki gerek Türkiyedeki örneklerin hiçde öyle olmadığı açık. Hele de Tufandan başlayan Akarın diline dolanan ve bazı insanların da kulandığı Seksen öncesi benzetmesiyle hiç hem de hiç benzerlik yok. Üstelik krizin adı başka yaşanan yer farklılığı var. Olaylar da öyle değil. Siyasal hedef mi, o hiç yok. Ama, dile kolay ve günümüzü anlatamadıkları için başkasıyla benzetme kandırmaca kurtarıcı silah gibidir.
Özellikle eski CTP arkadaşlara uyarımdır: Tufana seksenler öncesini doğrudürüs anlatın. Nasıl ki solu ezmek ve neolibraleşme sürecini baştlatma politikasının darbe sonucuyla tekrardan aktarın. Çünkü şimdiki krizin nedeni hele de K. Kıbrıstaki krizdeki işbirlikçi teslimiyetin önemli hem de çok önemli etkisini gözden kaçırmama adına anlatın. Ama, herkes gerçeklerden kaçmak ve kalan sınırlarda suna sabuna dokunmadan lafazanlık yapma kolaycılığına sarılmak adet haline geldi. Tekrar edelim: seksenler öncesi Türkiye koşullarını ve kriz ile devlet siyasal gelecek politikasını biraz bilen, günümüz K. Kıbrıstaki işbirlikçilikle teslim olmuş sömürge şekli hiç hem de hiç birbirine benzemez. Benzin sıkıntısında kuyruk olur. Ama teslim olunan ilhaklaşma sürecindeki ülkem politikacısı ancak onca lafazanlık karşısında gerçekleri söylemeden kendini kurtarmakla meşkuldurlar.
Kısaca, teslim olunan, yasaklarla gerçekleri konuşamayan yerde lafazanlığı de seviyorsanız, böylesi can yakan gerçekler karşısında dhahi saçmalayarak kendilerine unvan takarlar. Haydi inanan da olunca, hayırlısı da olma şansı da yok.