Ben siyasal yaşama direk katıldıktan sonra, her dönemle birlikte, gelişmelerin nereye gideceği konusunda da sık sık uyarılar yaptık. Bazen uyarırken de yanlış söyleme dileğim de vardı. Fakat, tekrar tekrar belirtiğim gibi “gerçeklerin öylesine bir gerçekliği var ki imkar etseniz de sonradan daha acı şekilde yaşamda gelip sizi bulur” Son günlerde bizim yörede yaşadıkalrımız bunun en canlı ye yeniden yeniden tekrarlanan sonuç oldu.***
Elektrikte okalık zam geldi. En son olarak hem de “diplomatik pasaportu” olmasına rağmen, eski vekil Türkiyeye sokkulmadı. Suçu falan net söylenmedi. Ali Kişmirin davası başka bir paradoks. Fiyatlar ise kendiliğinden ateşlenip uçuyor. Fakat,makamcımız yüzü kızarmadan düştüğünü söylüyor. Kim bilir, yarın istatisdik dayresi de buna benzer laflar söyler. Ekonomi krizde ve belirsizliklerle yük artıyor. Sağlıkta resmen felaket. İlaç dahi hastahanelerde bulunamıyor. Ama, her kesime yeri geldiğinde bal sunan rejim, bunların konuşmasını da engeliyor. Paketli ekonominin, protokol yeniden hegemonyalaşma, TC elçiliğindeki müşavir yönetim şekli K. kIbrısın nereye doğru sorusuna pratik kurumsal yanıtlar şeklinde akmaya devam ediyor.
Bu sonucun olacağı malumdu. Herkes ganimet içinde dövünürken, kolayca kapuşari pazarından kapıp kulanırken, zengileşme şekliyle ganimeti bütünleştirirken, bunun yanlış olup gelecekteki bedelini de söyleyenler vardı. Bunları işe almama, izleyip tehtit etmeler yoluyla dıştalayarak ganimetin işbirlikçilikle birleşen yeni siyasal sanalığı da kurumsallaştırılıyordu. Yeni nüfus akışının ilerdeki sonuçlarını söyleyenlere de gereken olanaklarla hep saldırılar yapıldı. Seçimi kazanan Ziya Rıskının elinden çaldılar. Kimse açıkça direnemedi. Daha kötüsü unuturuldu. Devamında, tüm uyarılara rağmen, gelecek tehlikeleri söylememize karşın KKTC ilan edildi. İkinci bağdaşlık olarak K. Kıbrısın daha yasadışı kurallara geçişin de bir sıçrama tahtasıydı. Bunu da söyledik. Uyararak en yakınımızdan dahi dıştalama konumuna geldik. Birçok çevre ise gelen fırtınayı görmeme veya sinip geçeceğine inandılar. Daha doğrusu sistemin tatlı sunumlarıyla gerçekleri görmeme düşüncesine doğru kaydılar. Öyle kaydılar ki katledilen sosyalist kişileri “demokrasileştirme” derecesine dek soktular. Uyşturucu konusunu ödenen maaş ile güzelleştirdiler! Ama, giderek eldeki kulandıkları oolanakları da teslim ediyorlardı. İşbirlikçilik aşkına kılıktan kılığa giriyordu. Derken, üstüna baştan beri süren kaçakçılığı temel kurala koydular. Kaçak işçi, kaçak yaşayan, dışardan getirilip kulanılan kadınlar ve nicesine para da ekleyip Kara para gerçeğini de yerleştirdiler.
Elbet, son günlerin elektrik hikayesi de yazıldı. Bedava Kıbrıs Cumhuriyeti kulanım enerji döneminden sonra ilginç bizlik oldu. Bursada kabullenmeyen elelktrik santrali buraya yerleştirildi. Baştan beri “hantalık, kulanışsız” açıklamalarına karşın anavatan aşkının dehşetiyle törenle açıldı. Hep sorunlarla geçti. Ama, kurum hem arpalık hem birilerine ihale sağlayan kapasitesiyle bu işi yürütüyordu. Buna bir kolu da özel olsun diye AKSA eklendi. Bildik zincir eklerle sürdü. Hanttalığı, zehir saçışı yanında yolsuzluk abideleri de yükseldi. Kimin umurundaydı ki…..
Sonuçta günümüze geldik. Çöken kuruma rağmen hala sağılacak süt varmış gibi arpalık işlevi sürüyor. Hele bedava alan veya kılıfla bedavalaştırım tutumları konunun nrelere geldiğinin sonucudur. Ta baştan uyarıyorduk: Sömürgesel koşulların yerleştirilmesi, ilhak amaçlı yapılanışın sonuçları iyi olmayacak denildi. Bu sömürgecilik koşullarından yararlanacak işbirlikçilerin olduğu, ancak bunalrın giderek elerindeki olanakların ilhaklaşma yönüyle ealınacağını da söyledik. Ama, giderek bunu söyleyenler azaldı. Kimisi bu koşullarla yeni işbirlikçi oldular. Güzel maaşlarla da üst elit haline geldiler. Desteklerle fonların tırtıklaşmasıyla olmayan üretimden üretici desteği alan elitler de geliştirildi. Ama, hep yetkiler birer birer alınarak dararltı epey mengeleşti. Yine de “zamanı değil” sözleriyle uyarıların dikate alınmadığı her anımız oldu. Susun veya sizde çıkarınıza bakın demenin dönemi de geçti. Fırtına geliyor, önüne geleni de biçerken, lüks yaşayarak önleneceği inancı da tehlikeye girdi. Sonuçta söylediklerimiz gerçekleşti de yine siyasal olarak kaybedip dıştalananlar da biz olduk. Öyle bir hale geldik ki gerçeklerden öylesine kopuldu ki zamı yapana, teslim olana değil de ses çıkarıp yorulan kesimi suçlama kaçışları da oldu. Örneğin son elektrik zamını yapan elit makamcılar olurken, telefon açıp suçlanan sendikalar oluyordu. Oysa sendikalar olmasa bu koşullar dahi konuşulamaz olacaktı. Bir de teslim olup de muhaliflik oynayanlar hep bu yazılmasın, bu konuşulmasınla gerçeklerin söylenmemesinde muhalefet rolunu yapıyordu. Elbet söylenmeyen çok gerçek vardı. Fakat değişmeyen gerçek sömürgeleşmenin iyice yerleşip kendini yasadışı koşullarla ve baskılarla yaşatan sürece dek geldi.
Bunları yaşıyoruz. Artık yaşadıklarımızın acılarıyla da karşılaşıyoruz. Ama konuşmuyoruz. Tekeci Gazeteci veya Popilis kılıklı öteki kesime sanal medyadan şikayetler belirtip ama gerçeğe dokunmadan gaz atmaya çalışıyoruz. Öyle ki bu yapının oluşmasında önemli katgısı olan ve şimdi koltukta olmayan kişileri “kurtarıcı” dahi yapma kolaylığı oluyor. Nede olsa onlar gerçeklere dokunmadan sadece koltukçulara veriştirerek işi tamamlıyor.***
Kısaca, sömürge koşulalrdan demokratik yapı çıkmazdı. Biz bunu tersinden “ gıpta edilen demokrasi örneği” diye kurguladık. Gerçekler karşısında susmayı, çağdaşlık örneği olarak övdük. Sömürgecilik yaşamını bağımsız devlet ve gemenlikle süsledik. Söylememe, zamanı gelince diyerek kendi gerçeklerimizi de sıfırladık. Sonrasımı, bir yere vurmak için takkeci gazeteci gibi fügürlerle kendi deşarjımızı sağladık. Uyardık, söyledik. SÖyledikelrimiz gerçekleşti. Haklı olduğumuz kanıtlandı. Ama, sanki gerçeklerle yabancılaşma rasında kalıp kendi kendimize yeniden uyarmakla yetinme sınırına geldik.