yaklaşımlarÖzkan YıkıcıÇerkezler soykırım günü üzerinden - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Çerkezler soykırım günü üzerinden – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Birçok halklar vardır ki tarihi dönemde çok acı yaşadılar. Ortak yurtlarından sürülüp yok edilmek istendi. Bu acılar üzerinden de başka devletelrin nifus bakımından yararlanma peşinde olduğu da kesin. Ezilen halklar kendi özlerini korumak ve geliştirmek için mücadele verirler. Yenilip darmadağın edildiklerinde de kendi kültürel siyasal kimliklerini korumak için değişik yöntemler uygular. Yaşadıklarının yaşatılması ve yeniden umutlanma adına da ilgili bir olayın tarihini simgesel gün ilan ederler. Çerkezlerin Kafkaslarda Rus çarlığı döneminde yaşadıklarını simgesel olarak 21 Mayıs günü anma olarak günleştirdiler. 1866 yılındaki önemli tarihi yenilgi ve sürgünler döneminin simgesel tarihi olarak konuldu. Bazı kesimler bunu 64 yılı diye de isimlendirir. Fakat, Çerkezlerin bazı kesimleri Kuzey Kafkasyada Adicanlılar ve Karaçaylılar gibi kesimler direnmeğe devam edip çoğu öldürüldü. Çerkezler Osmanlı topraklarına Kaaradenizden sürgün edildiler. Sayı net olmasa da iki miluyona yakın insan denizde boğuldu. Osmanlı ülkesi ise gelen bu nifusu kulandı. Dağıtarak nifus dengesi kurmak, sınırda asker olarak görev vermek ve güzel kadınları da saraylarda cariye yapma gibi birçok alanda dağıtı. Geniş coğrafyada bu durum Çerkezlerin birlikte olup kendi özlerini korumasına da engel teşkil etti.

Kısaca; çerkezler Rus Çarlığının denizlere açılma ve verimli toprakları elde etmek için saldırdığı Çerkezler, ayni zamanda Osmanlı şehülislamın da Osmanlıdaki değişen alehteki nifus dengesini sağlama ve asker etme ihdiyaçlarını da hesaba katarak bu sürgünü tetiklediği idiyaları da epey vardır. Sonuçta Çerkezler sürgün yaşayıp uzun zamandır da dağınık şekilde hayatlarını sürdürüyor.

Bir ilginç olayla konuyu genişletelim: Fehim Taştekinin de yazdığı şekliyle, Suriyeye giren Türkiye askerleri, bazı köylerde pek de yabancısı olmadığı ama dilini de anlamadığı konuşmalar duyarlar. Bunların çerkez olduğu anlaşılır. Suriye köylerinde raslanan bu konum, neyazık Türkiyede pek raslanmaz. Halbuki tahminlere göre on milyona yakın Kafkas kökenli insan Türkiyede yaşamaktadırlar. Konunun derinliğini alakalı olan araştırmacılara brakalım.Yine de bu yazılarımı okuyanlar Apazyadan öteki Kafkas gelişmeleri yine de güncel sonuçlarıyla yazdığımı da anımsarlar.***

İlk direk çerkez ifadesini yaşayan Çerkezle birlikte Körler okulunda Yaşarın bizat kendisinin Çerkez olduğunu söylemesiyle dierk yaşantıma girdi. Birçok gelişmeyi bana aktarıyordu. Daha sonra Edirnede Halk Evleri gezintisinde oradaki bir genç kızın da Çerkez olduğunu anladım. Çünkü benim Kıbrıslı olduğumu, ilerici görüşler taşıdığımı görünce, üstelik Kıbrıs hareketi sonrası olması nedeniyle bana kendilerinin de çerkez olup sürgün yaşadıklarını, aylesinin kendi dilini dahi yaşatmak için gizlice öğretiğini söylüyordu. Bu sohbeti izleyen bazı arkadaşlar kızın birden rahatlayarak bana konuşmayı yorumlamakta zorlandılar. Sadece bir Alevi Kürt, kendilerinin de ayni şeyleri yaşadıkları için böylesi açılmanın da zemininin önemli olduğunu söyleyip bu diyaloğu açıkladı. Artık Çerkez konusuna da girdim.

Özellikle müzik ezgilerine de duyduğum ilgi sonucu konuyu iyice deşiyordum. Dönüşcüler veya Faşistleşenler ikileminde Çerkezlerle şöyle veya böyle konuşuyordum. Ünüversite arkadaşım ve mücadele yoldaşım “Kıl Yusuf” da çerkez olduğunu söyledi. Bana çerkezce kasetler getirdi. Hala arşivimde duruyor. O zaman tek tip çerkezlik yerine Kabartaylılardan Apazlara birçok değişik kimlikli Kafyas gerçeklerini de öğreniyordum. Asimile olan çerkezlerin önemli kısmının değişen etnik kimlik sonucu faşistleşmesi de karşıma geliyordu. Emre Kongar Hocamla tartışırken, hocam sosyolojik olarak kimlik değiştiren kesimlerin daha sert tutucu olma özelliklerini de taşıdığını belirtiyordu. Yine de tatmin olmuyordum. Özellikle dönüşçüler denilen Çerkez derneklerine dek ulaştım. OTÜ şenliklerinde Çerkez müzik guruplarından birisi çıkıp türküler söylemesi de tınların etkisiyle merakım artı.

Bu arada Kıbrıs siyasal eksen oluşturmak için de araştırmalar yapıyorduk. Bu çerkez konusu beynimi iyice ısıtıyordu. Bazı çerkez çevrelerinden sürgünde Kıbrısa gelip gelinmediğini de sordum. Nitekim ilk bulgum, gelen bir geminin istanbulda yer olmadığı için Aptulhamitin bunu Kıbrısa gönderdiği veriye ulaştım. Kıbrısa gelen Çerkezlerin buradaki iklime uyum sağlamaması da işin öteki tamamlayıcı noktasıydı.

Cunta dönemi, KIbrısa yeniden yerleşme süreçelri beni bu araştırma hızından aldı. Fakat, sık sık rasladığım Çerkez konusunu da günün gelişmelerine göre incelemeye devam ediyordum. Çeçen sorunu, Apazya durumu, Adicanlıların başına gelenler hepsi birbir kasetlerime kaydettirerek birlikte inceliyordum. Bu arada bilimsel yönü de olan TRT Çerkez belgeselini de diaktle izledim. Öylesine genişti ki Osmanlıların da bu fırsatı kulandığı etkiyi de anlatılar. Bu gelişmelerle giderek Çerkez konusuna iyice girdim…**

Cuma günü arkadaşlarla balıkçıya gitik. aArkadaşın biri belki çalarız diye müzik esrumanı almamı söyledi. Ben de tercihi ona braktım. Akordiyonu aldık. Yemek yerken, etraf tenhaydı. İzin de alarak şöylesine akordiyonu oynattım. Bir ara gelen bir kadın şu soruyu sordu: “Çerkez soykırım günü için mi çalıyorsunuz” dedi. Akordeon ve ezgi belli ki gerçekten senelerin ezilmiş duyguları tetikleme gerçeği ile tesadüfen karşılaşıyordum. Arkadaşlar Çerkez gününü bilmiyorlardı. Doğaldı. Ben onlara anlatınca, Kıbrısa gelip gelmediği ile başlayan sohbet, duyduklarıyla Kıbrısa da çerkezlerin taşındığı duyumlara dek geldik.

Tesadüfe bak: hiç hesapta olmadan akordeon tuşları ve müzik, birilerine sürüldükelri memleketi hatırlatıyor. Sonra bu konu sorulduğu için de konu konuşulmaya başlanıyor. Artık orada olanların beynine bir çerkez soykırım ve sürgün günü olduğu bilgisi mutlaka girdi. Hele de pratikte güzel müzikler çalındıktan sonra olunca, o  hoş sohbetin içinde yoğurularak yerleşir. Tarihin böylesi bir gerçeği de var. Yaşananlar yok  edilirmiş sanısı oluşur. Halbuki hiç umadığınız bir yerde bu konu şöyle veya böyle bir tesadüfle açığa çıkar. Kanlı tarihler ve ret etmeler, asimilasyonlar hepsi gerçekleri gizleyemez. Şimdi herhalde tarihe bir de bu gözle bakmak gerekir. Yaşanan tekrardan yaşatılamaz. Ama unutulamaz da. Karınlığa gömülse de birgün bir yerden çıkar.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
357AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin