Bu yazıda 20 Temmuz’u yaratan koşulları, Kıbrıs Rum toplumunun yaşadığı acıları, Kıbrıslı Türklerin geçici “zafer” algısını ve Garanti Anlaşmasının çiğnenmesi gibi konuları ele almayacağım. Bu yazının konusu, 20 Temmuz’dan sonra oluşan siyasal durumlar ile milliyetçi cenahın geliştirdiği siyasal tutumlardır.
Öncelikle 20 Temmuz’un oluşturduğu siyasal durumlara bakalım.
20 Temmuz, Kıbrıslı Türklerin 1960 yılından beri sistematik olarak yadsınan ve 1974’ün hemen öncesinde ortadan kaldırılmasına ramak kalan siyasi eşitliğini geri dönülmez biçimde perçinledi.
Nitekim bütün BM kararları, Kıbrıs Rum tarafını bulunacak çözümde Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabul etmeye davet ediyor.
20 Temmuz’un yaptıkları arasında, adada yaşayan nüfusun coğrafi dağılımını değiştirmiş olması var. Bunun bir sonucu olarak da federal devletin coğrafi temele dayandırılmasının koşullarını oluşturmuştur.
Osmanlı döneminden beri adanın her tarafında Ortodoks/Rum nüfusla iç içe yaşayan Müslüman/Türk nüfus, 1974’ten sonra Kıbrıs’ın kuzeyinde yoğunlaştı ve federal düzenlerin ayrılmaz ilkesi olan Özerklik İlkesini, önceden belirlenecek olan Yönetimsel Sınırlar içinde icra etme imkanını elde etti.
Nitekim 20 Temmuz’un yarattığı bu değişiklik, tıpkı siyasi eşitlik örneğinde olduğu gibi, bulunacak çözümün iki-bölgeli olması ilkesini kayıt altına aldı.
Şimdi de 20 Temmuz’un yapamadıklarına bakalım.
20 Temmuz, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin varlığına ve hükümetlerinin meşru hükümet olarak tanınmasına son veremedi. Son veremediği gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin uluslararası topluluk nezdinde daha da güçlenmesine yol açtı veya vesile oldu.
Kıbrıslı Türklerin 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kurulurken kabul edildiği üzere, ayrı egemenliği olmayan siyasi eşit toplum konumunun ötesine gitmesinin koşullarını yaratamadı. Kıbrıs’ın kuzeyinde ayrı ve meşru bir devlet kurulmasını sağlayamadı.
Yani, “ayrı egemenlik” yaratmaya muktedir olmadı.
Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birbirlerine karşı statülerini belirleyen ve 1960’tan beri devam eden karşılıklı-bağımlılık, sınırlandırılmış egemenlik ve bir ve tek egemenliği birlikte icra etmek (ortak kullanmak) ilkelerinde hiçbir esaslı değişikliğe yol açamadı.
Özetle, Kıbrıslı Türklerin siyasal statüsü 1960 anayasasında ne ise, bugün de odur.
Şimdi de, 20 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan bu siyasal durumlar karşısında milliyetçi popülistlerin takındığı tutumlarına bakalım.
Bütün o görkemli 20 Temmuz kutlamalarına rağmen gerçek şudur ki, milliyetçiler 20 Temmuz’un yarattığı sonuçlardan bir yere kadar memnundurlar.
Aslında, 20 Temmuz’un yarattığı siyasal durumlarla tam olarak barışık değiller.
Bir yandan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yok sayılmasında ısrar ederken, diğer yandan da Kıbrıslı Türklerin “ayrı egemenliğe sahip bir halk” olduğunu ve ayrı egemenliğin de KKTC adı altında gerçekleştirilen siyasi örgütlenmede hayata geçirildiğini iddia ediyorlar ki, bunlar, 20 Temmuz’un yarattığı siyasal durumları fazlasıyla aşan tutumlardır.
Bu siyasal tutumların taşıyıcısı sivil-asker güçler, 20 Temmuz’un yarattığı durumu gerçekçi bir şekilde değerlendirmediler. 20 Temmuz’a adeta “bitmeyen bir savaş” işlevi yüklediler ve Kıbrıs Rum toplumuna diz çöktürtmek istediler.
Ne var ki, bu “bitmeyen savaş” Kıbrıs Cumhuriyeti devleti üstünden kendini korumaya alan Kıbrıs Rum toplumuna diz çöktürtemediği gibi, hem Türkiye’nin hem de Kıbrıslı Türklerin büyük kayıplara uğramasına neden oldu.
20 Temmuz’u olmayacak dualara “amin” dedirtmek için kullananların başında, kuşkusuz, Rauf Denktaş gelir.
Ayrı Türk devleti kurma fikrine saplanıp kalan Denktaş’a, 20 Kasım 1975 tarihinde Henry Kissinger şöyle diyecekti: “Bugün elde edilebilmesi mümkün olan şeyler, iki yıl önce düşünebileceğin her hangi bir şeyden kat kat fazladır. İki-Bölgeli bir sistem ve sınırlı yetkilere sahip bir merkezi hükümet elde edebilirsin. Hükümete katılım konusunda istediğin %50’yi elde edebileceğin kesin değil. Fakat merkezi zayıf bir hükümet olacaksa, bunun zaten bir önemi yok. Burada önemli olan Türk tarafının toprak verip vermeyeceğidir.”
Ne var ki, Türk tarafı hem Kıbrıslı Rumlarla aritmetik eşitlik (siyasi eşitlik değil) istiyor, hem de toprak konusunda gerekli esnekliği göstermiyordu. Denktaş gibi, Demirel’in başbakanlığında kurulan Milli Cephe hükümeti de toprak konusunda hiçbir açılım yapmıyordu. Örneğin, hükümet ortaklarından Necmettin Erbakan bütün adanın işgal edilmesi gerektiğine inanıyordu. Alparslan Türkeş, ele geçirilen topraklardan bir karış bile verilmesine karşı çıkıyordu. Başbakan Demirel ise, Ecevit karşısında kendisini psikolojik baskı altında hissediyordu ve “Ecevit’in aldığı toprakları veren kişi” olarak görülmek istemiyordu.
Kissinger, Türkiye’yi toprak verip erken zamanda Kıbrıs Sorununu çözmeye ikna etmeye çalışıyordu ve Türkiye’nin çıkarlarının bunu gerektirdiğini söylüyordu. 22 Mayıs 1975 tarihinde CENTO toplantısı için Türkiye’ye giden diplomasi cambazı, dışişleri bakanı Çağlayangil ile başbakan Demirel’e, “Türkiye’nin Kıbrıs’ta %95 oranında çıkarlarını garanti altına aldığını” söylüyordu ve Türkiye’nin kazanımlarını şöyle sıralıyordu:
“Bir: Türk nüfusu özerk olacak; İki: Türk nüfusu kendi kendini yöneteceği ayrı bir bölgede yaşayacak; Üç: Merkezi hükümet Türklerin aleyhine dönemeyecek veya Türkiye aleyhine dış politika izleyemeyecek anayasal bir düzen kurulacak.”
Kısacası Kissinger, Türkiye’nin bütün hedeflerine ulaştığını söylüyor ve geriye bunları meşrulaştırmanın kaldığını belirtiyordu. Bunun için de bir miktar toprak verilmesinin yeterli olacağını vurguluyordu.
Gelgelelim, Türk tarafı buna yanaşmıyordu.
Sonunda Kissinger’in ağzından şu manidar sözcükler döküldü: “Türklerin sorunu, zaferlerini nasıl değerlendireceğini bilmemeleridir. (…) Siz Türkler özünde bütün amaçlarınıza ulaşmış olacaksınız. Sadece bir miktar -oranını bilmiyoruz- toprak vermeniz gerekecek…”
Kissinger, muhataplarını ikna edemedi. Tıpkı uluslararası topluluğun da bütün zamanlar boyunca milliyetçileri ikna edemediği gibi…
Her zaman, 20 Temmuz’un verebileceklerinden çok daha fazlası istendi, bugün de milliyetçi saplantılarla istenmeye devam ediliyor…
Tarihin bir ironisi olsa gerek! 20 Temmuz’u en iyi, Sol cenahtan gelen Mehmet Ali Talat ile Mustafa Akıncı değerlendirdiler. Onlar sayesinde hem Kıbrıs Türk toplumu çözüme yaklaştı, hem de Türkiye’nin önü açıldı…
Fakat ne hikmetse, onlar “20 Temmuz karşıtı” sayılıyor!
Öte yandan, 20 Temmuz’u milliyetçi bir saplantıya ve mental blokaja dönüştürerek Kıbrıslı Türkleri çözümsüzlüğe ve eriyen bir özne olmaya mahkum edenler, ortalıkta “vatanperver” olarak dolaşıyorlar…