Hafta sonuna doğru yeni bir aya girdik. Bir anlamda seneği de yarımladıktan öteye geçtik. Yedinci aya sonunda ulaştık. Daha ilk gününde de ben yeni bir yıl daha yaşlandım. Doğum günümle bir senenin içine girdim. Artık yaşlılık efkarıyla birikim ile günceli harmanlayıp birşeyler karalamaya uğraşıma da devam edecek gibiğim. Ayni zamanda Temuz ayına girerken, ben ilk günü yeni yaşıma basarak geçirirken, ertesi gün resmen tarihi madımak katliyamının da yeniden anımsama günü oluyor. İnsanların direk yakılarak kkatledilişinin yakın tarih dehşetinin aklımıza gelmesi gereken gündü. Aslında, 93 yılında yaşanan 2 Temuz Sivas Madımak katliyamı geçmişten geleceğe nasıl tehlikelerin beklediğinin de ne yazık uyarısıydı. Nitekim herkese insan dersleri veren iktidarların Sivaş katliyamı benzeri cinayetlerle kendi insanının dahi katledilişini engelemedikleri kanıtlanıtlanıyordu. Dahası, katliyam yanında olay sonrası TC Mecilisindeki konuşmalar ve yargının tutumları karşımıza siyasal ders alıcı ve uyarıcı bir taplo çıkarıyordu. Şimdi, her Sıvas katliyamı anımsayışta, o günden günümüze akan zamanla nasıl değişimlerle ilgili görüşlerin resmi görüş olduğunun da acı günceliği ile karşılaşmaktayız. Mahsumluk kılıfıyla, Muhavazakar maduriyeti ve dini kulanım karışımlı idoloji şimdi Türkiye iktidarında neleri gerçekleştirdiği de yaşayarak anlamaktayız. Acısı, hala anlamayanlar ve çıkar sağlayanlar da bol miktartda potansiyle kitlesel kesim oluşturuldu. Temuz ayına ggierken, haftayı da bitiriyorduk. Fakat klasikleşen siyasal moda da yeniden tekrarlandı. Öylesine kararlar alındı ki kamuoyu dahi pek anlamak istememe duruşuyla olanağı normmaleştirdi. Örneğin, Ersin bey haberiyle Güneye öneriler sunuldu. Bir anlamda Anastasiyadisin hamlesine karşılık verme gibi oluyordu. Fakat kime sorsanız bu önerileri Ersin ve çevresi değil, resmen Türkiye hazırlayıp eiline verdiği inancı yüksek. Onun için tınan dahi olmadı. Heycan mı: hiç. Üstelik fırsatı bulan ana muhalefet de Ersine yüklendi. Neymiş; kimseye sormadan,meclise bilgi vermeden, koltukçuların dahi bilmediği önerilermiş… Sanki ilkmiş gibi de önerileri sundurtan kesime dokunmama tutumu da devam etti. Artık işler böyle. Akıncı zırhıyla Çavuşoğlu şovunu görmezlikten gelinme de akla gelmesi muhtemel. Çavuşoğlu danseti, ama görmezlikten gelip İsviçre görüşmelerinin tüm suçunu Anastasiyadise atık. Klasik tutumumuz hep tekrarlandı. Şimdi de Tatar daha cemice ve yerini bilmeden tekrarlaması da yerel politikanın nedenli teslim olup hiçeleşmesinin basit yeniden yaşnanıdır. Zaten, önerilerin de içeriği hep Türkiye merkezli oluşu da başka itiraf.
Bir başka bizi direk sarsacak gelişme de benzinde yaşatıldı. Bununla ilgili alınan karaar, işbirlikçi güdük burjuva oyunları ve koltuk yönetim hesaplarının begesel itirafıydı. Ahalinin de suskunluğu ise sosolojik dağılma ile örgütsüzleşmenin ilhaklaşma ile bütünleşmenin kitlesel karşılığı idi. Neydi alınan karar, dünyada düşen petrol fiyatları sonucu, Türkiyede dahil önemli benzim fiyatları düşürtüldü. Bir anlamda kitlesel manipülasyona da kulanım fırsatıydı. Fakat hacılı güdüklü burjuva kafalarımız bunu dahi kulanmadılar. Kar endeksinin merkezine oturtular. Benzincilerin aldığı kar oranını asronomik artırdılar. Yetmedi; alınan fon miktarına da artış koyarak, düşürmeleri gereken benzin fiyatını kendi ceplerine şu veya bu şekilde koydular. Güdük burjuva Benzin oyunlarını hep bilirken, kar hırsıyla yapılanlar da ek olarak not edilmelidir. Hele de makamcıların delip de şov yaptıkları bütçeğe kaynak olsun diye fonlarla oynayıp, denetimden de kaçırıp kendi işbirlikçi konumlarını korumaktadır.
Kurutulan ve çirkefleştirilen coğrafyamızda, hergün yeni haberlerle de donanıyoruz. Şimdi de denizlerin faciyası peşpeşe haber oluyor. Denizlerin peşkeşi ve durmadan yıkanılamaz kirlilikleri şimdi de iskelede duyuldu. Sıkılmadan makamlar önce susup sonra yalanlamaya başladı. Belgeler net. Üstelik Mağusa denizininveya Girne sahilerinin de durumu aynen devam ediyor. Denizleri peşkeşle birilerine devretme veya kocaman binaların çirkefine boğmakla deniz de çirkefliştirildi. Makamlar ise bunu adeta ateşlemeğe devam ediyor. Durmadan imar ve yapma. Üstüne peşkeş çekmek. Ganimet paylaşımının ta kendisi sürdürülüyor.
Birden ikibin yılındaki emekli bir askerin sivil bir kişiyle yaptığı konuşma aklıma geldi. Huyum kurusun: hala havızam beni uyarma görevini gerçekleştiriyor. Ne konuşuldu: rumların şu veya bu şekilde yerlerine dönmemek için, dönmesi muhtemel yerlerin etrafına yerleşim yapılacak. Böylelikle kazara geri gelme olursa, gelenlerin etrafları kuşatılmış yerlerde yaşamak zorunda kalınacak. Onlarda boğulup geri gelmeyecekler. Bu konuşma örneklerle özellikle Karpaz ve Girne üzerinden veriliyordu. Bol yerleşimlerle bölgelerin özü kaybettirilecek. Birileri ceplerini doldururken, gelecek nifus da bir anlamda önemli etken olacaktır. Nitekim, bu konuşma sonrası özellikle isgele, Girne ve şimdi Karpazın belli yörelerinde söylenen yrleşim şekilerinin oluşturulduğuna tanık oldum. Bir anlamda örneğinisgele eski yerleşim yeri son yapılan binalar veya sitelerle geto görünümüne geçti. Şimdi de isgele denizi bilgileri uçuşuyor. Böylelikle K. Kıbrısı kozmopolitik bir yasadışı ve gelecekte ilhaklaşma veya kulanım alanı şekliyle karmakarışık nifusuyla çözülmez yumak haline çevirisine sokuldu.
Temmuzun ağustos böcekleri sesiyle, yükselen sıcaklık ve her an saatlerce kesilecek elektrik ortamından Karpazdaki son saatimde bu makaleyi de yazdım. Bakalım Lefkoşa neleri tetikleyip yazdırtacak.