Aralık 2016’da, tam olarak 4 Aralık’ta, – verilen sözlerden geri dönüldüğü ve çelişkili pozisyonların sunulduğu – Mont Pelerin’deki müzakerelere “dramatik” bir şekilde ara verilmesinin ardından kendimizi hapsettiğimiz çıkmazları kaleme aldığımız bir makalede, şu noktalara dikkat çektik: “Nikos Anastasiadis Tarihin kaderini değiştirecek kişi olarak ortaya çıkıyor. O, Kıbrıs sorununu çözme sorumluluğu verilen kişi. Şu veya bu şekilde.” Ya Kıbrıslı Rumların onayını alabilecek bir çözümü bulacak ya da belirsiz sonuçları olacak kati bir çıkmazı kabul edecek kişi olacak. Bu dönemde atılan geri adımı daha iyi anlayabilmek için, bir sonraki günü, yani 5 Aralık tarihini (öncesinde ise 1 Aralık’taki gurme hazırlanan kaburgaların servis edildiği yemeği) hatırlamamız yeterli olacaktır. Nikos Anastasiadis masaya dönme kararını “şantaja!” uğradığını iddia ederek açıklamıştı… “Türkiye Cumhurbaşkanı’nın söylediklerini dikkate alarak, 26,500 kişinin daha yasadışı rejim tarafından vatandaş yapılmasına izin vermektense, Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile entegre olma olasılığını görmektense, diyaloğa girmeyi tercih ettim…”
Bundan önceki trajikomik gelişmeleri dikkate alırsak, hedefler ve amaçlar artık çok netti, cambazlıklarımızın, beceriksizliklerimizin ve geriye doğru kusursuz olarak attığımız taklaların bizleri nereye götürdüğü belli oldu. Bizler, Crans Montana’daki görüşmelere başlamadan çok önce ve nasıl sonuçlanacağını beklemeden Kıbrıs Sorununun artık bittiği görüşünü ifade etmiştik. Kesinkes değil (bu, yolun sonuna geldiğimizi düşünen statükocuların kafalarındaki başka bir yanılgıdır), ancak bu tarihe kadar bildiğimiz şekliyle. Ve müzakerelerin temelinin değişmesi ile yersiz amaçlarına ulaşabileceklerine dair hezeyanları olanlar, hak ettiklerini bulacaklar. Yine de aramızda kalsın, bizler hiç bir zaman iyi niyet olayına inanmadık… Bundan sonrası – cumhurbaşkanın Çavuşoğlu’yla paylaştığı iki devletli çözüm konusundaki “beyin fırtınasına” ek olarak –sadece izlenimlerimizin doğruluğunu teyit etmiş oldu. O zamandan beridir devam eden hilebazlıklar, akıl almaz nitelikte. Örneğin, Nikos Kotzias Kasım 2022’de RİK ile yapmış olduğu röportajında “perşembe gecesi yemeğe gittik,” dedi ve ekledi, “Akşam yemeğine istediğimiz her şeyi elde ettiğimiz düşüncesiyle tatmin olmuş bir şekilde katılmıştık.” Bu da Mevlüt’ün daha sonra geri adım attığı garantiler ve müdahale haklarının kaldırılmasını kabul etmiş olmasıydı. Antonio Guterres’in raporunda ne yazdığını bir hatırlayın. “Konferansın sonuna gelindiğinde, taraflar federal yürütme ve etkin katılım konularında hemen hemen tam bir mütabakat sağlamıştı.” Ve Anastasiadis’in 2007’den beri yaptığı açıklamalara bakacak olursak (Çevirmenin notu: yazı hatası olabilir, yazar büyük olasılıkla 2017 demek istedi). Çözümün tüm parametrelerini, varılan yakınlaşmaları ve “tam mutabakat” olan tüm unsurları nasıl şiddetli bir şekilde şeytanlaştırdığınızı görürsünüz. Ki sözde Çavuşoğlu garantiler ve müdahale hakları konusunda geri adım atmamış olsaydı bu durum tam bal kaymak olacaktı. Sanırım birbirimizi anlıyoruz.
Nikos Anastasiadis’in dönemi bir kaç ay sonra sona eriyor. Geriye bıraktığı miras Kıbrıs Sorununun mezar taşı, kesinleşmiş bölünme, iki devlet. Ve en trajik olan, kimsenin bunu umursuyor gibi gözükmemesi. Potansiyel halefleri, herhangi bir etkisi olmayan yurtseverlik konusunda hava atmadıkları zamanlarda, bu çetin konuya oy kaybetmeme adına değinmemeyi tercih ediyor. Ve “bir numaralı ulusal problem” artık, iş birlikleri ve ittifaklar için bir kıstas bile değil.